Kamil Öztürk; Zülfü Ağa’nın torunu, Mehmet Ağa’nın oğlu, Annem Güllü'nün abisi, Necla Hanım’ın eşi benim de dayımdır...
İlkokulu bitirince, öğretmenlerinin önerisiyle sanat okuluna gitmek ister. Ancak yetişkin olmadıkları, topraklarını marabalar vasıtasıyla ektirip biçtirdikleri için pek bir kazançları olmamaktadır. Bu nedenle de okula devam edemez. Eş ve dostlarına rica ederek bir çift öküz sahibi olur kendi topraklarını kendileri ekip biçmeye başlarlar...
KAMİL OLAN HAMLİ
Kendisi köyde Hamli olarak bilinmesine rağmen, askerlik yoklamasında adının Hamli değil, Kamil olduğunu öğrenir. Muhtar dayımı nüfusa kayıt ederken, Nüfus memuru ‘Hamli’ adına bir anlam veremez, ‘Tamam ben bu çocuğu nüfusa kayıt eder, bir isim de bulurum ona’ der ve Kamil olarak nüfusa kaydeder. Askerlik çağına kadar Hamli olarak bilinen dayım, askerlik işlemleri için nüfusunu almaya gittiğinde Hamli değil, Kamil olduğunu öğrenir. Kamil olarak silah altına alınır.
PARA ETMEYEN RÜŞVET
İşin gücün en çok olduğu bir zamanda, 4. ayın 17’inde askerlik çağrısı gelir ve gider. Annesi Hatun nenem, rüşvet olarak bir şeyler hazırlar ve yollar Mazgirt’te etkili ve yetkili görevlilerin eşlerine. Derdi, dayımı İstanbul, Erzurum gibi uzak yerlere değil de, daha yakın yerlere yollamalarıdır. Rüşvetlerini almışlar ama bir çaba da göstermemiş, dayımı trenle Erzurum’a yollamışlar. Askerlik de olsa hemşerilik önemlidir, üç beş hemşerisiyle tanışır dayım. O zamanlar okur-yazar oranı azmış, iki yüz kişilik bölükte dayım dahil anca beş kişi okur-yazarmış.
DERSİM 'GAZİSİ' YÜZBAŞI
Yüzbaşıları Dersim gazisi olarak bilinirmiş. Yaralanmamış, sanırım yolunu kaybetmiş ve Dersim köylüleri yedirip, içirip, tekrar götürüp askeri birliğine yakın bir yere gece bırakmışlar ve o günden sonra yüzbaşı Dersim gazisi olarak anılır olmuş. Yüzbaşı Dersimlilere olan minnettarlığı ile dayımı yanına yazıcı olarak almış. Her zaman kurşun ve kılıç yarasıyla gazi olunmuyormuş, Dersim'de insana duyulan saygı da gazi yapabiliyormuş.
ZALİM ÇAVUŞ
Erzurum’da 256. Piyade Alayı'nda eğitime alınırlar ama çoğu asker Kürt olduğu için Türkçe bilmiyormuş. Yozgatlı bir çavuş varmış ve çok zülumkârmış, Kürtleri de sevmeyen biriymiş. Türkçe bilmeyen askerlere tekme tokat girişiyormuş. Dayım ‘Adamların ne günahı var da vuruyorsun, Türkçe bilmiyorlar, bu bir suç mu?’ demiş ve bütün komutları mesai dışında o askerlere öğreterek Yozgatlı çavuşun dayağından kurtarmış...
Dayım Kore’ye sevkiyatından önce o hengamede çavuşluk kursunu bitirir. Kore'ye yollanmak üzere seçim olacağını duyarlar. Kore’ye 51 ve 52’de iki sevkiyat yapılmış bu üçüncü sevkiyat olacakmış. Dayım Kore’ye gitmek yerine bir an önce askerliği bitirip köyüne, işine gücüne dönmek istemiş. Komutanı olan Dersim gazisi yüzbaşı da, dayıma ‘Gitme, gerekirse iznini de katarak seni iki ay önceden terhis ederim, gider memleketinde işine gücüne bakarsın’ demiş.
