Romanın içinde ne mi var? Kitapta bir ağacı hiç unutturmayan kâğıttan sayfalar, gök, ırmak, dağlar, Musa Dede, Sey ayı, kalbi kırık bir kadın, gıda ambargosu, doğuya bir yolculuk. var.


Bu roman üzerinden Metin Aktaş’la yapılan röportaj ve tanıtımları okudum. Evet, bir şeyler anlatıyor, okurlara bilgi veriyorlardı ama okuru kitabın içine sokmuyorlardı. Ben böyle hissettim, bu hissedişimi de kabalığıma sayın siz...

Romanı okurken neredeyse her sayfada bir bölümün, paragrafın altını çizdim, hem de bunları ne yapacağımı, nasıl kullanacağımı bilmeden. Alıntıları aktarsaydım, okura kitap tanıtımı değil, bir nevi kitap özeti yapmış olacaktım, bu da doğru olmayacaktı. Uzun Yaz romanı beni kendi atmosferine çekti. Orada sayfa sayfa, sözcük sözcük yol aldım desem doğru olacak.

Türkiye’de herkesin okuduğu okullardan, çalıştığı şantiyeden, askerlik yaptığı kışlalardan, oturduğu mahallelerden ve yattığı cezaevlerinden tanıdığı bir Dersimli arkadaşı vardı zaten. 12 Eylül'le beraber bunlara her ülke ve ulustan insanlar da eklenmiştir. Dersimlileri bir vesile ile tanıyan, arkadaş olanların gözünde 'onlar iyi insan' lardır. Onlar hakkında önyargılı olanlar, onlarla hiç tanışmamış, ekmeğini yememiş, suyunu içmemiş, sofrasına oturmamış, yoldaşlık yapmamıştır. Ki, bu kesim önyargıyla kendilerini cahil bırakanlardır. Dertleri onların başını yesin...

Romanın içinde ne mi var. Ne yazsam eksik kalacak biliyorum ama yine de yazayım; Kitapta bir ağacı hiç unutturmayan kâğıttan sayfalar, sayfa numaraları, matbaanın mürekkep kokusu, gök, ırmak, dağlar, Musa Dede, Sey ayı, askerler, kalbi kırık yabacı bir kadın, doğuya yapılan bir yolculuk, gıda ambargosu, doğayı yutan baraj gölleri her ama her şey var. Aşk ne bunların önünde, ne de arkasında, aşk onlarla eşit boydadır orada. Kavak ağacından yağan pamuk, anıran eşek, ceviz dallarında oynaşan sincaplar ve saldırgan horoz.. Dağa gitmiş kardeş, vurulmuş baba ve o babanın yasının içinde yaşayan Zel Hatun ve Zel Hatun’un kayınbiraderi olan köy muhtarı Cafer’in kendini bir gece, bir söğüt dalına asmasının gizli nedeni, altın madeninin laneti...

Ceviz ağacı dikenlerin başına ne geldiğini bilmezsiniz orada. Bilseniz de inanmak istemezsiniz. Nasıl anlatayım ben size... Ceviz ağacının kökü, onu diken adamın boyun kalınlığına erince diken adam ölürmüş. İster inanın, ister inanmayın ben böyle bir acının tanığıyım.

Konyalı bir din yobazıyla evlenmesinden edindiği yabancı düşmanlığıyla, kızının sevdiği Dersimli mülteciyi ihbar ederek sınır dışı ettiren Alman bir kadının, yine kızı yüzünden doğuya, Türkiye’nin doğusundaki Dersim’e yolculuğu ve Dersim’de yaşadıklarının kendini nasıl değiştirdiği anılarını içeriyor bu kitap. Belki de batıya gittikçe kendinden uzaklaşan insanlığın, doğuya döndükçe yitirdikleriyle yeniden tanışmasının da bir özetidir bu roman. Bir fanustan çıkışın öyküsüdür...

Sonuçta Alman kadın bir kız vermiş, yeni bir hayat kazanmıştı Dersim’de. Hikâyeyi böyle de özetlemek mümkün. Psikologların onun ırkçılığına bulamadıkları çareyi kızının aşkıyla Dersim'de bulmuştu. Bazı dertlere çare reçetelere yazılan ilaçlarla değil, derdin kaynağına gitmekle oluyormuş...

Alman annenin o güne kadar Musa Dede’nin nerede yaşadığını bilmediği, bir kere olsun yüzünü görmediği ama 35 yıldır onu beklediğini onunla karşılaştığını öğrenmesini onun anlatımı ile aktarayım:

"Düşünüyorum da eğer o gün hastanede Arap kadını dövdüğüm için sinirlenip eve gitmeseydim, parkta şiddetli yağmurun altında oturan göçmeni görmeseydim, çok hasta olduğum için kızımı eve çağırmamış olsaydım, eve gelen kızım parkta yağmur altında oturan, sırılsıklam göçmeni evime getirmeseydi, sonra da ben kızımla göçmenin evliliğine karşı çıkmamış olsaydım, belki de hiç bir zaman otuz beş yıldır yolumu bekleyen Musa Dede’yi tanımayacak, Musa Dede de beni tanımadan ölüp gidecekti’’ diyor. Alıntının sayfasını bile yazmıyorum. Gönül rahatlığıyla, 'gidin kitabı alın devamını kendiniz okuyun’ diyorum...

Metin Aktaş kimdir, daha önce neler yazmış diye dert edinin. Bir yazarı tanımak, onun yazdıklarını okumak bir ömre zarar olarak yazılmamıştır bugüne kadar.

Benim Metin Aktaş’ım Dersim’den Elazığ'a göç etmiş bir ailenin, şehri yukarıdan bir yaygı gibi saran semtlerden Yıldız Bağları’nda oturan, market değil bakkal işleten, işlettiği bakkal kontralar tarafından yakılan, sanki yazmak için sükût duran, benim gibi 12 Eylülden payına düşeni yeterince almış bir arkadaşımızdır. Bütün romanlarının yazımına bakkala alış veriş yapmaya gelen çocuklar, kadınlar, genç kızlar tanıktır. Yüzünde bilgiçliğin değil, bildiğini anlatmanın dinginliği vardır Metin’in. Metin’in ‘Uzun Yaz’ romanını ne kadar tanıttım size bilemiyorum. En iyisi siz Uzun Yaz romanını okuyarak kendiniz tanıyın onu. Bunu da Metin'e değil, kendinize iyilik sayın, derim...

Uzun Yaz (roman) Yazarı: Metin Aktaş. Aram Yayınları, 256 sayfa,

ISBN 978-605-293-005-2

---------------------------------------------------------------------------

Metin Aktaş’ın bugüne kadar yayınlanan diğer kitapları:

Beyaz Dağ (Çerçeve yayınları)

Sürgün (Fam Yayınları)

Yezda (Aram Yayınları)

Avesta (Fam Yayınları)

Rüzgar Ateş Gibi Yakıyordu (Fam Yayınları)

Cefr (Doz Basım Yayın)

Sürgün (Doz Basım Yayın/ Ütopya Yayınevi)

Dicle (Doz Basım Yayın)

Nişancı (Doz Basım Yayın)

Harput’taki Hayalet (Belge Yayınları/İletişim Yayınları)

Son Derviş (Ütopya Yayınevi)

Cennetin Ölümü (Tudem Yayınevi)