Lütfen bekleyin..

Fadıl Öztürk

Bir ‘mazlum’dan bir zalim çıkaran dünya, ah!…

07 Mart 2017, 11:37

"Devlet ve iktidar olmanın muazzam gücü, ümmetçileri katmerli zalim, Kürtleri mazlumdan da beter hale düşürmüştür."

Diyelim dünyaya bir çizgi çektik, ekvator çizgisi değil ama.
Çizginin üstüne diktatörleri, işgalcileri, sömürgecileri ve onların işkencecilerini, zulümü meslek haline getirmiş zalimleri, havamızı zehirleyenleri, sularımızda balık ölülerine sebep olanları, atmosfere karbon pompalayan zenginleri ve onların dünyayı yiyip bitirmelerini yazdık. Ki, bunlar dünya nüfusunun çok çok azıdırlar, değil çoğunluk…

Çizginin altına da, sayısal olarak çoğunluğu oluşturan, ama haklarını alamamış işçileri, dillerine, kültürlerine, yaşadıkları toprakların varlığına rağmen haklarını alamamışları, bu uğurda kavgaya tutuşanları, öldürülmüş, hakları gözlerinde kalmış çocuklarını yazdık diyelim. İnançlarından dolayı mağdur olmuşları yazdık. İnançlarını kişisel hırsları için kullananları değil…

Güneşin batmasıyla dünyanın bir tarafına çöken geceleri yazalım çizginin altına. Ezenin başka yaşadığı, ezilenin başka yaşadığı, onların gecelerini, onların kurdukları sofraları, o sofranın başında toplananların asla birbirlerine benzemediklerini yazalım…

Gecekonduları, çadır, naylon ve teneke kentleri yazalım, gökdelenlerin göreceği yerleri yazalım alt alta. Mültecileri yazalım, sınırlarda vurulanları, denizlerin mezar olduğunu yazalım. Su utancından başını alsın gitsin, gök kapansın fırtına biçsin bu zulmü. Bir ananın bedeninde kurşun yarası gibi duran ve hiç sağalmayan çocuklarını yazalım, bir ölüyü gömer gibi saygıyla.

Azla yetinen dünya nüfusunun çoğunluğuna rağmen, bir türlü doymayan azınlığı yazalım çizginin altına. Ne yazsak az… Geceler kurşun gibi ağır iniyor oralara. Gündüzler, kurşunla gelip, yangınla çekip gidiyor. Sular bile tutuşuyor, uzun ırmaklar bile ve o ırmakların kıyısında kurulmuş asırlık şehirler tutuşuyor, bir emirle. Velhasıl adil değil bu dünya…

Çizginin üstünde kalanları şimdilik koyalım dünyanın en üst rafına. Bu zalim azınlık tarafından mutsuz edilenlerin, hakları verilmemiş mağdurların kendi aralarındaki ilişkilerine bakalım.

Ki, biz bu dünyanın iniltisi olarak gördüklerimizin; rengi başka, dili başka, iklimi başka, ama hasretleri bir olanların, yani dünyaya çektiğimiz çizginin altında kalanların, zalimler karşısında ortaklaşacaklarını, birbirinin acısına eğileceklerini sanırız, düşünürüz ve öyle görürüz. Yaşadıklarımızdan öğrendik ki, öyle değilmiş bu dünya…

Anladık ki, iyi niyetimiz bizi her gün yanıltıyor. Şimdi yarasını gösterir gibi:
‘Cigeram, bütün bu başımıza gelenler, onun hakkını benim, benim hakkımı onun savunmadığı içindir. Çok kendi derdimize düştük, çok…’ diyen yaşlı Dersimliyi şimdi daha iyi anlıyorum. Ki, bu söz taş tabletlere kazınmış yazıtlardan da eskidir, dilden taşınarak bu güne getirilen bir ‘Ah!’tır… Tablet kırılır zamanın tozuna karışır, kağıtta solar yazı, bir kuşaktan diğer kuşağa devredilen bir mirastır bu söz. Bizi uykularımızda yalnız bırakmayan rüyadır, değil inleme…

Kalbimiz iyidir, güzeldir, has insan hamurundan yapılmadır. Fesatlık taşımaz kalbimiz. Bu yüzden de bir aşkta olduğu gibi, bizi yanılttığı da olmuştur. Yine de küsüp sırt dönmemişizdir kalbimize. Zulüm görenlerin hep mazlum kalacakları yanılgısı, kalbimizin iyilikle beslediği bir yanılgıdır. Yusuf ‘un kuyusu gibidir kalbimiz…

Mazlum diye bildiklerimiz, iktidara geldiklerinde, kendileri gibi zulüm görenlere el kaldırmazlar sanıyorduk. Değil, çayda eriyen şeker gibi erir, kendileri de ezen iktidarın biçimini alırlarmış, gördük. Çekici tutan el, ölümü çoğaltan neden, hasretin ateşine durmadan odun taşıyan olurlar, değil insan…

Örnek mi?
Doksan üç yıl önce, Türkiye Cumhuriyeti’ni, iki kesimin boynuna basarak kurdular. Boynuna basılan kesimlerden birisi Kürtlerdi, diğeri ise ümmetçilerdi. Ve adına ‘Cumhuriyet’ dediğimiz şey, bu her iki kesimin taleplerini şiddetle, kanla, vurarak, kırarak, kovarak, bastırarak geldi bu güne.