RÜYA
Bir gece rüyasında Piri Aziz Dede’yi görür. Aziz Dede onlara çavuş olmuş, onunla İzmir’e sevk edilmiş, onunla Kore’ye gitmiştir rüyasında. Daha sonra yaşayacaklarının aynısını görür o rüyada. Bunun üzerine sabah gider, Kore’ye gitmek için müracaat eder ama ‘kadro doldu’ cevabıyla geri döner. Yüzbaşının yazıcısı olarak görevine devam eder. Gelen mektupları dağıtır, okuma-yazması olmayanlara mektup okur, mektup yazarmış. Müracaatının ertesi günü, Kore'ye gideceklerin arasında Elazığ Sivriceli Bekir adında bir erin kel olmasından dolayı Kore'ye yollanmayacağı, Bekir'in yerine kendisinin yollanacağını öğrenir.
SEVK
Trenle Erzurum'dan İzmir’e oradan da Seferihisar’a sevk edilmişler. Erzurum’da buğdaylar daha yeni ekilirken, Seferihisar'a vardıklarında buğday biçtiklerine tanık olmuşlar. İklimler insandan önce giderlermiş gidecekleri yerlere...
MADALYA
Seferihisar’da tepkisiz top, havan topu, Amerikalıların kullandığı silahlar üzerinde eğitim görürler. Dayımı bilgi ve becerisinden dolayı ileri süren gözetlemeci çavuş yaparlar. Ertesi gün bir pusula verip, havan topuna mevzi tespit etmek için bir tepeye yollarlar verilen eğitime uygun davranıp, görev dönüşte de rapor ederler. Komutanları olan yüzbaşı Isparta- Keçiborlu, sert, disiplinli bir komutandır. Raporları Amerikalı komutanlara yollar. O eğitimde gösterdiği başarıdan dolayı dayıma bir de madalya verirler.
31 GÜN SÜREN GEMİ YOLCULUĞU
Kore’ye gidecek askerleri otobüslerle Seferihisar’dan İzmir Konak’a taşırlar. O sevkiyatta Kore'ye 4500 askeri personel gönderilmiş. Bir gemi gelip yarısını götürmüş, geri kalanlar da ikinci gemiyi beklemişler. Limanda askerin Kore’ye gidişi kutlanıyormuş. Davullar, zurnalar, folklor ekipleri... Sanki ölüme değil, yeni bir yaşama yollar gibi uğurlamışlar askerleri. Tıpkı rüyasında Aziz Dede’sini gördüğü gibi bir törenmiş. Kendilerini Kore'ye götürecek gemi gelir ve binerler. İlk durakları Mısır’ın İskenderiye kenti olur. Oradan memlekete mektup atarlar. Sonra Süveyş Kanalı’nı geçip Kızıl Deniz'den okyanusa açılırlar. Gemilerin Kore’ye varışı 31 gün sürer. Karada yaşamaya alışan insanların denizde yolculuk yapması çok zormuş, adeta canları burnundan gelmiş askerlerin. Gemide yemek bolmuş. 38‘den kalma dondurulmuş yemekler bile varmış. Ölüp ölüp dirilerek varmışlar Kore’ye. Kore’nin Hançur Limanı'na ineceklermiş, ama ‘düşman’ haber alıp o limanı mayınlayınca, gemi Mun Sani Limanı’na yönelmiş, gece indirme yapmışlar...
35 GÜNLÜK CEPHE
Onları bekleyen tren ve otobüslerle direk cepheye götürülmüşler. Cephede kazılmış mevzilerde 35 gün teçhizatla yatıp kalkmışlar. 35 gün sonra mütareke yapılmış ve askerleri birliklere çekmişler. Dayımlara 3. Tabur verilmiş. Taburda silah eğitimine devam etmişler. Oranın arazisi ormanları, vadileri, akar su ve yağmurları Karadeniz bölgesini andırıyormuş. 1954’te Kore'ye varmış, 1955 da ayrılmışlar. Bir yıl gibi bir zaman Kore'de kalmışlar. Dayımın deyimine göre NATO'nun askerliği prensipli bir askerlikmiş. Silah, giysi ve yemek bolmuş, neredeyse ayda bir giysi veriyorlarmış.
