Zor zamanlar önünü kesince insanın ülkesinden başka ülkelere çıkar. Okyanusları aşar, kıtaları geçer. Hepsinden öteye çocukluğunu geride bırakarak, kendi hayatını gün gün geçip gider.


Dersim’den Elazığ’a göç etmiş, tek katlı kerpiçten yapılmış bahçeli evlerin oluşturduğu, Kırklar Mahallesi’nin bir evinde doğmuştu Memo. Mahalleye kentsel dönüşüm girmese, olduğu gibi bugüne kalsaydı, benim anlatacağım da bir masal olurdu. Geçen zaman çok acımasız... 

Elazığ’da birinci kuşak bizdik, Memo ve yaşıtları bizden sonraki ikinci kuşak olarak takip ettiler. Anti faşist mücadelenin rüzgarında büyümüş çocuklar olarak görün siz onları. Yaydan fırlamış ok gibiydiler. Onları o gün tutana helal olsun. Çoğu zaman bizleri de pasifistlikle suçlarlardı ama güler geçerdik onları. Bizden sonraki kuşağın yaşları kaç olursa olsun hiç büyümediler. Askeri darbe onların büyümesine engel oldu adeta. Özlemlerini, hınçlarını hep beraber taşıdılar.  

Ben Memo’yu gecenin karanlığında, birkaç gün önce doğup ölmüş, annesinin yıkayıp kefenlediği kardeşini, günlük normal bir işi yapar gibi mezarlığa götürürken ki halini hatırlıyorum. Kıvırcık saçlı, kaç yaşına gelirse gelsin asla uzamayacak boyu ile Memo’nun kendine has biri olduğu her halinden belliydi. Kardeşini gömdükten sonra gelecek ve yazı ya da afişlemeye çıkacaktı. Siz bunları o günün günlük işleri sayın, kadere inanıyorsanız alın yazısı okumasına sayın. İnsan kolay büyümüyor ülkemizde...

Memo kendi başına eylemler de koyardı, bizim sonradan haberimiz olurdu. Bir gün, benim oturduğum mahalledeki bir bakkalın önünde faşist gençlerin biriktiğini tespit eden Memo, üç beş kafadarıyla bakkalı basıp dağıtarak geri gelmişler. Aksiliğe bakın ki, Memo’yu evine varıncaya kadar tanıyan biri de varmış dayak yiyenlerin arasında. Eylem yapıp karanlığa karışmanın mümkün olmayacağını anlayan Memo eve gidip polislerin gelip kendisini almasını beklemiş. Kaçmamış, illegaliteye çekilecek yaşta değilmiş Memo. Evde olan kardeşinden eylem saatleri içinde televizyonda ne izlediğini sorar. Kardeşi de Latin Amerikan dizisi olan Köle İsaura’nın oynadığını söyler Memo’ya.

Polisler Memo’yu almaya gelmeden önce diziyi saniye saniye kardeşinden öğrenen Memo, polisin gelip kendisini almasını bekler. Öyle de olur. Karakolda bir ton dayak yiyen Memo, evde dizi izlediğini söyler de başka bir şey söylemez. Dayak yiyip ağzı burnu dağılan faşistin tanıklığı Memo’yu içeri atmalarına yetmez. Memo diziyi izlemiş gibi bir bir anlatarak polisleri ikna eder. Arkadaşlarını da ele vermeden evine dönen Memo’nun hali perişandır. Polis dayağı yiyerek ve kimseyi ele vermeyerek çocukluğundan çıkarak büyümüştür Memo... 

Memo’nun bu cengâver haliyle hepimizi pasif olarak eleştirdiğini çok sonra öğrenecek gülüp geçecektik. Elazığ’daki kadrolar yeni bir düzenlemeyle her biri başka alanlara kaydırılınca Elâzığ bizden sonraki kuşak olan Memo ve yaşıtlarına kalmıştı. Bizim o güne kadar hiç yapmadığımız şeyi, mahalle girişinde kimlik kontrolü yapmaya kalkınca polis tarafından baskın yiyen Memo’nun ekibinin tamamı Memo hariç suç aletleriyle yakalanırlar. Memo artık firardadır. İllegaldir Memo. Yakalanan arkadaşları konuşsalar da Memo bir türlü ele geçmez. Cevval bir gençtir Memo, mahalleli onu yedirir, içirir, polise yakalatmaz...  

Ekibi yakalanıp, konuştukları için Memo’nun rahat gezdiği günler orada biter. Bütün aranan insanlar gibi karanlıkta içilen sigaranın ateşi gibi bir görünüp bir kaybolarak 12 Eylül’e kadar gelir Memo. Arananlar listesindedir artık. Şehir Memo’ya dar edilmiştir. Feryat figan Elazığ’dan çıkarılmasını ister. Bunu duyan arkadaşlar da Memo’yu alıp ver elini Suriye. Memo bırakın bir kente sığmamayı, ülkeden taşmıştır artık. Üç kişi başlamış, tek kişi kalmış Memo, Suriye’de de durmaz, kendinden önce Elazığ’da çalışan arkadaşlarını pasiflikle suçlar. Başına buyruk davranan Memo’yu arkadaşları Suriye’den İsveç’e çıkarırlar.  

Memo, İsveç’te örgütsüz ve bir başınadır. Boyu hiç uzamayan Memo, kıvır kıvır saçlarını uzatır. Bu yetmez Memo'ya, sağ mı sol mu bilmem ama bir kulağına iki küpe birden takar. Freni patlak kamyon gibi dolaşır İsveç’te, tatmadığı içki, içmediği sigara kalmaz. Kendisinin başladığı günü, kendisi bitirir halde yaşar Memo. 

Gel zaman, git zaman 12 Eylül’ün üstünden ne kadar zaman geçtiyse geri döner Türkiye’ye, Türkiye’de Elâzığ şehrine. Hozat Garajı’ındaki Kristal Otel’ine yerleşir. Kısacık boyu, uzun kıvırcık saçları ve küpeleriyle tanıdığı bütün evlerin kapılarını çalar Memo. Sanki herkes Memo’nun çekip gitmesiyle beraber terk etmiştir o kenti. Birkaç esnaf ve tanıdık aile de onun geçmişle ilgili boşluğunu dolduramaz. Gidiş o gidiş, bir daha ne Türkiye’ye ne de Elazığ’a döner. Son aldığım habere göre, İsveç’te yetmemiş Küba’ya göçmüş Memo... 

Birinci kuşak bizdik, ikinci kuşak bizi on yaş geride takip eden Memo’nun da dahil olduğu kuşaktı. Bir de üçüncü kuşağımız vardı, daha ilkokula bile başlamamış, bizim mahalle derneğinden aşırdıkları afiş ve dergilerle bir evin kömürlüğünü kendilerine dernek yapan çocuklar vardı. Onlara ne oldu hiç bilmiyorum... 

İnsan önce büyür, evden çıkar kapısının önüne. Kapısının önünden mahalleye çıkar. Durmaz yerinde insan, mahalleden o şehrin bulvarlarına çıkar, o da yetmez durmadan büyüyen insana. Kendisini ülkeyle beraber kurtarmaya çalışır. Zor zamanlar önünü kesince insanın ülkesinden başka ülkelere çıkar. Okyanusları aşar, kıtaları geçer. Hepsinden öteye çocukluğunu geride bırakarak, kendi hayatını gün gün geçip gider. Aslında doğmakla beraber kendini aramaya çıkar her insan, bulur mu bilinmez...