Üç askerî darbe görmüş, üç çocuğu ve eşini toprağa vermiş bir asker eşi, bir insan hakları savunucusu, devrimci annesi ve bütün tutukluların Leman Teyze’sidir, o.


Antalya’dayım. İstedikleri noktada buluşup Ahmet Kaya’nın evine gidiyoruz. Ali Çetin ve eşi Gülüşen beni yoldan alıyorlar. Şoför mahalinde, 12 Eylül’ün yutamadığı ama Akdeniz’in yutmaya çalıştığı, boğulmaktan kurtulmuş, Leman Teyze var. Evde, Ahmet ve Menekşe Kaya, oğulları Baran ve Doruk’la, misafirleri Petek’le tanışıyoruz. Ahmet ve Ali, Kurtuluş’un İstanbul davasında yatıp çıkan iki eski arkadaş.

Rivayet edilir ki, Mardin-Mazı Dağı’ndan göç alınca adı Mazı Dağı olmuş, Antalya’nın tepesindeki dağ. Rüzgâr alan bir yer olduğu için, yapılaşma başlamış. Şimdi oraya Masa Dağı diyorlarmış. Ahmet Kaya’nın o dağdaki evinde bir araya geliyoruz.

Tesadüf işte, Mardinlilerin yerleşime açtıkları(!), rüzgâr alan dağda Mardin’de evlenmiş, Fırtına’nın annesi Leman Teyze ile söyleşi yapıyoruz. Bütün çocukları adına ‘geçmiş olsun’ diyorum.
***
Sevgiyle beslediler çocuklarını
Onlar, aynı annenin ve aynı babanın çocukları değillerdi ama çocuklarına anne ve babaydılar. Hepsi aynı yerde doğmamış, aynı şehirde yaşamamışlardı. Yurdun, o şehrin dört bir yanından otobüslerle, trenlerle, dolmuş ve taksilerle gelip ceza evi kapılarında buluştular. Dilleri, kültürleri farklı da olsa kaygı ve acıları birdi onların. Anneydiler, babaydılar, eş, çocuk ve sevgiliydiler kapıların gerisindeki tutuklulara. Onları ortak acıları o kapı önlerinde bir araya getirdi. Birbirlerine anne, baba, dost, arkadaş, kardeş, kız, gelin ve torun oldular. Bedenleri dışarıda, kalpleri, rüyaları, hayal ve umutları içeride onlar onlardı. Özlemle beslenip sevgiyle beslediler çocuklarını.

Anısı önünde saygıyla eğildik
12 Eylül gecesi, cebren ve hileyle vatanın bütün mahalle ve sokakları, yolları, hastane ve okulları kendi ordusuyla işgal edilmiş, bütün legal ve illegal örgütlenmeleri dağıtılmış, meclisi kapatılmış, radyoları ve televizyonlarına el konulmuştu. Halkımız fakru zaruret içinde harap ve bitap düşmüştü. Susmayan bir onlardı. Zaman içinde kocaman bir muhalefet olup içeridekilere ve dışarıdakilere umut ve ilham oldular. Bazıları Leman Teyze oldular bulup konuştuk, bazıları Didar Abla oldular anısı önünde saygıyla eğildik.

Isparta, Mardin, Kızıltepe…
Ispartalı memur bir babanın kızıdır, Leman Fırtına. İlk okulu Isparta’da, ortaokulu Isparta ve Mardin’de tamamlar. İkinci Cihan Harbi’nin son zamanlarıdır. Üsteğmen olan eşiyle Kızıltepe’de tanışır ve orada evlenirler. Ordu mensuplarının durumu halka oranla nispeten iyi olsa bile ülke yokluk içindedir. Ekmek gibi temel ihtiyaç maddeleri karne ile verilmektedir. Beş yıl kaldıkları Kızıltepe’de yedi aylıkken ölen bir kızları olur Fırtına ailesinin.

‘Altmış İhtilali’ olur
Sonra, eşinin tayini Sivas’a çıkar ve giderler. Bir oğullarını da burada toprağa verirler. Üç oğulları daha olur Sivas’ta. Doğan, Fırtınaların Sivas doğumlu ikinci oğullarıdır. Sivas’tan Rus hududundaki Çıldır’a tayin olurlar. Soy adlarının Fırtına olması bir şeyi değiştirmez. Çocuklar fırtınadan uçup gitmesinler diye, uzun bir ipe tespih taneleri gibi dizilip tutunarak okula gelirlermiş. Kar yedi ay kalkmaz, dünyanın öbür ucu olurmuş Çıldır. Leman Teyze, bir asker eşi olarak kar altındaki o uzak yerdeyken ‘Altmış İhtilali’ olur.

