“Ve böylecedir
birisi ölür ve birisi yaşar
hiçbir avcı,
çukura dökülen hor bir arkta inci avlamayacaktır…”
Füruğ FERRUHZAD
1967 yılında, İran’da kendi kullandığı otomobille yol alırken ilkokul öğrencilerini taşıyan bir araca çarpmamak için direksiyonu kıran İranlı şair Füruğ Ferruhzad arabanın açılan kapısından dışarı fırladı. Ferruhzad, başını refüje çarpması sonucu kaldırıldığı hastahanede tıbbi müdahale gerçekleşemeden yaşamını yitirdi. Cenazenin defnedilmesi gerekiyordu, ancak mollalar cenaze namazını kılmayı reddetti. Çünkü Füruğ Ferruhzad bir kadındı, hem de şairdi. Resim yapıyor, film çekiyordu. Albay babasına, eşine, ataerkil topluma, onların kadını baskılayan ve hep geride tutan geleneklerine başkaldırmıştı. “Esir” adını taşıyan ilk kitabıyla “çok tehlikeli” bir iş yapmış, özgürlüğünü ilan etmişti. “Şiir benim tanrımdır, işte ben şiiri bu denli seviyorum” diyordu babasına yazdığı bir mektupta. Delilikle itham edilmesine, en ağır hakaretlere uğramasına rağmen yazmaktan ve istediği gibi yaşamaktan asla vazgeçmedi. Ataerkil topluma baş eğmediği gibi hep dimdik durdu. Üstelik “bir kadın olarak” Fars Edebiyatı’na adını altın harflerle yazdırdı. Bundan dolayı mollalar onu “tekinsiz bir cadı” olarak görüyordu. Cenaze namazı kılınmadığı için Ferruhzad’ın cenazesi iki gün boyunca defnedilemedi. Sonunda İran’ın en ünlü kadın şairlerinden biri olan Mehrdad Samadi cenaze namazını kıldı ve Füruğ Ferruhzad Zahirüldövle Mezarlığında defnedildi.
ANF’nin 8 Ocak 2019 tarihli haberine göre; 4 Ocak günü Iğdır’da yaşamını yitiren HPG gerillası Abdullah Aygün’ün cenazesi ailesi tarafından İstanbul’a getirildi. Aile oğlunun naaşını Sultangazi ilçesine bağlı Gazi Mahallesi’ne getirerek dini vecibeleri yerine getirmek istedi, ama mahallede bulunan camilerin hiçbiri Aygün’ün cenazesini kabul etmedi. Bunun üzerine Aygün ailesi cenazeyi Gazi Cemevi’ne götürdü. Dini vecibelerin yerine getirilmesinden sonra oğlunu Gazi Mezarlığı’na götürerek orada defnetmek isteyen ailenin yolu polisler tarafından kesildi. Aileye cenazeyi ya gece geç saatte, ya da sabah erken saatte gömmesi konusunda baskı yapıldı ve aile oğlunu sabah erken saatte defnetmek zorunda kaldı.
Uzunca bir zamandır bu tür haberlerin hiç yabancısı değiliz. 2017 Newroz’unda devletin silahlı güçleri tarafından Amed’de katledilen Kemal Kurkut’un cenazesi de Alibaba Mezarlığı’nda bulunan morga götürülmüş, cenazenin yıkanacağı sırada AKP’li Battalgazi Belediyesi tarafından sular kesilmişti. Belediye cenaze aracı ve taziye çadırı vermeyi reddetmiş, mezar yerini “sit alanı” diyerek vermemişti. Sonunda ailesi Kurkut’un naaşını kendi imkanlarıyla başka bir mezarlığa götürerek defnetmiştir.
Aysel Tuğluk’un annesi Hatun Tuğluk’un cenazesinin vasiyeti gereği Ankara’daki evinin karşısındaki mezarlığa gömülmesi de engellenmiş, cenaze mezardan çıkarılarak Dersim’e getirilip gömülmüştü.
PKK’nin öncü kadrolarından Mazlum ve Delil Doğan’ın Kasım 2018’de vefat eden annesi Kebire Doğan’ın cenaze töreni engellenmek istenmiş, cenaze yemeğinin verilmesine izin verilmemişti.
Gerek İran’da, gerekse de Türkiye’de insanlara bu zulmü yapanlar kendisine “müslümanım” diyor. Ne diriye, ne de ölüye saygısı olan bu kesim din’i sadece bir malzeme olarak kullanıyor. Bunlara öncülük eden “dini önder”lere bir bakın. Sadece abuk subuk fetvalar vererek, aklın süzgecinden geçmemiş tuhaf açıklamalar yaparak gündemi değiştiriyorlar. Onların derdi “din” değil, iktidar. Yoksa bunca zulüm karşısında susmak “caiz” midir? Her türlü haksızlığa, zulme ve zalimlere karşı çıkmak Kuran’ın önemli emirlerindendi hani?
***
Tarih, en ağır ve en önemli rollerin çoğunluğunu hep kadınlara verdi. Ve o kadınlar yaşamları ve direnişleriyle tarihte çok büyük izler bıraktı. DTK Eşbaşkanı ve HDP Hakkari Milletvekili Leyla Güven de o kadınlardan biri. O’nun Diyarbakır E Tipi Cezaevi’nde 8 Kasım 2018 günü başlattığı süresiz-dönüşümsüz açlık grevi 70’inci güne dayandı ve çok kritik bir aşamada. Uluslararası kurum ve kuruluşların artık sessizliğini bozması ve ölüm(ler)e seyirci kalmaması gerekiyor.