İnsanca paylaşarak yaşamak dururken, katilimiz olmaktan övünecek yere vardılar. Bu değildi bizim istediğimiz...


Bir zamanlar bütün şarkıların kapısı sonuna kadar açıktı bize. Çat kapı girer, bir melodiden diğerine geçerdik. Anında evimize girer gibi, kardeşimizi kucaklar gibi, özlemlerini giderir gibi girerdik şarkılardan içeri. Öfkenin kapısında nöbet tutmazdık. Günler elimizden kayıp düşmezdi. Oysa şimdi, günler ömür gibi gittikçe kısalıyor. Daha ‘hoş geldin’ demeden karanlık çöküyor üstümüze. Bu değildi bizim istediğimiz...

Mal ve mülkle tarif edilmezdi varlığımızı besleyen mutluluk. Hikâyesi olmayanların hayatlarının da olmayacağından, haritalardan çok önce sınırlarımızı dilimiz belirliyordu. Bir yerden gelmemiştik, bir yerlere de gidecek halimiz yoktu, sürgünler hariç.

Oturduğumuz yerlerde kerpiçten yapılmış evlerimizin damları aksa bile, altına çinko bir kap koyar her damlayı evimizde yaşayan biri sayardık. Biraz biz zamanı yormadan suda damla olur birikirdik, biraz damla bizde biriken insan olurdu. Tıpkı suyun önünü kestikleri gibi kestiler yolumuzu ve bu yüzden vurduk dağlara kendimizi. Serin ve sakin yaşamak dururken yanı başımızda, bu değildi bizim istediğimiz...

Canı vardı, hiç kimseye sormadan gideceği yerleri vardı akan suların. Canı vardı, yağan yağmurların, düşen karın ve gökte yağacak yer arayan bulutların. Canı vardı önü kesilmiş gençlerin, biraz ilerisi ölüm değildi bir zaman. Yoksulduk belki ama kış kapımıza dayansa da kimseye avuç açmadan hayatımızın içinde yaşardık. Kapımızı açtığımızda içine girdiğimiz sabahlarımız vardı bir zaman. Güneşin besleyip kapımıza kadar getirdiği sabahımız vardı, bizi görmese üzülecek sabahlar... Epey bir zamandır sanki elimizde taşıdığımız ışığın kasesine vurup döktüler, yere saçıldı, toprak emdi gençlerimizin gözündeki ışığı. Bu değildi bizim istediğimiz...

Bizi bizden başkası görmeyecek hale getirdiler. Acımıza oturarak, orada yaşlanmaya mecbur bıraktılar bizi. Her çocuk ölümüyle beraber doğdu o günden sonra. Her sevincimiz kahrına tutunarak kalktı ayağa. Ve her çekip gitmek yaramızdan uzaklaştıracağına daha da yakınlaştırdı bizi. Ardımızdan geliyordu kaderimiz. Değil komşusu her gün biraz daha yakını olduk bütün acıların, evden ayrılmayanı olduk. Çocuklar gibi büyüyüp yuvadan uçmadılar, canımıza yapışan katran karası oldular. Az şeyle mutlu olmak dururken, arayarak bulduğumuz bir şey de değildi bunca acı. İstemediğimiz halde getirip kapımızın önüne koymuşlardı. Bu değildi bizim istediğimiz...

Ey, doğru yaşadıkça bizi yalnızlaştıran hayat!..

Hakkın çalınmış, çırpılmış, hırpalanmış, yerlere saçılmış hali Ey!..

Her sözcüğüne süngü çekilmiş dillerin damlayarak biriktiği kap Ey!..

Tarihin kanlı sokaklarında upuzun yatan ölü ve yaralılar, delik deşik edilmiş sınırlar Ey!..

Umudunu sırtlayıp geçen gençlerin ardında kalan anne ve babalar Ey!..

Bir çocuğun dudaklarında taşıdığı gülümsemeyi yeryüzüne sermek dururken, bu değildi bizim istediğimiz...

Çocukluğumuz teslim alınmış, gençliğimiz duvar diplerine dizilmiş, dilimiz suç aleti sayılmış, tarihin gözleri önünde baskın yemişiz de yüzünü dönüp gitmiş. Dünyanın dalında olgun bir meyve gibi ağırlığınca sarkarken hayat, yok saymışlar bizi. İnsanca paylaşarak yaşamak dururken, katilimiz olmaktan övünecek yere vardılar. Bu değildi bizim istediğimiz...