İstanbul’a ayak basarlar
Baba Fırtına, Çıldır’dan Sinop-Ayancık Askerlik Şube Başkanlığına tayin olur. Leman Teyze “Ayancık, önü deniz, arkası orman, tozu toprağı olmayan şirin bir kasabaydı. Bu kadar mahrumiyetten sonra üç-dört yıl burada kalalım” diye niyetlenir, ama bir yıl sonra ikinci kez Sivas’a tayin edilirler. Sivas’a ikinci kez tayin olmalarına itiraz edince, şanslarına bu sefer Bergama çıkar. Burada bir kız çocukları olur ve Alayla birlikte Türkiye’nin batısına, Lüleburgaz’a giderler. Dört yıl kaldıkları Lüleburgaz’dan sonra ilk kez İstanbul’a ayak basalar.

Kendini ordudan emekli eder
Leman Teyze’nin eşi, Harp Akademileri İstihbarat Şube Müdürlüğünü ancak altı ay yapacaktır. Bu sefer, Sinop'un Boyabat’ına, yani Nevzat Çelik’in memleketine tayin olurlar. Bergama’da doğan kızlarını, bir beyin ameliyatı sırasında burada kaybedeler. Fırtına ailesi üç çocuk vermiştir toprağa. Boyabat’ta üç yıl kaldıktan sora İstanbul’a geri dönerler. Eşi, Kolordu Komutanlığı Lojistik Şube Müdürlüğü’ne atanmıştır, Leman Teyze’nin. Bu sırada, 12 Mart Darbesi olur ve eşine sıkıyönetim mahkemelerinde, mahkeme başkanlığı yapması önerilir. “Ben başkalarının çocuklar hakkında verdikleri kararlara kalem kırmam” diyen baba Fırtına, emekliliği dolmadan 71’de kendini ordudan emekli eder.

Artık bir 12 Mart anasıdır
1950 doğumlu olan Doğan, 12 Mart’ta Ankara Siyasal öğrencisidir. Kürsüye çıkarak “faşist generaller arkadaşlarımızı Kızıldere’de katlettiler. Bu yüzden derslere girmiyor, boykot ediyoruz” çağrısında bulunduğu için, hemen göz altına alınır. Leman Teyze, oğlunun ardında artık bir 12 Mart anasıdır.

Boş bir koridorda ölüm sessizliği
Savcı Baki Tuğ’ dur ve Doğan Fırtına’yı hemen tutuklar. Doğan mide kanaması geçirir, Askerî Cezaevi doktoru olan Metin Benli bilerek aspirin verdiği için Doğan komaya girer ve Gülhane Askerî Tıp Fakültesi'ne kaldırırlar. Bir küçük hastane odası, bir ranzada hareketsiz yatan komada bir hasta, bir kapı ve kapıda iki asker, iki askerde iki silah, iki silahta mermiler ve iki süngü… Boş bir koridorda ölüm sessizliği… Doğan’ın muhtaç olduğu kudret annesinin bakımında mevcuttur.

Komutanlar kıllarını bile kıpırdatmazlar
Askerlerden biri insafa gelir ve “oğlunuz mide kanaması geçirmiş, Gülhane’de komadadır.” diye telgraf çeker Fırtına Ailesine. Büyük oğul gider ve yapacak bir şeyi olmadığını görür ve dönüp ertesi gün annesini yollar. Leman Teyze, oğluna bakmak ve kurtarmak için yanında kalmak ister. Doktorunda talebi bu doğrultudadır, ama Destek Kıtaları Komutanı “kalamazsın!” diye diretir. Her yere baş vurur ama komutanlar kıllarını bile kımıldatmazlar...

Polisler de aslanın ağzındaki dişlerdir
Adli müşavirden müsaade alınması söylenir ve oracıkta bir dilekçe karalar ve gider. Leman Teyze’yi, bir albay karşılar ve dilekçeyi daktiloyla yeniden yazdırır “Sizin hakkınızdır, taviz vermeyin ve mutlaka yazılı emir alın” der ve adli müşavirin odasını gösterir. “Siz Fırtına’nın annesi misiniz” diye soran adli müşavir “Siz gidin, ben bildiririm” dese de Leman Teyze “Benim yanımdan telefon ediniz ve bana yazılı emri veriniz” diye ısrar eder. İstediği olur ve oğlunun yanında refakatçi olarak kalır. Bir buçuk aylık anne bakımıyla ancak oturur hale gelen Doğan, yargılanır ve cezanın asgarisi değil, azamisi verilir. 74’te Ecevit’in affı ile ceza evinden çıkan Doğan, okulunu bitirir ama, 12 Eylül öncesidir ve okumak aslanın ağzındadır. Polislerin her biri de aslanın ağzındaki dişlerdir.