YAKALANAN KORELİLER
Bu son giden posta hiç çatışmaya girmemiş ama zaman zaman baskınlar oluyormuş. Çavuş olduğu için, taburun sınırlarını bekleyen nöbetçililerden sorumluymuş dayım. Bir gün silahlı, bombalı bir Koreli yanaşmış tabura, o haliyle Türk askerlerinden yemek istemiş. Askerler de ondan silahını almaya çalışırken, Korelinin silahı ateş almış ve kargaşadan faydalanarak kaçmış. Taburdan kaçan Koreliye arkadan ateş açılmış, topuğundan yaralamışlar kan izlerini takip ederek, yerli halkın korunmak için yerin dibinde kazdıkları barınaklara kadar gitmişler. O barınağın dibinde onu topuğundan yaralı bir halde yakalamış tabura getirerek binbaşıya teslim etmişler. Adam yarasından dolayı direnecek durumda değil can derdindeymiş. Binbaşı, dayıma yaralıya kimsenin karışmaması için uyarıda bulunmuş. Sabah Tugaya gelen Amerikalılara esir teslim edilirken, bir kaç Türk askeri yaralıyı süngüyle dürtmeye çalışmışlar. Dayım ve binbaşı mani olmuş, yaralıyı Amerikalılara teslim etmişler. Amerikalılar da esiri sorgulamak için Konori Adası’na götürmüşler. Bu tip münferit tacizler hep olurmuş.
GELDİKLERİDE ISLIK ÇALARLARMIŞ
Cephaneliğe Koreli kadınlar musallat olmuşlar. Kadınlar kuş dili konuşuyorlarmış, dayımın deyimine göre. Binbaşı çağırıp dayımı, ‘Çavuş kendi güvendiğin adamlardan otuz kişi seç, cephane nöbetine gideceksin, kendine ve seçeceğin adamlara güveniyor musun?’ deyince, dayım ‘kendime de güveniyorum, güvendiğim adamlarım da var’ demiş komutanına. Güvendiği, Pülümürlü ve, Erzincanlılar varmış. Niğde Bor ilçesinin Çömlekçi köyünden Bilal Aydeğer adında bir habercisi varmış, mazisini de zaman zaman anlatıyormuş dayıma. Bilal zamanında dayısının kızını istemiş, dayısı da kızını vermeyince kızı kaçırmış ve o kaçırmadan da bir çocukları olmuş. Bilal pek nefsine hakim biri değilmiş. Dayım Bilal'e nöbette sabretmesini kadına kıza karışmamasını istemiş ama Bilal yine de nefsine yenik düşmüş o nöbette.
BİLAL'İ BORCUNDAN KURTARIR
Kadınlar tel örgülerin arasında yol yapmışlar kendilerine ve girmişler içeriye. Bilal kadınların tel örgülerden içeri girmelerine engel olamadığını, bir kadınla yattığını ve kendisinden para istediğini çavuşu olan dayıma söylemiş. On dolar gibi bir parayla yapıyorlarmış bu işleri ve başlarında onları pazarlayan erkekler de varmış. Dayım Bilal'e ‘Sen git onları oradan çıkar, böyle ahlaksızlık bize yakışmaz' der ve Bilal'e on dolar vererek yollar, Bilal'i borcundan kurtarır.
SANDIK, VALİZ VE TORBALAR
Yerlerine yeni birlikler gelince, dayımlar dinlenme kapına alınmış, kendilerini Türkiye'ye getirecek gemileri beklemişler. Gemiler geldiğinde düzenli bir biçimde gemiye alınmışlar. Beraberinde bir şeyler getiren subaylara sandık vermişler. Sandık deyince de küçük, bir iki kişinin kaldırabileceği bir ağırlıkta değil, vinçle kaldırıp gemiye yüklenen türden büyük sandıklardan. Askerlere de alüminyumdan yapılma, bir kişinin taşıyabileceği bavul veriyorlarmış. Dayım da öyle bir bavul edinmiş kendine. Benim çocukluğumdan beri bildiğim bavuldu, dayımın bavulu. Ayrıca torba da vermişler erata. Doldurulduğunda iki kişinin zor kaldıracağı büyüklükte torbalarmış.
BIÇAKTA GÖZÜM KALMIŞTI
‘Sen ne alıp koydun bavuluna?’ diye dayıma sorduğumda. Yiyecek işi yolda bozulur diye almadığını, çokça çakmak getirdiğini söylese de, gerisini getirmeyince ben ona hatırlatmak durumunda kaldım. Bavulunda, şişme bir yastık, üzerinde ‘USA’ yazılı çokça çatal ve kaşık, bir oyuncak maymun, Hindistan cevizi gibi şeyler olduğunu hatırlatınca, dayımdan ‘Aferin’ aldım. Ki ben her iki ailenin ilk torunu olduğum için o hediyelerin hepsi çocukluğumda elimden geçmişlerdi. Çok amaçlı bir bıçağı vardı dayımın, onu sandıkta değil beraberinde taşır ve kimseye vermezdi. Bu görüşmemizde, oğlunun ısrarlı isteği sonucu torununa hediye ettiğini öğrenince, bir şey diyemedim. Bıçakta gözüm kalmıştı...
