Lütfen bekleyin..

Ercan Cengiz

‘’Ben Bir Eşeğim, Emredersin Komutanım!...’’

11 Nisan 2016, 17:03

İki yıl tecilden sonra zorunlu asker olmuştum. Topçu olarak gittiğim kışladan, dağıtımdan sonra piyade ve askerliğin bitimine (7-8) ay kala da haritacı olmuştum.

Askerlik yapanlar bilirler, acemi birliğinin ne yaman bir yer olduğunu...Devletin ahlakı, namusu her neyi varsa orada!...

Sizden bir devre (3 ay) önce gidenler onbaşı, (6 ay) önce gidenler de çavuş olmuştur. Siz de ‘çavuş adayı’ olarak alınmışsınızdır askere. Ama, gelgelelim ki ortada ‘kıdem’ denen, tam da Türk sistemini anlatan bir kademe vardır.

Bölük komutanını aşacak işler yapmamışsanız, muhattabınız onbaşı, çavuş; asteğmen ya da astsubaydır genellikle...Ama kafa tutmuşsanız, bir Tümen komutanı bile eline aldığı sopa ile küfür ve hakaretle birlikte, sopa kırılıncaya kadar hıncını çıkarmaya çalışır...

‘Eğitim’ amacıyla, bir devreye üç ay boyunca yaptırdıkları ‘çevre düzenlemesini’ bir sonraki devre ile yıkar, yerine başka bir şey yaptırırlar.

Amaç, eratın boş kalmaması... Boş kalıp ta kafayı başka şeylere takmaması...

‘Eğitim’ denilen alanda, eğitmeni anlamayan acemiye, dersin devamı dayakla, ağza alınmayacak küfür ve hakaretlerle öğretilir. Bu ders bazen geceyarısı uykudan kaldırılarak da verilir...

Acemi asker, gerek dayak yerken, gerek ağız dolusu küfür yerken esas duruşunu bozamaz.

‘Anladın mı lannn ..... koyduğum, anladın mı lannn anasını ........ !... Bu ve güneş yüzü görmemiş, hayatınız boyunca duymadığınız daha fazla küfür ve hakaretler karşısında zorunlu er, esas duruşunu bozmadan ‘emrederseniz komutanım!’ demek zorunda...

Bütün bunlar bir köşede yalnız başınayken değil elbet, kışlanın ortasında, gün olur manga düzeni içinde, gün olur takım içinde, gün olur bölük içinde ve gün olur ki tabur-tümen içinde dayak ve küfür faslı ile sürer...

Eğitim alanında iseniz, size bir tepeye çıkmanız emredilir. Tepeye çıkınca avazınız çıktığı kadar bağırarak sesinizi birliğe duyurmak zorundasınız...

‘Ben bir eşeğim, emredersiniz komutanım!... Kısa tekmil’den sonra söylettirirler bunu...

Ne? Tekrar et ulan!... Duyulmuyor, bağır ulan orospu çocuğu...

‘Emredersiniz komutanım. Ben bir eşeğim, emredersiniz komutanım!...’

Komutan, sizden bir önceki devre askere alınan bir onbaşı, iki devre önce alınan bir çavuş, bir asteğmen, bir astsubay, teğmen...yüzbaşı felandır.

...

Bütün bunları niye anlatıyorum?

Karşılaştığım, tanıdığım bir çok Kürd; 70-80 yaşlarında olmalarına rağmen, 20’li yaşlarda belletilen ‘Künye okuma’ faslını okur dururlar. Dersiniz ki kişiliklerini orada bulmuşlar!...

O yaşlarına kadar unuttukları o kadar çok şey varken; askerlikte kendilerine belletilenleri unutmazlar. İyi bir dinleyici iseniz şayet, abartısız, üşenmeden sabaha kadar size askerlik anılarını ‘kahramanlıklarını’ anlatır dururlar...

Unutmadıkları bazı karakterler de vardır; mesala bölük komutanı...

