Lütfen bekleyin..

Ercan Cengiz

Kör Nokta

18 Nisan 2016, 20:26

~~Araç sürücüleri bilirler; sol dikiz aynasından bakınca, araca yakın araç boyunda bir nokta var ki görünmez; görmek için illa ki dönüp bakmak gerekir.

Türkiye'deki trafik kazalarının (siyasi yada bildiğimiz türüyle) büyük çoğunluğu, bu basit kuralın bilinmemesinden veya bilinçli bir şekilde ihmal edilmesinden kaynaklı.

Yasaları gibi trafik düzenlemesi de günü kurtarmaya, kısa yoldan köşe dönmeye, rakibine fark atmaya yönelik olduğu için, sürücüleri ve yöneticileri at gözlüğü takmış gibi sadece önüne bakarak giderler. Yöneticisinin solcu veya gerici-faşist olması farketmiyor; ortak noktalarından biridir bu kör nokta...

Üzerine oturduğu sistem, 'değiştirdim, medenileştim' diye yıllarca insanları kandırdığı, katlettiği, soykırımdan geçirdiği halkların malı-mülkünün talanıyla birlikte, zorla onun üzerine kurulup oturmaktan ibaret olduğu hep saklandı... Allı-pullu kahramanlıklarla dolu sahte bir tarih yazılıp, gencecik beyinlere kazındı...

Küçükken, şehirlerde yaşayan köylülerimiz yaz tatili için gelirlerdi. O ne hikmet, o ne hava! Anadilini unutanlar mı dersin, konuşurken kırıtanlar mı dersin, 'modern'leşip dilini inceltenler mi dersin, tatilin ilk haftasında, abartısız hepsini bir arada görmek mümkün oluyordu!...

Bununla birlikte, köydeki akrabaları da şehirden gelenler gibi yapmaya çalışınca, insan ölü olsa yerinden kalkar gülerdi!...

O yaşlarda, köyün ve kasabanın dışına çıkmamış biri olarak, onların bu zorlama – yapmacık davranışları tuhafıma giderdi. Gelen yaşıtlarımla konuşurken, devrimcilerin öğrettikleri bazı şeyler olmasa onlara öykünebilirdim. Bunun yerine, onların beni dikkatle incelediğini farkederdim. Sebebi, sanırım diğer çocuklar gibi davranmıyor olmamdan kaynaklıydı.
...
Bir insan düşünün ki, bütün hayatı boyunca karnını nasıl doyuracağını düşünsün. Dolayısı ile elinde bir işi varsa eğer, işten eve, evden işe; hergün, yıllarca bunu tekrar etsin!... Öyle ki iş ile ev arasında gidip – geldiği yol bile hep aynı olsun!...

Etrafında ne olup bittiğini görmesi, önlem alması ya da tavır koyması için 'kör nokta' dediğim yere dönüp bakması gerekir. An olur ki hayatı kurtarıyor olmasına rağmen, öyle bir zordur ki bu bakış. Bir domuz nasıl boynunu bükemiyorsa, onun gibi bişey...Direkt burnunun doğrultusunda gitmek varken...

Aynılaşma, birbirine benzeşme, tekleşme diyebileceğimiz şeye bencilliği, monotonluğu da eklediğinizde çekilmez bir hal alıyor insan. Farklılıklar, çekememezliklerle; yetenekler, şakşakçılığa gelmemekle yerle bir edilir...

Tanıdığım yaşlı bir kadın, ''25 yıl aynı işyerinde çalıştım, aynı yoldan gidip geldim'' dediğinde, kadına kaç defa ama nasıl baktım, hatırlamıyorum. Başka ne yaptın?...Diyeceği geliyor ya insanın, demeye gerek de kalmıyor...

Adına insan denilen yaratık, bu olmamalı. Oldukça kısa denilebilecek bir ömrü, kendi eliyle bu şekilde tüketmesine izin verilmemeli.

