Her gün "bitirdik, bitireceğiz” dediği Kürt Özgürlük Mücadelesi'nin önlenemez yükselişi karşısında ne yapacağını bilemeyen Türk devleti, can havliyle saldırmaya devam ediyor. İmralı Adası'nda rehin tutulan Kürt Halk Önderi sayın Abdullah Öcalan üzerinde uygulanan yoğunlaştırılmış hukuk dışı tecrit, Garzan Şehitliği'ndeki mezarların yıkılarak cenazelere ait kemiklerin çalınması ve ülkemizde sabah akşam devam eden katliam amaçlı hava saldırıları, onların içinde bulunduğu durumu net bir biçimde ortaya koyuyor.
İlkel kabile toplumlarda bile savaşın kuralları vardı. Cenazelere, kutsallara saygı gösterilirdi. Belli günlerde, belli durumlarda savaşlar dururdu. Kadınlara ve çocuklara dokunulmazdı.Türk devleti bu bakımdan ilkel değil, bunun daha da ötesindedir. Ülkemizde sürdürülen kirli savaşta normal bir silahlı çatışma yaşanmıyor. Türk devleti tankı, topu, İHA'sı SİHA'sı ile orantısız bir şekilde, topyekûn bir savaş sürdürüyor. Bu savaşta kuralları ihlal ederek, askeri hedeflerine sınır koymayarak, çok büyük sivil kayıplara sebebiyet verecek silah ve taktikler kullanarak halkımıza saldırıyor.
Çok uzun bir zamandır uyguladıkları savaş konseptiyle insanlarımıza yeni yıl kutlamasını, düğünü, bayramı zehir etmeye çalışıyorlar. Dünyanın diğer ülkelerinde insanlar kutlama yaparken, havai fişeklerle eğlenirken, halkımızın üzerine yağmur gibi kurşun, bomba ve ölüm yağıyor. Ancak ne yaparlarsa yapsınlar, uyguladıkları taktikler hiçbir şekilde Kürt halkını mücadeleden geri koymadığı gibi öfkesini ve mücadelesini biliyor, daha da büyütüyor.
İçinde bulunduğumuz Ocak ayı; Kürt halkı, özellikle de Kürt kadını için öfkenin dorukta olduğu aylardan biridir. Devlet güçlerinin "güçsüz ve zayıf” olduğu için ilkin kadınları hedef aldığı söylenir. Bu doğru değildir. Kadının öncülük gücünden korkan katil devlet, bu yüzden en önce kadınları hedef alır ve halkı öncüsüz, mücadeleyi geçersiz bırakmayı amaçlar. Çünkü bilirler ki, kadınsız hiçbir savaş başarıya ulaşmaz. Kürt Özgürlük Hareketi'nin bugün yenilmez olmasının sebeplerinden biri de Kürt kadınının ölümüne yürüttüğü kutsal mücadeledir.
9 Ocak 2013 günü Fransa'nın başkenti Paris'te gün ortasında işlenen katliamın üzerinden beş yıl geçti. Bu süre içinde Kürt kadınları Avrupa'nın birçok şehrinde düzenli olarak eylemdeydi. Her çarşamba günü Fransız konsoloslukları önünde Adalet Eylemleri gerçekleştirerek katillerin cezalandırılmasını talep etti. Ancak bu adalet talebi hiçbir şekilde karşılık görmediği gibi, olayı aydınlatmak da yine Kürt Özgürlük Hareketi'ne düştü. Fransa devleti hukuk kuralları gereği yapması gereken hiçbir şeyi yerine getirmedi ve dosyayı rafa kaldırdı. AKP Genel Başkanı Erdoğan'ın dün Fransa'ya gerçekleştirdiği ziyaretten de anlaşıldığı gibi, Türk-Fransız kirli işbirliği utanmasızca sürüyor.
Kadından korkan devlet, yine bir Ocak ayında, tam da Paris Katliamının üçüncü yıldönümünün arefesinde Silopi'de DBP PM üyesi Sêvê Demir, Silopi Halk Meclisi Eşbaşkanı Pakize Nayır ve KJA aktivisti Fatma Uyar'ı yaralı olduğu halde bilinçli bir şekilde katletti. Katledilen her üç kadın da silahsızdı. Üzerine kurşun ve bomba yağan sivil insanlara yardıma gidiyorlardı. Katliamda hedef üç kadın şahsında elbetteki Kürt Özgürlük Mücadelesi ve özyönetim direnişleriydi.
Bugün geldiğimiz noktada, her baharda kışta "kökünü kazıdık, kazıyacağız; bitirdik, bitireceğiz” demelerine bakmayın. Kürtlerin özgürlük mücadelesini hiçbir zaman bitiremeyeceklerini hepimizden daha iyi biliyorlar. Türk devleti şu anda hiçbir zaman olmadığı kadar zor günler yaşıyor ve olduğu çıkmazda patinaj yapıp duruyor.
Avrupa'da yaşayan örgütlü Kürt kadınları Paris katliamının yıldönümünde yine alanlarda bugün. Kürt kadın kurumlarının öncülüğünde büyük bir öfke ve bilenmiş bir mücadele bilinciyle her yıl olduğu gibi Fransa'nın kanlı başkentinde hesap soruyorlar. Şehit devrimci kadınlardan aldığı güçle, onların bayrağını taşıyacağının ve mücadelesini sürdüreceğinin sözünü haykırıyor Kürt kadınları bir kez daha...