Lütfen bekleyin..

Ercan Cengiz

Kürdün Müslümanlıkla Sınavı

25 Mart 2016, 14:23

''Dinde gördüğüm şey, yeniden dirilmenin esrarı değil, sosyal düzendir. Cennet ile bir eşitlik fikrini bağlantılandırarak fakirlerin zenginleri katletmelerini önlemektedir. Dinin aşılamaya benzer bir değeri vardır. Bizim mucizevi olan şeylere karşı açlığımızı tatmin eder ve bizi şarlatanlıktan korur; çünkü rahipler Cagliostro'lardan, Kant'lardan ve tüm Alman hayalcilerinden daha değerlidir...Toplum mülkiyet eşitsizliği olmadan varolamaz. Açlıktan ölmek üzere olan birisi yanındaki adamın en nefis şeylerle ziyafet çektiğini görünce, sadece daha üst bir gücün varlığına inanç ve bir başka dünyada malların farklı bir şekilde dağılacağı kanaatiyle bu duruma dayanabilir.'' (Napoleon, 2. Cilt, Emil Ludwig, 1924, S:249)

Diğer diktatörler gibi Napoleon'un da yayılmacılık gibi bir hayali vardı. Bütün Avrupa kıtasını ele geçirdikten sonra Rusya ve Mısır üzerinden Hindistan'a kadar gücünü yaymak istiyordu. Hitler gibi Moskova'ya kadar giden Napoleon, Moskova'yı yakmasına rağmen yenilip geri çekilir. Osmanlı gibi Mısır'a giden Napoleon yenilir ve kalan askerlerini Mısır'da bırakıp Paris'e kaçar. Bütün Avrupa'yı boyunduruğu altına alan Napoleon yenilir; kala kala elinde Fransa kalır, son tahlilde ora ile yetinmek ister...

Napoleon'un çok kitap okuduğu söylenir. Bunun yanında kadına düşkünlüğü, savaş ortamında bile yanından eksik etmediği küvette sıcak su keyfi, ardı-arkası gelmeyen talimatlar; bir türlü durmak-bitmek bilmeyen işgal ve her işgalde onbinlerce-yüzbinlerce insanın ölmesi/ öldürülmesi... Her işgalde onbinlerce askerini yitirmesine rağmen adına savaşacak asker bulmakta zorlanmaz. Yoldaşlarını nerede, nasıl kullanacağını, kendine biat edilmemesi durumunda (tek adam) kendilerini nelerin beklediğini bilirler. Savaşçılığının yanında entrikacıdır da...

Tanıdık geliyor mu?

Napoleon, 1789 Fransız devriminin hemen sonrasında boyverir. Korsika'dan (İtalya) teğmen olarak yola çıkan Napoleon, kısa bir süre içinde general rütbesine ve onun hemen akabinde ise genç yaşta bir imparator olarak Paris'ten bütün dünyaya hükmetmek ister...

Bu kısa bilgiyi, diktatörlerin bazı ortak noktalarını görmek açısından paylaştıktan sonra, yukarıda alıntıladığım konuya dönmek istiyorum. Biraz deşelim, bakalım.

Napoleon'un din'e yaklaşımı ne kadarda kısa ve öz. Dinin zenginler ve yoksullar üzerindeki o büyüleyici - etkileyen (cenneti) gücünü ne kadar da güzel anlatmış. Bunu bir Marksist veya bir Ateist demiş olsaydı, hiç kuşkusuz ki linç edilir veya yaşama alanı daraltılırdı.

''... Toplum mülkiyet eşitsizliği olmadan varolamaz. Açlıktan ölmek üzere olan birisi yanındaki adamın en nefis şeylerle ziyafet çektiğini görünce, sadece daha üst bir gücün varlığına inanç ve bir başka dünyada malların farklı bir şekilde dağılacağı kanaatiyle bu duruma dayanabilir.''

1.) 'Mülkiyet eşitsizliği;' bütün dinlerde Tanrı'nın yoksul insanları 'sınamak' için onları fakir yarattığına vurgu yapılır. Böylece, yoksul insanların hak arama, başkaldırma v.b. davranış bütünlüğünün önüne geçilmiş olunur.