COLOMBO LİMANI
Gemiye biner ve okyanusa açılırlar, Siri Lanka Adası'nın Colombo Limanı'nda demir atar, 12 saat orada durur geminin ihtiyaçlarını karşılarlar. Erata gemiden inmek yasakmış. Yerli halk kayıklarla geminin etrafını sarar ve askerler ne istiyorlarsa yazıp sepetle aşağı sallarlarmış. Bizim apartmandan bakkala sepet sallamamız gibi. Dayım orada oranın çayını, Hindistan cevizi, bir de Hint kumaşı meşhurdur diye bir elbiselik kumaş alır kendine.
YOZGATLI SUBAY
Dayımın deyimiyle Erdoğan gibi acımasız, azgın ve kinli Yozgatlı bir subay varmış. Subay limanda satılan fotoğraf makinasını almak için bakarken, hırsızlar silahını kaptıkları gibi kayıplara karışmışlar. Zaten liman hırsız kaynıyormuş. İşte o acımasız subay onuruna yedirememiş, gelip kamarasına kapatmış kedini, dışarı çıkamamış bir daha. Ne yemiş, ne içmiş, ne de kimseyle konuşmuş…
İZMİR'E VARIŞ
Arabistan kıyılarından, Kızıl Deniz'den Süveyş Kanalı’nı geçip Mısır’ın İskenderiye kentine, oradan da İzmir’e gelirler. Tıpkı rüyasında gördüğü gibi uğurlanıp karşılanmış dayım. Davul, zurna ve folklor ekipleri ve sevinçle karşılanmışlar ama askerleri gemiden hemen indirmemişler. Önce hasta ve yaralıları indirmişler gemiden. Çeşitli nedenlerle ceza alan ve hapsedilenleri de gece karanlığında indirmişler. Gemiden inen askerleri Güneş 1, Güneş 2 gibi uzayıp giden otellere yerleştirilmişler. Eşyaları başka bir yük gemisiyle geleceğinden, eşyalarının gelmesini bir iki gün beklemişler.
PAZARLANAN EŞYALAR
Gemide yük teslim edenler eşyalara karşın rüşvet alıyorlarmış askerlerden. Rüşvetsiz pek bir eşya çıkmamış gemiden. Dayım da rüşvet olarak Seylan çayı ve kolonya vermiş, kokusu hala burnundan gitmeyen kolonyasını. Eşyalarını alır ve otellerine giderler ama o günlerde askerlerin beraberinde getirdikleri eşyaları pazarlayarak sattıkları, kışlanın yanındaki subay evleri varmış. O pazarda ufak tefek eşyalarını satarak Türk parası edinmişler.
ALDIĞI HİNT KUMAŞI VE EVE DÖNÜŞ
İzzettin Doğan’ın abisi Enver Doğan Robert Koleji mezunudur ve o da gelen askerler arasındadır. Orduda baş tercümanlık yapmış. Enver Doğan olan parasını içkiye yatırdığı için beş parasız kalmış. Dayıma ‘ Evladım görüyorsun, beraber gezip, yiyip içtik ben de para bitti, aldığın kumaşı bana ver de, ben terzide bir takım elbise diktireyim kendime’ der. Dayım Hint kumaşını verir Enver Doğan'a, kendisine İzmir de yerli malı kumaş alır. Babası o zaman mebusmuş Enver Doğan'ın. Ankara’dan. Uçakla gelip oğlunu İzmir’den alır. Dayımın dedelere olan saygısı ona bir takım elbiselik Hint kumaşına mal olur. Sonrasında kendisine kayın baba olacak, Elazığ’da terzilik yapan Abdurrahman Açıkgöz'e İzmir'de aldığı yerli malı kumaştan bir takım elbise diktirir dayım. Babası Mehmet Ağa‘da oğlu Kamil olan Hamli'yi karşılamak için Elazığ’a gelir. Dünyanın doğusundaki Kore'den gelip Türkiye'nin doğusundaki köyüne giden dayım, Kore’de yara değil, anı almıştır.