Linç önlenir Boyabat’ta
Boyabat yıllarında gericiler ayaklanır ve liseyi basarlar. Amaçları, devrimci olan lise müdürü ve eşini linç etmektir. Tam o sırada baba Fırtına da okuldadır. Okul müdürü ve eşini arka pencereden Kastamonu’ya kaçırıp Sinop’tan asker ister ve linçi önler. “Cesur bir savcı vardı, hepsini attı içeriye. Sinop Milli Eğitim Müdürü bana 'Siz çocuklarınızı devrimci olarak yetiştiriyorsunuz' deyince, ben de ‘Ben çocuklarımı devrimci olarak yetiştirmekle iftihar ediyorum' dedim" diyen Leman Teyze bu hayasız akınlara siper eder kendisini.

12 Eylül sabahı
12 Eylül sabah Hasan Mutlucan’ın davudi sesiyle uyanan Leman Teyze, 71’de kendisini askeriyeden emekliye ayrılan eşini uykudan uyandırır ve darbeyi haber verir. Bu, Leman Teyze’nin hayatında tanık olduğu üçüncü darbedir. Çocukları için telaşlanır, şaşırır, bocalar. Çünkü, sadece oğlunun annesi değil, bütün çocukların annesidir. Onun yemeğini yemeyen, çayını içmeyen, serdiği temiz çarşaflı yataklarında yatmayan ‘çocuk’ kalmamıştır. 12 Eylül öncesinde Doğan ve arkadaşları evde toplantı yaptıklarında, baba Fırtına balkona çıkar ‘çevre güvenliği’ alırmış. Fırtınaların telaş ve kaygısı yurdunu alçaklara uğratmayan o çocuklar içindir.

Dört yıl, her gece telefonumuz çaldı
Doğan’ın evi ayrıdır ve arada bir gelip gidermiş anne ve baba Fırtınalara. 12 Eylül’le birlikte bir daha oğulları Doğan’ı göremezler. Leman teyze. “İstisnasız her gece, saat iki buçuk ila üç arası telefonumuz çaldı ve ben uykudan uyandım. ‘Oğlum, gündüzleri arayamadığı için, geceleri arıyor’ diyordum içimden. Dört yıl boyunca böyle sürdü. Telefonumuzun çalmadığını ben de biliyordum, ama telefonun sesini duyuyor ve uyanıyordum. Limanlarda, sokak ve meydanlarda Doğan’ın ‘aranıyor’ fotoğrafları asılıydı. ‘Doğan’ın fotoğrafı şuraya da asılmış’ diye haberler alıyorduk. Dört yıl boyunca oğlumu ne gördüm ne sesini duydum ne de bir haber alabildim” diyen, adı Leman, soyadı Fırtına olan bir anneydi.

Doğan’ın yakalandığını haber vermezler
Baba Fırtına gözlerinden rahatsızdır. Yeterince kan gitmediği için, defalarca retina yırtılması yaşar ve göremez olur. 84’te yine aynı sorundan dolayı baba Fırtına’yı Ankara’da Gülhane’ye yatırırlar. Anne Fırtına, bir gece rüya görür. Rüyada üstünde eski paltosu vardır. Gömleği yırtılmış, üstü başı perişandır Doğan’ın. Kocasını uyandırır ve ‘Doğan yakalandı’ der, anne Fırtına. ‘Hayra yor, tersini düşün’ der, Fırtına’nın babası.

Doğan,
Filistin'den dönmüş, İstanbul’dadır. Takip yiyen bir arkadaşını uyarmak için gittiği evde polisin kurduğu ‘karakola’ düşer ve yakalanır. Çocukları hastanede üzülmesinler diye Doğan’ın yakalandığını haber vermezler anne ve baba Fırtınalara. Bir ay sonra, hastaneden evlerine döndüklerinde oğul Fırtına’nın yakalandığını öğrenirler, ama korkmazlar ve sönmezler…

Düşer Gayrettepe’nin yollarına
Doğan sahte kimlikle yakalanmıştır ve Doğan Fırtına olduğunu sorguda günlerce reddeder. Bunun üzerine polisler kaslarını çalıştırmaktan vazgeçip kafalarını çalıştırır ‘gidip anne ve babasını getirelim’ derler. Anne ve baba Ankara’da hastanede oldukları için, Doğan’la yüzleştirmeye evde buldukları, üniversiteyi bitirmek üzere olan küçük kardeş götürülür. Yüzleştirme sırasında ağabeyini tanıması mı, yoksa tanımaması mı gerektiğini bilmemektedir üniversiteli Fırtına. “Ağabeyimi yıllardır görmüyorum. Benzetemedim, olabilir de olmayabilir de” der, bunun üzerine polisler “Ulan nasıl tanımıyorsun! İnsan abisini tanımaz mı? Bunu da atın içeriye” diye kükrerler ve kardeşi de işkence görmesin diye adını kabul eder Doğan Fırtına. Hastane dönüşü bunları duyan Leman Teyze, düşer Gayrettepe’nin yollarına.