2.) Açlıktan ölmek üzere olan birinin, açlığını sorgulamak yerine Tanrı'ya yalvarıp şükür etmesi salık verilir. Tanrı'ya yalvarıp şükretmek demek, aynı zamanda zenginin malına-mülküne karışmıyorum demektir de. Zengin için ne büyük kolaylık!...

3.) Fakir birinin, varlıklı birinin malına, mülküne gözkoymaması için 'üst bir gücün varlığı'na ve o gücün zenginden yana olduğuna inandırılır.

4.) Fakire kanaatkar olması öğretilir, zira bu dünyada çektiği acının mükafatı olarak öbür dünyada – cennette bolluk içinde olacağı kendisine bir güzel belletilir...

Bir yanda bolluk bereket, diğer yanda yüzlerce-binlerce temasa rağmen bekareti (ince tül –et parçası) bozulmayan bilmem kaç tane Huri, fıçılar dolusu şarapların hepsi, ama hepsi öbür dünyada – cennette ağzını açmış, zalime boyun eğip onun Tanrı'sına el açan fakiri beklemekte...

Ölüp toprağa verildikten sonra, fakiri bu kadar düşünen ve bu kadar kucak açan Tanrı ve onun cennetinde, her ne hikmetse zengin hakkında tek kelime edilmez. Napoleon da dahil, hiç bir diktatör, hiç bir hükümdar, paşa, sultan, kral, hiç bir savaş ağası, para babası, fakir halkın – halkların sırtından trilyonları götüren hırsız, katil v.b.nin ne cennetle ilgili beklentileri, ve ne de cennetten onları bekleyen Huri ve bol şarap yalanı olur.

Din, bu yönüyle ele alındığında, yukarıdaki paragrafın ne kadar yerinde olduğu ortaya çıkmıyor mu?... Yukarıda saydığım bütün bu varlıklı-erk sahibi kesim, her ne yaşamak istiyorsa, her ne hayali varsa içinde bulunduğu bu ortamda yaşamak, yerine getirmek istiyor; güçten düşse dahi doktor doktor dolaşıp kimyasal karışımlarla beslenip Huri'lerin karşısında mahçup olmamak için elinden gelen bütün gayreti sarfeder. Ne onların cenneti bekleyecek kadar sabırları ve inançları var; ne de cennettekilerin onlar için herhangi bir hazırlığı. Şarapsa, en kalitelisini içerek, Huri ise bütün bir ömür boyu torunu yaşındakilere tecavüz ederek gerçekleştirmiyorlar mı?...

Tecavüzün bir kültür haline geldiği dünyamızda, ve özellikle ülkemizde 'bir kereden birşey olmaz'mış. Aynı kültürde Harem 'kadını topluma hazırlamak için'miş...

...

Geçiyorum.

Gün olmuyor ki Kürdün cenazesi kaldırılmasın. Ne Kürd basını, ne de Türk basını Cizre, Sur, Nusaybin, Sılopi, İdil, Gever v.b. gibi kentlerde, tam olarak kaç Kürdün katledildiğini zamanında veremediler, ya da vermek istemediler...

Devlet yetkilileri, Cizre'de 2.700 binanın kullanılamaz hale geldiğini belirtiyor ve hemen arkasından, kentsel dönüşüm projeleri ile daha modern binaların yapılacağını
v.s...

Kürdler, yaralarını sarmak için kampanyalar düzenliyor. Buzdolabı, çamaşır makinası v.b. Kürdlerin öyle 'kentsel dönüşüm / modern evler' yapmak için ne güçleri var, ne de savaş koşulları buna elverişli. Kürdler, tarihte olduğu gibi üstelik kendi topraklarında, ve üstelik 21. Yüzyılda 'başını sokacak ev, sığınacak bir yer' arayışında hala...

Oysa ne umutlar vaad edilmişti AKP hükümeti ile halkların ortak kaderi konuşulduğunda. Birisi olsun, çıkıp, bırak özeleştiri yapmayı, bir özür bile dilemedi...

AKP çevresi 'İyi şeyler olacak' derken, Kürd siyasi çevreleri 'Hep birlikte özgürleşmekten' umut dağıtır olmuş; hızını alamayanlar 'Kürd sorununun AKP ve onun lideri R.Tayyip Erdoğan ile çözüme kavuşacağından' dem vuruyorlardı. İnsan neredeyse bırak sosyalizmi, komünal sistemi şunu-bunu... AKP-DAİŞ diktatörlüğü ile özgür yarınlara diyecek oluyordu!...Bin kere lanet olsun!...