Bir hayvan bile (insan eli değmemişse eğer) yaşamı boyunca, yaşayabileceği herşeyi kendince yaşar diye düşünüyorum. Onun ömrünün kısa ya da uzun olmasının hiçbir önemi yok. Birilerine, biryerlere yaranmak için değil, kendini birilerine beğendirmek için değil, kendisi için yaşar; deyim yerindeyse doya doya yaşar.

Ne bileyim ben, kendisinin gelişimi için, doğa için, insan için, gelecek için yapacağı bişeyleri olmalı insanın. Dahası, bir başka ülkede, çağında veya yüzyıl sonra da olsa, herhangi bir başka kişinin kendisinden bahsedebileceği, örnek gösterebileceği bişeyleri olması lazım... İnsanın yüzünü güldürebileceği, umudunu büyütebileceği, insan oluşu ile övünebileceği türden bişeyler...

Ama yok. Peki, niye yok?

Geleneksel alışkanlıklar, farkına varmadan herkesi aynılaştırarak kör bir yarışın içine sokuyor da ondan. Sıcak suya alıştırılan kurbağa misali...

Kör nokta dediğimiz noktadır da ondan...

Elinde bir işi, bir evi; altında da bir arabası varsa eğer, dünyanın en mutlu insanıdır. Kazara, elinin altında bir-iki çalışan, ya da söz geçirdiği varsa; bir patron, bir kral, kraliçedir... Elinden yitip gidince de tam bir dilenci, tam bir sokak fahişesi...

Bir ömür boyu, aldığı maaşın ya da kazancının bir kısmını kiraya, bir kısmını taksitlere, kalanıyla da zar-zor geçinmeye, aybaşını getirmeye çalışan milyonların yanısıra, elinde bir işi, düzenli bir kazancı olmayan milyonlarca insan; başını vursan dönüp o kör noktaya bakmazlar. O kör noktaya baktıkları zaman, kendine belletilenin dışında bir dünyanın olduğunu görecekler. Yaşamın, karın doyurmak için kapitalizme hizmet etmekten ibaret olmadığını; bunun, isterse eğer, değişebileceğini, o kör noktaya baktığında pekala mümkün olduğunu görecektir.

Hayatın neresinde olursak olalım, toplumsal olarak, kör noktalara bakma alışkanlığımız yok. Sorgulama alışkanlığımız yok. Yaşadığımızın (ömürden yediğimiz) dışında bir başka dünyanın olduğunu düşünmek bile bizi korkutmuyor mu? Gelecek diye sıkı sıkıya sarıldığımız şeyin, aslında köleliğimiz olduğunun farkına bile varamayacak kadar kendimizden aciz...

Niye korkutuyor?...Kurulu düzenimiz sarsılacağı – yıkılacağı, elimizden uçup gideceği için korkuyoruz. Bu böyle olursa, falanca ne der? Elimizdeki de giderse, onu da yitirirsek ne olacak korkusu?... Korkusundan korktuğumuz için... Yahu be adam, elindeki senin değil ki, oyalanman, kafa tutmaman, şükür etmen için eline tutuşturulmuş bir oyuncak o!... İstedikleri an elinden alır, seni kapı dışarı ederler; canlarını sıkarsan, evini başına yıkar, öldürür, sürer, hapse tıkarlar...

O korkudur ki, bizi çevremize ve hatta kendimize yabancılaştırıyor. Sayılı günlerden oluşan ömür dediğimiz şeyi hiç yere, birbirimizin yüzüne baka baka tüketip gidiyoruz!...

...

Elimde bir kitap, Büyük Ekim Devrimi'ne geliş sürecini anlatıyor. Yazarı, Aleksandra Kollontai – Birçok Hayat Yaşadım, kitabın ismi, okumayanlar için öneririm.

Komünist Partisi'nin MK üyeleri dahil, ekmek bulurken çayı, çayı bulurken yanında yiyecek bişeyi zar-zor buluyorlar. O koşullarda, olunmazın göbeğinde yepyeni bir hayat, bir düzen kuruluyor... Büyük Ekim Devrimi ve onun yaratıcılarını burada tartışacak ya da tartıştıracak değilim. Örnek olması açısından, yani o kör nokta'nın daha rahat anlaşılması açısından belirtmem gerekiyordu.