Ya Alevidir, ya Kürddür, ya ilericidir felan!.. Buradaki ‘ilericilik’ sizin konumunuzla, sizin hatırınıza, hemen oracıkta uydurulmuş bir kavramdır, aldırmayın!...

Aynı Kürd, yüzbaşıya gelinceye kadar, altında kaç astsubay, teğmen, asteğmen, onbaşı-çavuş olduğunu yok sayar. Daha doğrusu, alt-üst ilişkisinde; altın üstten habersiz hareket ettiği saflığına yatarak, kendine yakın birini öne çıkararak tutunmaya, ömrü boyunca övüne övüne anlatmaya çalışırlar...

Acemi birliğinin ardından ‘bölük yazıcısı’ olarak devam ettim. Nöbet çizelgeleri hazırlanırken bazı ‘torpiller’ yapardım. Bunlardan birini de okuma-yazması olmayan  Diyarbekirli Kürd İsmet için yapardım hep. İçtima saatlerinde kendisine ‘nizamiye nöbeti’ yazardım. İsmet böylece hem içtimada dikilmekten kurtulurdu, hem de olası dayaktan...

Saftı, temizdi, kirlenmemişti İsmet. Aramız iyiydi İsmet ile. Gelen mektuplarını okur, İsmet’in diliyle, biraz da süsleyerek cevap yazardım ailesine. Mektup sonlanınca selam faslına önce İsmet’in, ardından kendi selamlarımı yazardım kağıda...

Birgün İsmet, nizamiye nöbetinde iken (gündüz), nizamiye dışından bir astsubay geliyor. İsmet yere uzanıp ‘parola’ diye bağırıyor. Astsubay: oğlum İsmet benim, Astsubay..., kapıyı aç, geleyim.

O kıt Türkçesi ile İsmet: ‘Eğer komutanme gel, değilsen gelme.’ diyor, hemen ardından mekanizmaya mermiyi sürerek ‘Parola’ diye bağırıyor. Astsubayda tık yok. İsmet ciddi. Kendisine öğretilmiş, ‘parolasız kimseyi bırakma’ diye.

Velhasıl epey asker birikmiş nizamiyede. Baktılar ikna edemiyorlar, bürodan beni çağırdılar. İsmet’le arası iyidir, bir de o gelsin denesin!...

Gelen araca binip gittim nizamiyeye. İsmet yere siperlenmiş, namlu astsubaya dönük, gözünü kırpmıyor.

Gittim sırtına dokundum, okşar gibi yaptım. Dedim İsmet, o komutanme, silahı bana ver, ayağa kalk. Hiç itirazsız kabul etti. Herkes şaşırdı. Kazasız, belasız atlattık...

....

Türk devleti, Kürdü dayakla, küfür-hakaretle; esas duruşta tutarak bugüne kadar ‘terbiye’ etti.

Türk devleti, terbiye ettiği Kürdü sınır karakollarında, polis karakollarında, Türk devlet büyüklerinin evlerinin kapısında nöbet tutturarak, çatışma ortamında ve hatta savaşlarda bugüne kadar kullanageldi.

İlkokulla birlikte ailesinden kopardığı Kürd çocuğuna, Türkün ne kadar büyük olduğu aşılanırken; Kürdün ölüsünün ne kadar işe yaradığı (Çanakkale’de 50-60 kilo gelen tıknaz bir Maraş Kürdünün 200 kiloluk bir top mermisini kaldırıp, neredeyse düşmana fırlattığı gibi) ‘kahramanlıklarla’ bi güzel belletiliyordu!... Ahmak Kürd de göğsüne gere gere buna inanıyor, kendini bi bok sanıyordu...

Anlamamakta ısrar eden, yola gelmeyen Kürd için, ‘devletin şefkatli kolları’ vardı. Bu kollar bazen ‘çelik yumruk’ olur, bazen ‘balyoz’ olur inerdi Kürdün başına...

