Başımıza ne geliyorsa insan kalmakta ısrar etmemizden geliyor. Kefen parası gibi sakladığım sözcüklerden yapılmış bir küfür savuruyorum. Son günlerde 'kötü alışkanlıklar' edindim…


Pazarda parlatılmış elma, iyi film, sigara öksürüğü ve fırınlanmış hayatlar, hijyen cennet, izole burjuvazi, mikrobik muhalefet, başımı koyduğum yastıkta kuştüyü katliamlar ve 'cumhuriyet' için durmadan okunan selalar kesiyor yolumu. Bir düdük sesiyle, Edirne’den Kars’a kadar bütün bir ülkeyi tuş ettiği zamanlar çok eskide kaldı. Gelen gideni aratıyor cümlesi dolaştıkça içimde küfrediyorum. Son yıllarda 'kötü alışkanlıklar' edindim…

Düş kurmakta çağın suçlusu olduk… Cezamız her yerde boyumuzdan uzun, ağırlığımızdan fazla. Yeryüzünde kapladığımız alandan taşan bir emirle aranıyoruz. Varlığımızla değil, suçumuzla dünyalı sayıyorlar bizi. Kaç kere yakalandık, kaç kere 'Dur!' ihtarına uymadığımız için hemen orada öldürüldük, hatırlamıyorum. Mezarımıza bile tahammülleri kalmadı, yerin altının bir farkı yok yerin üstünden. Ölmenin bile bir işe yaramadığını anladığım anda, kafamı pencereden uzatarak dışarıya, avazımın çıktığı kadar bağıra bağıra küfrediyorum. Sabrımdan taşmak gibi 'kötü alışkanlıklar' edindim…

Ey sabrında sabahladıklarım, selam verip selam aldıklarım, büyük şehirlere sığınan dost ve akrabalarım, inadına tutunur gibi o ırmak kenarına tutunan şarkıların bile yetişemediği uzaklarda kalanlar, ey yar sanma ki dünyayı sadece bedenimize ettiler dar. Dert etmiyorum, gider karışırız toprağa ama ruhumuzda dünyadan alınmış asla kapanmayacak yaralar var. Oysa şarkılar böyle çıkmazdı dudaklarımızdan, böyle yol alıp varmazdı duyacak olanlara. Kızıp, öfkemin içinde uyuyup uyanıyorum, olmuyor. Bir namludan fırlayan ve asla geri alınmayacak bir mermi hızında küfürler ediyorum. Son günlerde 'kötü alışkanlıklar' edindim…

Atmosferden yeni geçmiş bir yıldız taşıyım sanki, yeryüzünde mülteci. Kıyıda dalgalara, çölde rüzgâra aldırmadan, dünya tarihini bir kum tanesinde taşır gibi, 'seni asla yere düşürmeyeceğim’ diyorum. Kim nerede hangi bedenle yaşıyorsa orada, üstüne alarak, giyiniyor bu sözümü. Öyle sokağa çıkıp, öyle eve dönüyor. Sonra, bayrak değil bayraklara taşınan kan olduğumuzu anlar anlamaz sinirlerim tepeme çıkıyor. Hemen orada, etrafıma bakınarak bir taş, bir sopa arıyor gözlerim. Gözlerim fırladı fırlayacak, benden de asabi gözlerim. Dişlerimi sıkarak, olmayacak küfürler ediyorum. Son günlerde 'kötü alışkanlıklar' edindim…

Bu fotokopi cumhuriyetinde başımıza ne geldiyse insan olmaktan geldi. Terzilerin elinde bir makas olsaydık ağzımızı bir kere açmaz, kumaşları üzmezdik. Yolcusunu istasyondan alan tren olsaydık hiç makas değiştirmeden çok uzaklara yol alırdık, ardımızda raylar soğuyarak susardı. Taş olsaydık dile gelip, akşamdan sabaha sabahtan akşama kadar durmaz, dünyanın derdini dökerdik odaların boşluğuna. Balık olsaydık, sırt dönüp sulara, kendimizi karaya vururduk. Kuş olsaydık gökyüzüne küser, bir daha değil havalanmak, başımızı bile kaldırıp bakmazdık göğün yüzüne. Trafik lambası olsaydık, zulme asla yeşil ışık yakmazdık… Dedim ya, başımıza ne geliyorsa insan kalmakta ısrar etmemizden geliyor. Dar günümde işime yarar diye, kefen parası gibi sakladığım sözcüklerden yapılmış bir küfür savuruyorum dilimin olanakları, sesimin olanca gücüyle. Son günlerde 'kötü alışkanlıklar' edindim…

Ben eskiden böyle değildim. Küfürden önce bir umut doğardı dudaklarımdan. Her sabah yüzümü ışıkla yıkar 'Günaydın' derdim bütün sevdiklerime. Her akşam çocukları uykularından önce öper ‘'İyi uykular ve renkli rüyalar' dilerdim, çocukları inandırırdım. Bir espri ile büyüklerin dudaklarında bir gülümseme bırakırdım. Kış bu yüzden yerini bahara bırakır, yaz bu yüzden işgale yeltenmezdi bütün hayatımızı. Adını koyamadığımız bir beşinci mevsimdir siyah beyaz yaşadığımız. Ama küfürlerimin hepsi siyah beyaz değil. Dolaşıma o an soktuğum ve asla tekrara düşmediğim, uçurtmalar gibi zulmün göğünde uçuşan, sahibinden başkasının asla giyemeyeceği rengarenk küfürler ediyorum. Son günlerde 'renkli alışkanlıklar' edindim…