Bir başka hayata başlar
Haber alır ama göremez. Dört yıl sonra, ilk kez Selimiye’de oğlunu gören Leman Teyze “Doğan benim Doğan’ımdı, ama çok zayıflamıştı. Selimiye’de yargıladılar çocukları. Açlık grevleri sırasında mahkemeye getirildiklerinde hallerine çok üzülüyordum. Bir keresinde, Doğan yüzündeki cop izlerini mahkeme heyetine göstererek ‘Bizi mahkemeye getirdiklerinde çırılçıplak soyup çirkin arama yapıyorlar. Bunları tutanaklara geçirmenizi istiyorum’ dedi. Babası göremiyordu artık, ama bu olayı duyar duymaz ‘haydi hanım’ dedi ve evden çıktık. Başbakan’a, Genelkurmay Başkanı’na, her yere telgraflar çektik” diyen Leman Teyze’yi, cezaevi kapılarında başka bir hayat beklemektedir artık.

Yine aynı yerde, banklarda buluşurduk
“Acı insanı birbirine bağlıyor. Haftanın üç günü otobüs tutup Ankara’ya gidiyorduk. O zaman, Günaydın adında bir otobüs firması vardı, bize indirim yapıyorlardı. İçimizde görüşe gelebilmek için alyansını satan yoksul anneler vardı. Faydası olurdu bu indirimlerin. İlk zamanlarda, doğudan, Diyarbakır’dan fazla gelen olmazdı. Ankara’da Güven Park’ta buluşur görev bölüşümü yapardık. Kimimiz Genelkurmay’a, kimimiz Kara Kuvvetleri’ne, kimimiz Meclise, kimimiz de partilere dağılıyorduk. Öğle olunca, ellerimizde simitlerle yine aynı yerde, banklarda buluşurduk.”

Hep doğuya gidilerek de batıya varmak mümkündür
“İçeride işkence vardı, tek tip elbise uygulaması vardı, tutuklular yeterince beslenemiyorlardı. Tutukluların yaşam koşullarının düzeltilmesi için, Adalet Bakanlığı’na, Genel Kurmay'a, Meclis'e giderek taleplerimizi dile getiriyorduk. Bütün polisler artık biz tanıyorlardı. İsviçre’den bir heyet gelmişti. Cizre’yi, Batman’ı, Midyat ve Mardin’i gezmek, yaylalara çıkıp göçebelerin kıl çadırlarını görmek istediler” diyen Anne Fırtına, bu sefer insan hakları rehberi değil, turistik rehberidir. Her gittiği yerde onu tanıyan komiserler, polisler ‘buralarda ne işiniz var’ diyerek çatmadan çehrelerini sorarlarmış. Oysa, devlet daha sonraki yıllarda oralarda da onlara çok ‘iş’ çıkaracaktır. Vedat Aydın öldürülür, yen içinde kalmaz kol. Yer gök inler Diyarbakır’da. O gün İnsan Hakları savunucusu yoldaşının cenaze törenindedir anne Fırtına. Hep doğuya gidilerek de batıya varmak mümkündür.

Çatmazlar çehrelerini, imanlarını boğdurmazlar
Bir seferinde, Kara Kuvvetleri’nden bir albay, çatıp çehresini, hiddetlenerek, diş macunu tüpleri içine bildiri koyarak içeri sokulduğunu iddia eder. Adalet Bakanı Oltan Sungurlu durur mu yerinde. O da, ailelerin iç fanilaları eroinle ıslatıp kurutarak içeri yolladıkları iddiasında bulunur. Gaflet ve delalet içindedir Oltan. Oysa o güne kadar içeri yiyecek, giyecek, okunacak kitap, yazacak kalem bile alınmamıştır. Tutuklular cezaevi kantininden alışveriş yapmakta, giysilerini yamalayarak giymektedirler. “Çocuklarımızın fikirlerine tahammülleri olmadığı için, bu tür yakıştırmalarda bulunuyorlardı” diyen Leman Teyze ve arkadaşları bu haklı davada toplumun büyük bir kesiminin desteğini alarak yollarına devam ederler. Çatmazlar çehrelerini, imanlarını boğdurmazlar.

