Dört dağ içinde olan Dersim'in beş mevsimi vardır. Bu beşinci mevsim ilkbahar, yaz, sonbahar, kış gibi değişmez değildir. Bazen katliam olur bu beşinci mevsimde, bazen orman yanar tutuşur.


Üzüntüler vardır kimseye bulaşmaması için kendine saklar insan. Üzüntüler vardır değil ülkenin, dünyanın üzüntü olsun istersiniz ama yayılmaz bir türlü, şıp diye önünüze damlar. Başınızı yastığa koyduğunuzda böyle, sabah sokağa fırladığınızda böyle, işten eve dönerken böyle... İçinize damla damla damlayan asit gibi sadece sizi yakar.

Dersim'deki orman yangınları aynen böyle oldu. Biz yandık, biz koştuk, bizim derdimiz yine tazelendi. Kedi ve köpekler için sokağa su koyanlar, kadın cinayetlerine karşı direnenler orada ağaç cinayetlerine karşı yeterince ses çıkarmadılar. Üzgünüm ve kederimden geberecek haldeyim bu yüzden...

Düşünün, ölümcül yaralar almış bir meşe ağacısınız, kendinizin başında yardım bekliyorsunuz. Yaralı sizsiniz, ölüm sizin yakanıza yapışmış, kendinizi acile kaldırmak istiyorsunuz ama ambulans yok, siren sesleri yok, sedye yok. Sadece sahibinin taşıdığı bir acı olarak kalıyorsunuz o yamaçlarda...

Ölenin Ali, deveye yüklenmiş tabutta yatanın Ali, devenin başını tutup ahirete çekenin Ali olması gibi bir durum bizimkisi. Kerbela değil, Dersim’de Kerbela öncesini yaşıyoruz gibi. Geride ağlayanımız bile olmasın istiyorlar...

Kırpıla kırpıla ‘Tunceli’ yapılmış Dersim'in içi Dersimlileri, dışı başkalarını yakıyor elbet. İlgili ve ilgisizleriyle bakarsanız orman yangınlarına duyarlılık içeride bir tartışma yarattı ama hakkını vermek lazım, yerle gök arasında yalnız bırakılan Dersim'in duyarlı bireylerinden oluşmuş bir ‘yangın söndürme ekibi’ var ve onların sayesinde yangınlar daha da büyümeden söndürülüyor. Elleri dert görmesin...

Eskiden aşiret ve ocak farklılıkları vardı Dersim’de, 70’lerden sonra Türkçe siyasetin girmesiyle beraber bunlara siyasi farklılıklar, fraksiyonlar eklendi. Şimdilerde içten içe Kürtlük ve Zazalık ayrımı bir iç tartışma olarak devam ediyor. Kimin nerden beslendiğine bakmaksızın, tekçi düşünce olarak bunlara bakılınca bu ayrılık ve gayrılıkları kötülemek mümkün ama en geniş anlamda bunları sonuçlanmamış bir iç tartışma olarak görmek en doğrusu olsa gerek. Dersim ezelden beri çok dilli, çok inançlı, çok kültürlü bir yurt olmuştur. Tekçilik, aynı düşünmek ve davranmak devletle beraber Dersim’e girmiştir.

Günlük hayat akışımızda kendimizi ayrı konumlandırabilir ve ona göre davranabiliriz, bundan doğalı yoktur. Ama ağacına, suyuna, kurduna kuşuna, inancına bir saldırı olduğunda bir araya gelebiliyor muyuz önemli olan budur.

Ormanları söndürmeye gitmek; uzakta olup içten içe yüreği yananların yüreğine serpilmiş serin bir iyiliktir. Yetişenimiz kadar, yetişmek için yanıp tutuşan ama bin bir nedenle oraya gelemeyenlerin de acısını söndürmektir. Yoksa uzakta olanlar yanar ha yanarlar oldukları yerlerde. Kuşlara gökyüzü, geyiklere yurt kalmadığı için duman gözlerinde yaş olur akar, kolları kanatları kırılır.

Düşünün ağaçları, yağmur ve karı, yapraklara sabah düşen çiğ taneleriyle, yerle gök arasında ne varsa hep beraber bir dünya ailesiyiz. Hepimiz bir fotoğraf karesine sığmışız sayın, karınca da yer bulmuş kendince o fotoğrafta. Kuşlar tüneyerek ağaç dallarında, balıklar yaşadıkları sularda, geyikler yaşadıkları ormanlardan girmişler bu fotoğrafa. Bu dünya fotoğrafında yer alanları devlet makasla bir bir kesip ona yar olmayanı fotoğraftan da çıkarıyor sayın. Ömrümüzü doldurup gömülsek de çektiğimiz acılar bizimle beraber gömülmez, yeryüzünü dolaşan serseri bir ıslık gibi dönüp dolaşır dünyada...

Dört dağ içinde olan Dersim'in beş mevsimi vardır. Bu beşinci mevsim ilkbahar, yaz, sonbahar, kış gibi değişmez değildir. Bazen katliam olur bu beşinci mevsimde, bazen sürgüne yollanır insanlar vagonlarda aç susuz, bazen gıda ambargosuyla açlığın kapısına yollanır yurdunu terk etmeyen yaşlılar, bazen orman yanar tutuşur. Hiç değişmeden süren asimilasyon ise beş mevsime eşit biçimde pay edilmiştir Dersim’de...

Ormanlar yakıldıkça iklimlerin uykusu kaçar ve düştükçe kırılır, cam bir bardak gibi dağılır bütün dünyaya. Cam kırıkları üstünde dolaşan oluruz her birimiz. Şiir ateşi içinde saklayan kül olur dünyada, müzik susar sonsuza kadar, boyalar tuvallerden dökülür zamanla, fotoğraflara mezar olur onları taşıyan albümler, sahneler boş salonlara bakarak yaşlanırlar, dans bir çiçek gibi solar insan bedeninde, kendi ölümünün filmini çekemez sinema...