Lütfen bekleyin..

Fadıl Öztürk

Girdik acısını kendine bina yapanların o harabe kalbine…

14 Ekim 2017, 09:32

Rüzgârla bile konuşan bir dil, ırmaklar gibi gittikçe çoğalan, bir yol arıyoruz kendimize, gökyüzüne ayna...


Zamanın içinden geçip geldik. Çocukluğumuzu büyütüp uzaklarda, dünümüzden çıkıp da geldik. Haritasına asılmış halkların, bayrağını taşıyan sınıfların, yanaklarda gamzeleşen güzellikleri insana yakıştırmaktan geldik. Dizleri üstünde doğrulup, ayağa kalmanın acısını tadan o ilk insandan geldik. Terini hakkı görenlerin adaletinde ayağa kalkıp da geldik bugüne.

Kalbi kırık dünyanın, kalbine dokunduk. Büyüdükçe derdini aldık düz ovaların, çöllerin ve zor zamanlarda başımızı omzuna koyduğumuz bizi taşıyan dağların derdi olduk. Baharda çiçeğini açacak ağacın kaygısını taşıdık. Yorgunluğu üstümüzden ata ata, Nil çocuğun kaygısız gülüşünü takip ederek, Fırat'ın  bir saç örüğü, Dicle'nin diğer bir saç örüğü olduğu yeryüzü güzelliğinin peşine düşerek geldik insanın bizi anlamadığı ama  suların bizi anladığı yere... Taş tabletlere kazıdık, meydan muharebelerinde yaralı ve ölü sayımızla geldik. Sevmekti bütün derdimiz, nefreti silkinip atmaktı insanlığın üstünden. Sevmeye dokunmakla aldık dünyanın derdini…

Gün geldi, kalbimizi verip birine, yeşerdik. Kırılıp döküldüğümüz de oldu kalbimiz sayesinde. Sevmekten başımıza gelene dert demedik, dert demedik yalnızlığımızın dibinde kıpırtısız oturuşumuza. Bir başına mutlu olmanın bir yurdu olmadığını, bir kahkahanın çok rahatlıkla bir çığlığa dönüştüğünü, o dehlizlerde bedenimizin bize fazla geldiği yerde öğrendik. Taşı taşın üstüne koyarak bir duvarı yükseltmek mümkündü, ama insan cesetlerini üst üste koyarak çıkılmıyordu gün ışığına. Gün geldi…

Gün geldi, o gün günümüz oldu. Gün geldi, o günün dününde kaldı hayatımız. Gün geldi, ama biz çıkıp gelemedik bir türlü bizi koydukları yerden. Bekleyenimiz oldu, gözünü yolumuza diken annelerimiz gibi uzun uzun. O annelerin kalbini besleyen hasret olduk hiç istemeden.

Her yerde, içerde, sınırların dışında, ama hayatın içinde, bir ağaç gibi serinlik oldu bize özlenmek. Özlemekle özlenmeyi tartmadık hiç bir zaman, hangisi diğerinden bir gram ağırdır diye. Uyurken rüyada, uyanıkken hayalde, akşam çökünce dünyanın omzuna, eve dönerken hep kalbimizi dinledik. Kalbimiz iyi arkadaşımız, çok yüklendiğimizde bize küsen tek komşumuz. Kalbimiz bizi asla terk etmeyen, kahır kıyamet çilemize katlanan, dünya güzeli sevgilimiz…

Aradığına erememiş sevmelere dokunduk, halkların her kıtadaki iniltilerine. Bir sürgünle başını alıp gitse de, doğup büyüdüğü yerde yaşlananların yüzündeki gölgelerde oturduk Onların suskunlukları biçti bizi ortadan ikiye. Sözü israf etmemiş, yarasına 'sus' deyip uslamış bilgeliğin dili karşısında lal olduk. Olduk kendimiz dışında her şey. Biraz rüyası  bıçaklanmış insan, biraz kendinden ısrar eden ağaç, biraz saatlerin alıp getirdiği gün batımı, biraz karanlığın yorulup teslim olduğu gün sökümü olup, zamanın kabını doldurduk.