Kesilenler bu iki kesimdendi, asılanlar yine bu iki kesimlerin önderleriydi, dökülen kan yine bunların kanıydı. Sürgüne yollanan binlerce aile yine bu kesimlerin kadınları, çocukları ve yaşlılarıydı. Kimi topraklarına dönmek isterken yolda vuruldu, kimi tren vagonlarında, kimileri de sürüldükleri o yaban ellerde ölüp, oraya gömüldüler. Az değil, dile kolay doksan küsur senedir…

Mazlumun diğer bir mazlumu anlamasını, derdine eğilmesini beklemek kötü bir hal olmasa gerek. Oysa öyle olmadı, ‘mazlum’dan kocaman bir diktatör çıktı ve bugüne kadar yapılmayan zulümleri yaptı. Günümüz bunun tanığıdır.

Dünyanın bir başka ülkesinde olsaydı, belki de mağdurların ittifakı mümkün olur, dünya bir dertten kurtulurdu. Yok mu bunun örnekler? Vardır elbet.

‘ben bir başkasını da sevebilirim, seni sevdiğim gibi
ama hiç kimse sevmeyecek seni, benim sevdiğim gibi’ diyen Ernesto Cardenal’a 1979 yılında Nikaragua’da, Samoza diktatörlüğüne karşı, Sandinistlerle aynı cephede mücadele etmiş ve devrimden sonra kurulan devrim hükümetinin Kültür Bakanlığını yapmış bir papazdır. Ve şu anda bir adada inzivaya çekilip, tarikatıyla beraber yaşamaktadır. Bazen düşler dünyada kendilerine beden bulur, değil kabuslar…

Ama, Türkiye’de hak getire…
Devlet ve iktidar olmanın muazzam gücü, bu kesimlerden ümmetçileri katmerli zalim, Kürtleri mazlumdan da beter hale düşürmüştür. Türkiye’nin başkentini kendine mekan edinen bu ümmetçi, Kürtlere dağları ve mahpushaneleri reva görmüştür. Ölüm, kıyım ve sürgünleri koy bunun yanına, değil insanlığı…

Düşünün, bir metal, yeterince ısıtıldığında, hafızasında sakladığı geçmişini hatırlayıp eski biçimini alır. Bir metal kadar sahici değiller bunlar. Tam tersine, ellerine güç geçtiğinde önce geçmişini unutup, zalimine benzerler.

Bir kibrit çöpü nedir ki, o bile yandığında üstüne düşen görevi yerine getirdiği için kıvrılarak olduğu yerde kalır, acısını ateşe verir, değil kavak ağacına…

Donunca hacmi genişleyen tek şey sudur. Belki de hayatın su haliyiz bir bütün olarak. Zulüm artınca sıfırın altına düştük ve donarak taştık kabımızdan, dağlara döküldük. Hava durumundan değil, keyfimizden hiç değil…

Ah… ‘Mazlum’dan bir zalim çıkaran dünya, Ah…

Ağaç gölgesine ağlıyor
Güneş ışığına
Sular serinliğine…

Fadıl Öztürk
ozturkfadil@artigercek.net

Bu haber 1265 kere okundu
  • Bu haberi paylaşın:
UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik ve tamamı büyük harfle yazılan yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları
1607 gün önce
1725 gün önce
1731 gün önce
1747 gün önce
1775 gün önce
1803 gün önce
1831 gün önce
1859 gün önce
1893 gün önce
2013 gün önce
2020 gün önce
2069 gün önce
2083 gün önce
2111 gün önce
2118 gün önce
2132 gün önce
2139 gün önce
2146 gün önce
2188 gün önce
2202 gün önce
2216 gün önce
2229 gün önce
2237 gün önce
2243 gün önce
2265 gün önce
2272 gün önce
2299 gün önce
2321 gün önce
2384 gün önce
2453 gün önce
2468 gün önce
2510 gün önce
2552 gün önce
2601 gün önce
2628 gün önce
2644 gün önce
2685 gün önce
2706 gün önce
2734 gün önce
2839 gün önce
2846 gün önce
2867 gün önce
2874 gün önce
2881 gün önce
2902 gün önce
2909 gün önce
2923 gün önce
2937 gün önce
2958 gün önce
3374 gün önce