Alışkanlıkları, hele hele toplumsal alışkanlıkları değiştirmek için 'deli' olmak gerekiyor. 'Deli' olmadan yola çıkmak, en ufak bir engel halinde davadan 'vazgeçmek' demek oluyor.

Bizdeki 'delilik' daha çok birilerine yaranma üzeri kurulduğu için, ne kendisi değişiyor, ne de üzerinde çalıştığı hücreler - toplumsal mekanizmalar değişiyor...

'Değiştim!' denilene baktığınızda 'şimdiki aklım olsa bilmem neler yapardım neler!...' den öteye geçemiyor. Duygu ve düşüncesini bastırıp, süs bitkisine dönme gibi bi şey...

Kurulu – hakim sistemi ve onların amansız savunucularını anlarım. Gerici – kapitalist bir sistem, kendini devam ettirecek taze kanı her zaman bulur. Onun omurgası buna göre şekillenmiştir.

Bu çapulcular ordusuna ne demeli?...

Sızlandığı sisteme asker-polis veren o, ona ekonomik imkan yaratan (kar, daha fazla kar yaratan) o, beslediği ve ayakta tuttuğu sistemden şikayetçi olan, sızlanan da o...

Kürdler, AKP gerici faşist diktası ile tam 14 yıl dirsek teması yaptılar, kucaklaştılar, koklaştılar... Kürdlerin iktidara taşıdığı aynı AKP, bugün Kürd yoksullarını katlediyor, evlerini yıkıyor, Kürd Milletvekilerini meclisten atmak için kırk dereden su getiriyor... Türk devlet sistemi, kendini olası sonuçlarına hazırlayıp 'önlem'ini almışsa, bunu yaparken çekinmeyecektir. Bizim çok bilmişler önlem alırlarsa, az kayıpla bu beladan kurtulurlar...

T.C. devletinin devraldığı İTC'nin kör noktası Ermenilerdi.

T.C. devletinin 'kör noktası' Kürdlerdir, Alevilerdir, Sosyalistlerdir...

Kürdler ve Aleviler, günümüze kadar kendilerine yapılanlardan bir ders çıkaramıyorlarsa eğer, hala AKP-DAİŞ'ten umutlu iseler, bir zahmet dönüp Ermenilere ne yaptıklarına baksınlar, belki bişeyler çıkarırlar...

Kurulu sistemle 'nasıl barışık yaşarım' üzerinde kafa yoracaklarına, bu barbar sistemden en az kayıpla kendimi nasıl korurum, ezilen halkların özlemi olan sistemi nasıl hayata geçiririm üzerine kafa yormalı; sistemden rahatsız olan hemen herkesi yanına almanın çabasını göstermeliler.
Birbirine benzeşip, birbirini alkışlamak yerine, diğer halklarla kaynaşmanın, her türden gericiliğe, faşizme ve kapitalizme karşı ortak tavır göstermenin yol-yöntemini bulmalılar. Birbirinin söylediklerini tekrar edeceklerine, özgün ve yaratıcı olmalılar...

Bolşevikler, Amerika ve Avrupa'da ajitasyon çalışmaları sürdürdükleri sırada, Rusya'da Çarlık rejimi yıkılıyordu...Hayatın böyle de bir yanı var. An olur ki, halkın ayağa kalkışı kurulu sistemi , sarayları yerle bir edip geçer!...

Kör noktalarınızın üzerine, üzerine gidin; Halkların kabaran öfkesini dindirip, sistemden medet umar hale getirmeyin!... Halkların geleceği ile oynamayın!...

Özgürlük, sizin öngöremediğiniz kadar yakın olabilir!...

Bu haber 989 kere okundu
  • Bu haberi paylaşın:
UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik ve tamamı büyük harfle yazılan yorumlar onaylanmamaktadır.