Elbette, hayatının en verimli çağında zorunlu silah altına alınan Kürdün; eğitim alanlarında tepelere çıkartılıp ‘ben bir eşeğim, emredersin komutanım!’ diye bağırtılması; Kürdün yaşamı boyunca övüne övüne anlatamayacağı şeylerdi. Anlatamazdı, çünkü askerlikten sonra kalan ömrü boyunca alnındaki leke ile ‘ben bir eşeğim, emredersin komutanım!’ anılmak ve yaşamak istemezdi. Yani gururu incinirdi, onuru kırılırdı; köy yerinde o şekilde anılması...

....

İçinden geçtiğimiz bu günlerde, Kürdün yaşadığı birçok kent yerle bir edilirken; hiç kuşkunuz olmasın ki askerden-polise, ordan Osmanlı padişahları adıyla bu yeni kurulanTayyip’in ecdad örgütlerine kadar, büyük çoğunluğunu yine Kürdler oluşturuyordu.

Kendi çocuğuna ekmek götürmek için, soydaşının çocuğunu gözünü kırpmadan öldürüyor, tecavüz ediyor, gögüs uçlarını, burnunu, kulağını kesiyor, ayağını üzerine koyup ‘hatıra’ diye resim çekiyordu, barbar silah arkadaşı ile birlikte...

Siyasi olsun, askeri olsun, ekonomik olsun, çalışan – hizmet boyutuyla olsun, Türk devletini ayakta tutanların önemli bir kesimi Kürddür.

‘Kürdün evini başına daha iyi nasıl yıkarım?’ın mimarlarından büyük çoğunluğu Kürddür.

Oldum olası, Kürd hakkında rapor hazırlayıp Türk Meclisinde onaylatıp orduyu harekete geçirenlerin büyük bir kısmı Kürddür. Ne tuhaftır ki, Kürd tarafından en çok alkışlanan da yine bu Kürdlerdir!...

Yine aynı şekilde, iktidar etrafında palazlanıp kendi halkı için her tür zalimliği reva gören yine Kürddür.

Kendi insanını görmezden gelen – küçümseyen, değer vermeyen ve hatta aşağılayan; ama dışarıdan ‘kravatlı ve silahlı’ birini gördüğünde elli büklüm olup, imkanını ve evini sonuna kadar açan yine Kürddür.

Kendi tarihsel-kültürel, yeraltı-yerüstü zenginliklerinin farkında olmayıp, yıllarca çalışıp biriktirdiği para ile başkasının çalısını gidip satın alan ve bununla da övünen yine Kürddür.

Bilinçli Kürd, devletin şekillendirdiği bu eşşek Kürdle neredeyse yüzyıldır savaş halinde. Başka bir halk olsaydı, şimdiye kadar 50 kez özgürleşmiş, tarihi, kültürü, doğası ile dünyanın en sayılı ülkeleri arasında yerini almıştı bile...

Kendini yönetememe korkusu var Kürdde. Bu korku, devrimini yapamama korkusuna kadar gidip geliyor zaman zaman...

‘Ben bir eşeğim, emret komutanım!’

Daha ilkokulda, tek ayak üzeri tutarak farklı biçimiyle belleğe kazınan bu eşşeklik, askerlikle birlikte olgunlaşıp memleketine dönünce; kendi yetiştirdiği çocuk için de, devlete iş bırakmaksızın, kendi ‘eğitmeye’ başlıyor.

Ve, sanırım Kürd kadını bu oyunu gördü ve paramparça etmek için canını bile veriyor...

‘Ben bir eşeğim!’ yerine; ‘Ben bir Kürdüm, ey yüzyılın karası; Ben bir Kürdüm, ey yüzyılın barbarı!...’ Senin ayağın daha bu topraklara değmemişken, ben bu topraklarda yaşıyordum!...diye göğsünü gere gere büyütüyor çocuğunu.

Çocuğu ile birlikte, başı dik, onurluca büyüyor Kürd kadını...Selam olsun!...

Bu haber 1096 kere okundu
  • Bu haberi paylaşın:
UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik ve tamamı büyük harfle yazılan yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları