Lütfen bekleyin..

Fadıl Öztürk

Ummak ağacı

20 Mayıs 2017, 10:21

Siz yazdıklarımı vicdanın toprağına ektiğim bir ummak ağacı sayın. Elbet bir gün meyvesini verir dünyaya, diyelim...


Doğduğumuzda nüfusa kaydederek sayıyorlar bizi, okulda sınıfta yoklama yaparak. Varlığımız armağandır onlara, ama eğer yoksak o gün okullarında, ömrümüzden gün alır gibi bizi yok yazıyorlar yoklama defterinde uluslar hanesine. Yokluğumuz başlı başına bir var olmadır onlar için. Bizi yok sayarak kendilerini var ediyorlar. Garip bir denge bu, hep şiddetten beslenen...

Çünkü bazı kavramlar karşıtlıkları olmadan var olamazlar. O hep kötülediğimiz karanlığı çekip aldığınızda, aydınlığın esamesinin okunmaması gibi. Gün doğumundan, suya inen güneşle gelen akşamı almak gibi. Aşktan, mutluk çıkarıldığında bedenine yabancılaşan kalp gibi. Dağlar yeryüzünden silinince düzlüklerin anlamını yitirmesi, bütün dünyanın birden çöl olması gibi. Yeryüzü çöllerini sayar gibi bizi sayıyorlar, vahalar çocuklarımızın yüzüne bakarken yanağımızda çukurlaşan gamze...

Askere alırken saçları sıfıra vurularak ve tek tip erat elbisesi içinde ‘eşitleyerek’, ilkokulda fasulye sayar gibi sayıyorlar bizi. Amele pazarında işe göre alıp bizi, bir kamyon kasasına doldururken parmakla saydıkları gibi. Onlar için, tıpkı dilimiz gibi adımız da önemli değildir. Hepimiz zencinin olmadığı yerde buğday benizliyiz, esmeriz, birer doğuluyuz, değil Kürt. Onlar için değil insan, ucuz iş gücü kadar önemliyiz. İşleri kadar yer kaplar, işleri bitince biz de biteriz onların hayatında. Eve ekmek götürmeye, emeğe sayılmaz alınterimiz...

Bir nedenle içeri düştüğümüzde ‘hoş geldin dayağı’ndan sonra bizi tek tek sayarak alırlar tecrit hücrelerine, üstümüz başımız kan ve keder. Bizi suçlu gösterdikçe kendilerini bir o oranda masum kıldıkları ülkede yaşıyoruz. Bazen varlığımız, bazen yokluğumuz besliyor onları. Varlığını durmadan besleyen, yokluğumuzla bir kese kâğıdı gibi onları içe çökerten birer alâmetifarikayız onlar için. Ama bunca ölüm ve yıkıma, bunca hapishaneye rağmen bir türlü yok da olamıyoruz bir türlü...

Tıpkı mutluluk ve mutsuzluk kavramları gibi. Bizim mutsuz olduğumuz her durumda, onların mutlu olması gibi. Buna o kadar alışmışlar ki, Kobani uzun bir direnişle barbarlardan geri alındığında duyduğumuz mutluluk, onları yeryüzünün en mutsuzu yapması gibi...

Bir ailede en dipte duranın, en imkânsızın, en pejmürdenin, en yolunu çıkarmayanın, ya da kimseye mihnet etmeyenin durumu, ailenin geri kalanlarının kendini iyi hissetmelerini sağladığı gibi. Bir gün o mihnet etmeyen mutlu olduğunda tüm ailenin mutsuz olması gibi. Çünkü o noktadan sonra her aile bireyi kendi mutsuzluğuyla tanışmış olur. Ve o tanışma, kendine ağlamayı da beraberinde getirdiği için, başkasına ağlamaktan daha kötü ve zordur. Çünkü onlar mutluluğu hayattan arayıp bulmaz, başkalarının mutsuzluğundan beslenirler...

Hak ve adaletin olmadığı bu mavi gezegende, ne kadar kötülük varsa, mutluluk arayanların başına gelmiş midir? Şili’de umuda ozanlık yapan, parmakları kesildiği halde şarkılarını o stadyumda, kuşları havalandırır gibi söyleyen ve cesedi okyanusa atılan Víctor Jara onlardan sadece biri değil mi? Ki, onlar hayalcilerdir, mutluluğu ülkesine giydirmek için evlerinden çıkanlardır. O arayışta bir daha evlerine dönmeyenlerdir. Ve hala o yolda mevzilerini terk etmeyen devrimcilerdir, ölüm tehditleri alan aydınlar, içeri atılan, sürgünde yaşamaya mecbur bırakılan yazarlar, gazeteciler, canına okunan öğrenciler, öğretmenler ve öğretim görevlileridir.  Hak arayanların sınıfından saymazlar onları...

Dünya nüfusunun çoğunluğuna rağmen, egemenliğini elinde tutanlar, değil sadece insanların, tüm canlı hayatın inlemelerine bir gün olsun dönüp bakmadılar bile, değil yarasına merhem olmak. En dipte kalanların bedenlerine, yaralarına basa basa yeryüzüne çıkarak kendilerini ulustan saydılar...

Görünen o ki, hak arayışında gıdım gıdım mutluluğu yakaladıkça biz, zalimleri kendi mutsuzluklarıyla tanıştırıyoruz. En büyük kabahatimiz belki de bu. En ufak mutluluğumuz onların cephesini birbirine düşüren, dağıtan neden oluyor bu yüzden. Bir halk olmaya çalışırken adeta hak ve adaletin turnusol kâğıdı olduk çok kere.

Bu nedenle iyi bizim odalarımızın penceresinden bakılınca görünüyor. Güzel bizden kendine bakınca görüyor dünyasını. Sevinç bizim acılarımızdan süzülerek dudaklardan gülümsemeye dönüşüyor. Ki, bütün bunlar kolay olmuyor elbet. O kadar kötü şey yaşadık da geldi ki bu güne, artık hiç bir güneş ısıtmıyor oğlunun, kızının acısını taşıyan anaların kalbini, sırtını duvara vererek, kederlerini tütün gibi sarıp, uzaklara bakan babaların…

Dünya şiddetle inlerken, doğru bildiğini yazmak bir şeye yarar mı, bilmem. Siz yazdıklarımı vicdanın toprağına ektiğim bir ummak ağacı sayın. Elbet bir gün meyvesini verir dünyaya, diyelim...

 

ozturkfadil@artigercek.net

 

Bu haber 1060 kere okundu
  • Bu haberi paylaşın:
UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik ve tamamı büyük harfle yazılan yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları
1200 gün önce
1318 gün önce
1324 gün önce
1340 gün önce
1368 gün önce
1396 gün önce
1424 gün önce
1452 gün önce
1486 gün önce
1606 gün önce
1613 gün önce
1662 gün önce
1676 gün önce
1704 gün önce
1711 gün önce
1725 gün önce
1732 gün önce
1739 gün önce
1781 gün önce
1795 gün önce
1809 gün önce
1822 gün önce
1830 gün önce
1836 gün önce
1858 gün önce
1865 gün önce
1892 gün önce
1914 gün önce
1977 gün önce
2046 gün önce
2060 gün önce
2102 gün önce
2145 gün önce
2194 gün önce
2221 gün önce
2236 gün önce
2278 gün önce
2299 gün önce
2327 gün önce
2432 gün önce
2439 gün önce
2460 gün önce
2467 gün önce
2474 gün önce
2502 gün önce
2516 gün önce
2530 gün önce
2551 gün önce
2967 gün önce