Kürd gençlerinin bedenleri ve cenazeleri üzerinde her tür işkenceyi yapan AKP-DAİŞ ziyniyetinin en çok öne çıkardığı şey din değil mi?...Bu zihniyetin en çok vurgu yaptığı, umut dağıttığı, kandırdığı, zehirlediği şey din değil mi?... Bu zihniyetin 'tavan' yaptığı yegane şey Müslümanlık değil mi?...

Bir kez daha yazının başına aldığım alıntıya dönüyorum. Bundan tam olarak 200 yıl önce ve üstelik bir general, bir diktatör, bir imparator tarafından dikte ettirilmiş.
Büyük çoğunluğu Müslüman olan (aydın, yazar, yurtsever yada işbirlikçi) Kürdlerin bazıları bu yazılanlara kızacaktır; kızsınlar...Hatta ne kadar Müslüman olduklarını da sorgulasınlar. Ve güçleri yetiyorsa, ne zamandan beri ve ne koşullarda Müslümanlığı kabul ettiklerini de güçleri varsa belirtsinler. Cizre'de, Surda v.b. bodrumlarda katledilenlerin Müslüman olup olmadıklarına da bir zahmet baksınlar...

Ve AKP-DAİŞ zihniyetinin bütün bu yaptıkları karşısında, bu kızgın Kürdlerin bunlarla hala aynı çatı altında namaz kılıp Tanrı'ya şükür etmelerini insanlığın neresine sığdırıyorlar...

Kürdün hem kendi katilinden ve hem de zoraki devşirildiği dinden kendini arındırması gerekiyor. Bunu yaparken, yazımın başındaki paragrafı dikkatli okumaları ve bir sonuca gitmelerini bekliyorum. Bana kalırsa öyle 'Toplum hazır değil, kaldıramaz...' söylemi boş; özellikle Kürd toplumunun gerçeklikle yüzleşmesinin tam da zamanı. Unutulmasın ki, yüzyıl sonra bugünlere bakanlar 'Müslüman AKP-DAİŞ diktası yine Müslüman olan Kürdleri böyle katlediyor, çocuk ve kadınlarını böyle esir alıyordu' diyecekler. Yani sözün özü, AKP-DAİŞ için de Müslüman diyecekler, Kürdler için de...

Sonuç, gerek dini anlamda, gerek yerleşik halklar anlamında kendi özüne kavuşmasıdır. Kendi özüyle buluşan Kürd, kendini kandıracağı-oyalayacağı-şükür edeceği herşeyden uzak tutar. Nerede canı yanmışsa, nerede canı yanıyorsa tam da orada ayağa kalkar, karşı durur. Canının yanmasını, öteki dünyada kendisine bir mükafat bol Huri-bol şarap olarak geri döneceği yalanını AKP-DAİŞ ziyniyetinde paramparça etmelidir. Kürdün kurtuluşu budur.
Kürdün kendini kandırmasına son vermesi için tam da zamanıdir.

Kürdün Allahuekber dediği Tanrı'ya AKP-DAİŞ diktatörlüğü de diyor ve Tanrı adına Kürdü kendi toprağında vuruyor, yakıyor.

AKP-DAİŞ diktatörlüğü, Kürdün ne dirisinin tanınır halde olmasını istiyor, ne de ölüsünün. Savunmasız gencecik insanları yakmasını, paramparça etmesini, evlerini başına yıkmasını başka nasıl izah edebiliriz?...

AKP-DAİŞ diktatörlüğü, Kürdün hafızasını dahi silmek istiyor. Tarihi binaları yerle bir etmesinin bir nedeni de budur. Bir diğer önemli nedeni; giderayak Kürde ait ne varsa yok etmek istemesidir.

Napoleon Moskova'yı yakıp kaçtı; AKP-DAİŞ diktatörlüğü Kurdistan'ı yakıp-yıkıp kaçacaktır.

Kaçacaktır diyorum çünkü, artık kalacak gücü yoktur.

Bu haber 1122 kere okundu
  • Bu haberi paylaşın:
UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik ve tamamı büyük harfle yazılan yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları