Türkiye siyasetinde bir turnusol kâğıdı görevi gördüğü için yazının başlığına Kürtleri çıkardım. Siz, başkasının acılarını acıları sayanları, devrimcileri, baştan ayağa yaz oldukları halde bir türlü kıştan çıkamayanları ve sevinçleri gün yüzü görmemişleri de katın buna. Balkonunuzun hemen dibinde size göz kırpmak için her bahar açan çiçekleri, doğmaktan asla vazgeçmeyen bebekleri de koyun bu yazının içine. Dert etmeyin, daha fazlasını da kaldırır bu yazı.
Tarih içinde Kürtler her görünür olduğunda, onları görünmez kılmak için zamanın kan dökücü egemenleri her yola başvurmuşlardır. Deyim yerindeyse, başka yurtlarda gözü olmayan, hiçbir yurdu işgale çıkmayan, sadece üstünde yaşadıkları yurtlarında adları, dil ve kültürleriyle var olmalarına tarihin hiçbir döneminde tahammül edilmemiştir, katliam ve sürgünlerle onları görünmez, duyulmaz, konuşulmaz yapmışlardır. Tüm Kürt direnişlerini böyle okumak da mümkün.
Son acil seçim kararıyla başlayan yoğun bakım CB kampanyasıyla beraber HDP’nin görünmeyen, duyulmayan, dışlanan kılınması da Kürt kaderinden başka bir şey değildir. Bunlardan CB çıksa da huyları çıkmaz. Geçtik Cumhur ve Millet İttifaklarını. Selahattin Demirtaş’a kuru övgülerden öteye gitmeyen tavırsızlıklarıyla Kürtleri görmeme hali sola da sirayet etmiştir. Zalimden mi yoksa mazlumdan mı yanasınız? Zaman eveleme geveleme zamanı değil, net vicdani bir tavır takınma zamanıdır…
HDP’ye yapılanları iktidarın havuz medyası tarafından görünmez, duyulmaz, üstünde konuşulmaz olarak tarif etmek bu tecridi tam olarak açıklamıyor ne yazık ki. Bu görmeme hali ulusalcılardan tutun da kendini sol, devrimci ve Marksist diye tanımlayanların üstüne serpilmiş ölü toprağı gibi duruyor. Bir ‘bölünme korkusu’ sağdan sola bütün bu kesimleri en dipte bir araya getirerek Kürtleri görünmez kılıyor…
Kürtler Kobani'de olduğu gibi başlarını kaldırıp her görünür olmak istediklerinde, bütün dünya o direnişe evlat verirken, Türkiye’deki bazı sol kesimler Kürtleri görememek için aklını, vicdanını kapattı. Bunların Kürtleri görmemeleri, az öğretilmiş antiemperyalizm ve seyreltilmiş ulusal değerlerle perdelendi adeta. Kürt’ün bir türlü bitmeyen yokuş yukarı koşması, yokuşun başını tutanların durmadan yokuş aşağıya ateş etme halidir…
Kürtlerin Afrin’de görünür yaşamalarına tahammül edememiş, devlet tarafından savaş naralarıyla işgale girişildiğinde bile, malzemeden yiyerek yaşayan sol cenahın bir kısmına ‘barışçı’ olmak zül gelmişti. Büyük bir savaş karşıtı cephe oluşturulmamış, Kürtler makûs kaderlerine terk edilmişti. Bu haller solun boy aynasıdır. Biraz vicdan…
Kürtlerin faşizme ve inkâra karşı her türlü örgütlenmeleri onları görünür değil adeta görünmez yaptı. Yaşlısından gencine, kadınından erkeğine kadar şehirlerinde, mahalle ve sokaklarında öldürülüp panzerlerin arkasında sürüklendiklerinde bile Kürt olarak değil de terörist olarak adlandırıldılar. Adları kendilerine fazla görülen bir halk olarak ölümle kalım arasında yaşamaya mecbur bırakıldılar.
İnsanı görünür kılan acıları mıdır, yoksa sevinçleri midir? Eğer acıları olsaydı Kürtler şimdiye kadar kırk bin kere yurtlarında görünür olmuş, dünyanın defterine adlarını yazmışlardı. Demek ki, kendilerini görünür kılacak sevinçlerinde daha çok yol almaları gerekiyor. Bugüne kadar gelen zalim giden zalimi arattı. Kürtlerin yurdunda ölüm yorulmuyor bir türlü…
Bütün baskılara rağmen adresini değiştirmeden hala onurunda ikamet edenler, seçim ihtimal hesaplarını bir kenara bırakarak; zalimin karşısında mazlumun yanında, bir Flâmenko dansçısının dansını bitirdiği an gibi mağrur ve asla beş eğmeyen haklı bir gururla durmalıdır. Çünkü bizden sonraki kuşaklara bırakabileceğimiz en büyük mirasımız zalimin karşısındaki duruşumuzdur.