İlk açık görüş ve baba Fırtına
“85’te, beş dakikalık olan ilk açık görüşümüzü kazandık. Kurban Bayramı 26 Ağustos, bayramın ikinci günü olan 27 Ağustos açık görüş. Görüş günü sabah kalktık. Eşim ‘haydi hanım bayramlaşalım’ diye şakalaştı bizimle. Gelininden kahve istedi. Kahvesi geldi, içti on beş-yirmi dakika sonra kalp krizi geçirdi. Kurtaramadık. Yanımda kardeşlerim var, çocuklar var. Ben evvela anayım, kaç senedir oğlumla yüz yüze görüşemedik, kucaklaşamadık. Evvela oğluma gideceğim, onu ziyaret edeceğim ve gelip cenazemi kaldıracağım, dedim. Gitmesem oğlum da beni merak edecek. Babasının hayatını kaybettiğini başkasından değil, benden duysun istedim.”

Fırtınaların arasına ölüm girmiştir artık
‘’Çok perişandık. Görüş sabahı kardeşim ve küçük oğlumla görüşe gittik. Doğan ‘babamın gözleri rahatsız, geç gelirler’ diye düşünmüş. İsmi okununca, Doğan alelacele geldi ve ‘anneciğim, babamı getiremediğine göre kaybettik herhalde’ dedi. Ben sürekli ağlıyorum. ‘Ağlama anacığım, sen bize lazımsın, buradaki bütün çocuklara lazımsın, ağlama. Kendini üzmeyeceksin. Ölüm bu, ne yapalım. Benim için üzülme. Arkadaşlarımın yanındayım, onlar beni teselli ederler, sen üzülme’ diyerek o beni teselli etmeye çalıştı. Beş dakikalık görüş bitti ve o gün ikindi namazından sonra eşimi defnettik.’’ Baba ve anne Fırtınaların arasına artık ölüm girmiştir. Ölümün yurduna sürgün gitmiştir baba Fırtına. Çünkü, insanın istemeyerek çıkarıldığı her yolculuk sürgündür.

Koca karı kendimi iyi hissetmiyorum
Zamanla kendi örgütlenmeleri olan İHD’yi kurarlar. O zamanlar Türkiye Büyük Millet Meclisi, 1 Eylül Dünya Barış Günü açılmaktadır. Tutuklu aileleri, Çanakkale, Bursa ve Eskişehir cezaevlerini ziyaret ederek, Ankara’da Meclis’e giderler. Amaçları barış çağrısı yapmaktır. İçeri alınmazlar. Didar Şensoy, Leman Teyze’ye "koca karı kendimi iyi hissetmiyorum" der ve yığılır yere. Arkadaşının ölümünü duyurmak yine Fırtınaların annesine kalır.

Der Özal
Özal, ölmeden bir ay önce, İHD heyeti Çankaya’ya çıkar ve Cumhurbaşkanı’na İnsan Hakları Dosyasını verir. Heyetin en yaşlı üyesi olarak göründüğü için, Leman Teyze’ye bakarak "bugün karşınızda olanlar, yarın yanınızda yer alacaklar. Sakın bu mücadeleyi bırakmayın" der, Özal.

Bugün Leman Teyze’leri için kapılarını açık tutuyorlar
Üç askerî darbe görmüş, üç çocuğu ve eşini toprağa vermiş bir asker eşi, bir insan hakları savunucusu, devrimci annesi ve bütün tutukluların Leman Teyze’sidir, o.

İHD’nin Genel Başkan Yardımcısı’dır. Işıkveren’e kadar giderek, Halepçe Katliamı'ndan kaçan Kürt mültecilere ilaç taşıyandır o.

12 Eylül öncesi, iki kez evi, bir kez işyeri bombalanan, faşistlerin hedefindeki aydınlardan biridir o.

“Aslında kapımızın önündeki ayakkabıların bir fotoğrafı çekilseydi o zaman, o ayakkabılar çok şey anlatırdı’’ diyen Leman Teyze’nin o günlerde kapısını açık tuttuğu bütün çocukları bugün Leman Teyzeleri için kapılarını açık tutuyorlar.


(*) Fırtına’nın annesi 
2 Nisan 2015 yılında yitirdiğimiz Leman Fırtına anamızın anısına saygıyla, 2004 yılında Tükenmez Dergisi’ne yaptığım röportaj.