Mültecilerin AB sınırlarına dayanması sonucu meydana gelen ‚kriz‘ Erdoğan-AKP ile yapılan anlaşma sayesinde geçiştirileceği düşünülüyor.
Bu çerçevede bugün Yunanistan dan resmi olarak bir grup mülteci kafilesi İzmir'in Dikili ilçesine getirildi.
İllegal yollardan (sanki legal imkanlar varmış) AB’ye giden-gitmek isteyen mültecileri geri karşılığında TC, ‘legal‘ mültecilerin bir kısmını AB’ye yollayacak.
Peki AKP hükümeti bu ‘legal‘ mültecilerin kimlerden olacağı veya olduğu konusunda nasıl bir yöntem izleyecek?
Acaba Suriye üzeri mülteciler ile birlikte Türkiye ye gelenler arasında işid üyeleri de va mıdır acaba?
Ya da, İstanbul, Marmara, Antep-Adıyaman vb merkezlerde varlıkları bir çok yerde ortaya çıkan İşid’in ‘legal‘ yollardan AB’ye gel(e)meyeceğinin garantisini kim verebilir?
AKP hükümetinin ve Erdoğan’ın işid ile başından bu yana süregelen naçizane dostluğu bakıldığında önümüzdeki dönemde çok dikkatli oolunması gerekecektir.
Fakat mülteciler konusunda gözü dönmüş bir şekilde AB’nin TC’ye ‘orantısız desteği‘ sürdükçe belkide ileride yaşanabilecek en tehlikeli-korkunç durumlardan biride bu olabilir.
Bir başka deyimle saçını sakalını kesip, kravat takmış bazı ‘malum‘ kişiler bu yolla TC’den Avrupa ya ‘legal‘ olarak ‘ihraç‘ edilebilir.
Almanya medyasının, ‘‘Korkunç dost Erdoğan‘‘ dediği Erdoğan-AKP bunu yapar mı, yapar..!
Başta Almanya olmak üzere Avrupa Birliği ülkelerini güç durumda bırakan bu gelişmeler 2016 yılın da Danimarka ve İsveç‘in sığınmacı krizine karşı sınırlarında kontrole başlaması, onbinlerce sığınmacıyı geri göndereceğini açıklaması, Avusturya’nın sınırlarını tamamen kapatması, Makedonya-Yunanistan sınırındaki olaylar vb gelişmeler AB’yi adeta Erdoğan’ın TC’sinin kucağına atıverdi.
Mülteciler vb konularda önümüzdeki günlerde çok daha sert yaptırımların alınması beklenen AB ülkeleri sayısı oldukça fazla.
AB’nin her anlamda motor gücü konumunda olan Almanya hükümeti ise yükselmeye başlayan aşırı sağ eğilimlerle birlikte merkezi partilerin oy kaybı sonucu yeni ve sert kararlar almaya başladı.
Bir başka deyimle AB’nin önceliği ekonomik büyüme ve istihdam olmakla birlikte esas olarak gündemi ‚göçmen krizi‘ diye de tanımlanabilinir.
Diğer yandan TC sınırları içinde bulunan Suriyeli savaş mağdurlarının her şeyi göze alarak Avrupa’ya gidebilme özlemi ise bu noktada dikkatleri Türk devleti, AKP hükümeti ve Erdoğan’a çeviriyor.
Bu konumunu ‚ustaca‘ kullanmak isteyen Ankara ise AB ile mülteci konusunda sıkı bir pazarlığa girerken aynı zamanda AB‘ye santaj (kapıları açarım ab’yi yakarım) yaparak durumdan vazife çıkarıyor ve ‘Kürde vurmanın tam da sırası‘ diyerek topyekün savaşı tırmandırıyor.
Mültecilerin TC sınırları içinde kalması için Türk devletine ve AKP hükümetine ‚orantısızz destek‘ veren AB, TC devletinin Kürt halkına karşı başlatmış olduğu ve aylardır bölgede yaşanan ölümleri de görmezden gelerek adeta Kürt halkını da bir anlamda yalnız bırakıyor..
Ankara-AB pazarlığı, görünürde her ne kadar mültecilere karşın milyarlarca euro yardım ve Türk vatandaşarına vize kolaylığı talebinde bulunuyor görünsede esasen kapalı kapılar ardında AB ile Kürt halkı üzerinden gizli bir imha pazarlığına girdiği izlemini giderek gözler önüne seriyor.
Bu arada çıkan çatışmalarda sokağa çıkma yasaklarının ilan edilmesi, sivillerin öldürülmesi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşındı. AİHM ise kendi heyetlerinin Kürdistan’ın kuzeyine gidip inceleme yapması sürecine kadar kararını erteledi.
AİHM’in bu kararı aynı zamanda ‘Şimdilik Kürtler ölmeye devam etsin‘ anlamına gelmektedir.
Almanya medyası, ‘‘Korkunç dost Erdoğan özgürlük ve demokrasiye karşı savaş açtı” dese de Almanya hükümeti AKP-Erdoğan ile sıkı-fıkı bir pazarlığı sürdürme eğiliminde görünüyor.
AB ülkeleri yöneticilerinin de yaklaşımı çok farklı değil..
Aslında başta Kürtler olmak üzere‚ batıda cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğindeki AKP hükümetine karşı tepki dalga dalga yayılıyor.
TC, belki de tarihinde en çok ‚izole‘ olduğu bir döneminden geçiyor.
Akademisyenler, gazeteciler, edebiyatçılar, avukatlar, öğrenciler, yayıncılar "devlet suçu"na ortak olmayacaklarını açıklıyorlar.
Dünya aydınları da harekete geçti ve AKP iktidarının dünya için bir tehlike olduğunu söylediler. Avrupa Birliği ve Amerika bildiri yayınlayan akademisyenlerden yana tavır koydu.
Kürt halkı, Aleviler ve dostları ise AB sokaklarına inerek bölgedeki katliamları protesto ediyor..
Siyaseten değişmeyen, demokratikleşemeyen, özgürlükçü, halkların ve inançların temel hak ve özgülüklerini tanımayan TC gerek AB nezdinde ve gerekse bir bütün olarak ‚uygar‘ dünyanın gözünden hızla düşmeye devam edecektir.
Ancak aynı AB ve uygar(!) dünya ise bir yandan TC’ye, Erdoğan‘a ve AKP hükümetine habire gaz veriyor..
Silah ve şiddet, daha fazla kan, acı ölüm demektir. Anadolu ve Mezopotamya halkları bu vahşeti yaşadı, gördü ve hala da yaşamaktadır.
Bu durumda Türk devletinin Ortadoğu ve Kürdistan'da çatışmazlık pozisyonuna geçmesi tek seçenektir..
Diğer yandan Türkiye tüm itirazlarına ve karşı hamlelerine rağmen yok edemeyeceği bir Kürt olgusunu ile karşı karşıyadır..
Kuzey Kürdistan'da insanlık suçu işleyen Erdoğan'a bağlı Saray çetelerinin ise bu kez de Erdoğan'ın yeni talimatı ile Almanya'da faaliyetlerini arttırdığı konusunda basında çıkan haberler var..
AB’nin TC’ye ‘orantısız desteği‘ ölüm getiriyor!
Fakat AB’nin bu ‘orantısız destek‘ eşliğinde verdiği ‚gaz‘ ise gün gelecek bitecek ve devran dönecektir.