Dertlerini derdimiz saydık, hiç 'ah' etmeden. Onların gözlerinden baktık dünyanın dününden yarınına. Onların bedeninde çektik o sonsuz acıyı. Şarkıları gözlerimizden aktı, yanağımız dünyanın yamacı. Kimsenin eve almadığı, o acılara değil komşu, ev sahibi olduk.

Ömrümüz ki, çığlıklardan nasibini almış, bir insanlık sabahıdır. Bütün sevdiklerimiz ya dünümüzde, ya da geleceğimizde. Sonsuz bir yalnızlığın kraterinde homurdanıyoruz. Dudağımıza her götürüp bir nefes çektiğimizde duman ve küle dönen bir sigara gibiyiz. Tiryakisi olduk geceleri rüyalarımızda, gündüzleri hayallerimizde bizi hiç terk etmeyen umutların. Bir ardıç ağacı sabrıyla bu dünyanın yamacında uzağın bizi anlayacağı bir dil arıyoruz kendimize. Rüzgârla bile konuşan bir dil, ırmaklar gibi gittikçe çoğalan, bir yol arıyoruz kendimize, gökyüzüne ayna...

Gün geldi kalbimizi vererek yeşillendirdik, diğer bir kalbi. Gün geldi dörtnala koşmaktan yorgun düşüp çatlayan taylar gibi avucumuzda can verdi kalbimiz. Hayata bu kadar asılmışken, bu kadar gecesiz ve gündüzsüz kalbimize ateş taşırken, bu kadar yurdundan uzak düşmüş, kabını çürüten özlemken, hiç olmadık bir ülkenin o şehrinde ölüyoruz.

Tek tek büyüdüğümüz yerlerde, el yordamıyla öğrendik direnmeyi. Kolay olmadı elbet, bir zulmün içinde eriyip yok olmamayı düşe kalka öğrendik. Öğrenmenin içimizde hiç kapanmayan bir kapı olduğunu, çektiğimiz acılardan, pencereden görünen gökyüzünde başına buyruk dolaşan bulutlardan öğrendik. Bu nedenle bir tarafımız gök, diğer bir tarafımız bulut, bulutta bir çocuk gibi doğma zamanını bekleyen yağmurdur bizde direnmek…

Dokundu kalbimize o mutsuz insanlık.  Son sözü dudaklarından çıkmış eylemci kadar huzurlu değildi, yerle gök arasındaki boşluğa sığmıyordu insanlık acısı. Mazlumun defterinde  yazı çözüldü ve kan akıp mürekkep gibi yayıldı yeryüzüne. Gidecek yerimiz kalmadı, girdik acısını kendine bina yapanların o harabe kalbine…

Bu haber 1022 kere okundu
  • Bu haberi paylaşın:
UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik ve tamamı büyük harfle yazılan yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları
1822 gün önce
1940 gün önce
1945 gün önce
1962 gün önce
1990 gün önce
2018 gün önce
2046 gün önce
2074 gün önce
2108 gün önce
2228 gün önce
2235 gün önce
2284 gün önce
2298 gün önce
2326 gün önce
2333 gün önce
2347 gün önce
2354 gün önce
2361 gün önce
2403 gün önce
2417 gün önce
2431 gün önce
2444 gün önce
2452 gün önce
2458 gün önce
2480 gün önce
2487 gün önce
2514 gün önce
2536 gün önce
2599 gün önce
2668 gün önce
2682 gün önce
2724 gün önce
2767 gün önce
2816 gün önce
2843 gün önce
2858 gün önce
2900 gün önce
2921 gün önce
2949 gün önce
3054 gün önce
3061 gün önce
3082 gün önce
3089 gün önce
3096 gün önce
3117 gün önce
3124 gün önce
3138 gün önce
3152 gün önce
3173 gün önce
3589 gün önce