Türkiye’de Kürtlerin ve onlarla beraber hareket edenlerin gücünü yüzdelerle ifade ederek küçümseyenler şapkalarını önlerine koyup düşünmek zorundalar.
‘Yardımına’ yetişilmesi gerekenlerin, yardıma koşup el vererek muhalefeti ayağa kaldırmakla kalmadığı, insanları farklılıklarına rağmen birleştirdiği seçim de diyebiliriz İstanbul seçimine. Doğu ve batı, Kürt ve Türk diye durmadan ayırdıkları son güne kadar bundan vazgeçmedikleri halde biz bilerek ve isteyerek bir olduk. Bu da tüm muhalefetin bir araya gelerek zalime verdiği dert olsun...
Böylesi günlerde bir şeyleri değiştireceğimize olan inancımızın tozunu tekrar alırız. Kırık bir ayna karşısında saçlarını arkaya tarar, en güzel elbiselerini giydiririz umudumuza. Umudun giydiğini kendine yakıştıran olduğunu böylesi anlarda anlarız. Umudumuz yağlı paslı işçi tulumumuz, umudumuz kurşunlardan delik deşik olmuş mücevher gibi sandıklarda saklanmış oğul ve kızlarımızın kanlı giysisi. Umut başımızı koyduğumuzda rüyasını gördüğümüz o gelmez gibi duran sevincin kapanmayan kapısı. Böylesi günlerde şarkılar bizim içimizden, biz şarkıların içinden geçeriz...
Bu seçimle topluca iktidara hakkıyla ‘dersini’ vermiş olsak da, adını anmaktan kaçtıkları o ‘Doğu’da çok şey değişmeden olduğu gibi duruyor karşımızda. Batıda bizleri bir araya getiren hak, hukuk ve adalet gibi nedenlerden kat kat fazlası çözülmemiş biçimde duruyor orada. Türkiye’de yeni bir dönemin başlaması için deyim yerindeyse elin eli yıkadığı yerde, elin dönüp yüzü yıkamasının zamanıdır şimdi.
Artık yeni bir dönem başlamıştır, bunu kabul edelim. Türkiye’de Kürtlerin ve onlarla beraber hareket edenlerin gücünü yüzdelerle ifade ederek küçümseyenler şapkalarını önlerine koyup düşünmek zorundalar. İçine sürüklendiğimiz bu kaos, karmaşa, zulüm ve sömürüden çıkışın yolu tam da budur.
Ne yazık ki, böylesi süreçlere sosyalistlerin öncülük etmesi gerekirken çeşitli nedenlerden dolayı sürecin öncüleri, yönlendiricileri olmaktan çok ardından sürükleneni olmuşlardır. Burada bahsini ettiğim elbette tek tek kişiler değil, dünün örgütlerinin devamı olarak varlıklarını şu ya da bu şekilde sürdürürken, Kürde ilişkin dertlere bulaşmadan siyasi hayatlarını sürdürenleredir eleştirim. Bugünkü sayıları bir seçim sonucunu değiştirecek kadar olmasalar da, sosyalist geleneği temsil etmelerinden dolayı onların eksiklikleri görmezden gelinemez.
Bu anlamda dün ve bugünün aynı eksende hareket etmediği, batıdan doğuya kayan eksenden bahsetmek gerekir.
Alınan oy anlamında: Dün, 12 Eylül öncesi yaptığımız seçim boykotuyla bir milyon gibi insanı etkilediğimiz yerde bugün Kürtlerin omurgasını oluşturduğu HDP altı milyonun üstünde oy alarak parlamentoya girmektedir. Seçimlerle oy ve oyun ekseninin dünden farklı olarak batıdan doğuya kaydığını kim reddedebilir ki? Örnek mi? Alın size İstanbul belediye başkanlığı seçimi...
Kitlesellik anlamında: 80 öncesi büyük katılımlı mitinglerle bir kıyaslama yaparsak; Tüm solun çeyizini serdiği gün olarak adlandırdığım 1 Mayıs mitinglerindeki katılım oranı her yıl Diyarbakır’da yapılan Newroz kutlamalarıyla kıyaslandığında, kitleselliğin dünün batısından bugünün doğusuna, Diyarbakır’a, Kürtlerin evine kaydığını kimse inkâr edemez...
Cephe oluşturmak anlamında: 70’li yılların sonuna doğru tüm çabalara rağmen anti faşist bir cephe kurulamazken, bugün kapısı tüm düzen muhaliflerine açık, omurgasını Kürtlerin oluşturduğu HDP gibi siyasi bir oluşum başarılmış ve bu oluşumla meclise girilmiş, önemli dönemeçlerde iktidarı sallayacak güce erişilmiştir. Bunu kim görmezden gelebilir...
Örgüt anlamında: 12 Eylül öncesi tüm örgütlerin nicel ve nitel durumlarını bugünkü Kürt örgüt ve örgütleriyle kıyaslamaya gerek bile yok. ‘Bizim’ örgütümüz olmasa da varlığını inkâr etmeyeceğimiz bir gerçek olarak durmuyor mu karşımızda...
Basın, yayın ve medya anlamında: Dünün kendi yağında kavrulan örgüt dergilerini ve gazetelerini bugünün Kürt medyasıyla kıyasladığımızda, gazete, tv, dergi ve kitaplarıyla devasa bir farkın olduğunu kim yadsıyabilir...
Görmek istemediğinizde görünmez olmuyorlar, duymak istemediğinizde duyulmaz olmuyorlar, yüzünüzü çevirdiğinizde yok olmuyorlar Kürtler. Varlar ve varlıklarını her koşul altında büyüyerek sürdürüyorlar. Son İstanbul belediye başkanlığı seçimi bunu dosta da, düşmana da gösterdi...
Kimse varlığını armağan etsin demiyoruz, kimse Kürt’ten fazla Kürt olsun da demiyoruz. Dört parçaya bölünmüş ve bir parçası da Türkiye’ye armağan edilmiş Kürtleri devletin çözüm biçimine havale etmeden, onlarla nasıl bir gelecek düşünüyorsanız ona göre davranın...
Tarih bu konuda Türkiye’de gelecek tasarlayan siyasal hareketlerden hesap soracak. O hesap da: Kürtler var olma haklarını en ağır bedelleri ödeyerek sonuna kadar kullanırken, onları önermeleriyle etkileyecek örgüt ve örgütlerin bu tarihsel süreçte üstlerine düşen rolü oynamamış olmaları ve Kürt hareketini devletin şiddetiyle yüz yüze bırakmalarıdır. Bu da Kürt-Türk davası değil, tümden insanlık davasıdır...
Tüm bunlara rağmen insanlığın şarkıların içinden, şarkıların insanlığın içinden geçeceği günler serpilmiş yer yüzüne. Dün İstanbul’da dokunduk şarkılara, yarın başka bir ülkede başka nedenle uzanacağız uçsuz bucaksız o geleceğe...
Umut fakirin ekmeği değil, hayal gücüdür. Umut suda balığın hayatını sonsuza kadar sürdürmesi, gökte kuşun kıtalar arasında uçmasıdır, dalda meyvenin umarsızca çiçeklenmesidir umut.