Adana-Seyhan’da iki çocuğuyla birlikte yaşayan Emine Akçay’ın kaynak ustası eşi işyeri kapatılınca uzun süre iş bulamadı. Tarım işçiliği yaparak evini geçindirmeye çalışan 26 yaşındaki Emine ise yedi ay önce ikinci kez anne olunca hamilelik ve doğum nedeniyle çalışamadı. İki ay önce Osmaniye’nin Düziçi ilçesinde bir şantiyede iş bulan Emine’nin eşi çalışmaya gitti ve biriken borçlarını ödemeye öncelik verince eve yeterince harçlık gönderemedi.
Üç gündür evinde yemek pişiremeyen Emine, çocuklarıyla birlikte sefalet içinde yaşıyordu. Cebinde sadece 6 Türk Lirası vardı. Çocukları küçük ve evi son derece soğuktu. Son kalan parasıyla odun almaya gitti. “Bu paraya odun mu olur bacım?” diyen oduncu, genç kadının ısrarlarına dayanamayarak ona parasını almadan bir çuval odun verdi. Ancak odunlar yağmurdan ıslanmıştı ve eve giden Emine odunları yakmayı başaramadı. Sobanın yanındaki eski kamyon lastiğini de onca uğraşısına rağmen parçalayamadı. Çocuklarının çok üşüdüğünü görünce, saç kurutma makinasını çalıştırıp 6 yaşındaki oğlunun eline verdi. Yandaki odaya geçerek tavandaki salıncak demirine ip bağladı ve kendisini astı.
Olay yerine gelen Türk Cumhuriyet Savcısı Emine’nin cesedini inceledikten sonra olayın “intihar” olduğuna karar verdi ve şüpheli bir durumun bulunmadığını tespit ederek cenazeyi yakınlarına teslim etti. Dosya böylece hiç açılmadan kapatılmış oldu ve bu olay Türk medyasında “çocuklarını ısıtamadı, intihar etti!” başlığıyla yer buldu.
Emine Akçay’ın kendisini asmasına “intihar” diyebilir miyiz?
Türk devletini yönetenler Türkiye halklarının vergileriyle saraylarda lüks içinde yaşarken, ses kayıtlarıyla ispatlanan milyonlarca Euro ve Dolar tutarındaki rüşvet haberleri dünyayı sarsarken, (muhtemelen oyunu AKP’ye vermiş olan ve sefalet içinde kıvranan) Emine Akçay’ın kendi hayatını sonlandırması olayı “intihar” değil, erkek egemen devletin gözümüzün içine baka baka, aklımızla dalga geçe geçe yaptığı bir kadın kırımıdır.
Bütün kadın “intihar”ları aslında politik bir cinayettir. Bu cinayetlerin tek sorumlusu da erkek egemen zihniyetin kadınlara uyguladığı fiziksel, sözsel, cinsel, duygusal, psikolojik ve ekonomik şiddettir.
Akçay’ın ölümünü sıradan bir haber gibi veren, ayyuka çıkmış onca pisliği ve çürümüşlüğü görmeyerek Türkiye’yi güllük gülistanlık gösteren, kadınların tek derdinin “koca” aramak olduğunu düşünen ve evlilik programlarıyla halkı uyuşturan kirli Türk medyası da yaşanan örtülü cinayetin suç ortağıdır.
Herhangi bir kişi tarafından sadece kadın olduğu için öldürülen ve sadece kadınları hedefleyen cinayetler açıkça kadın cinayetidir. Bu nedenle, kadın cinayetlerinin önce adı konulmalı ve temel nitelikleri göz önünde bulundurularak haber yapılmalı, sıradan bir adli olay gibi haberleştirilmemeli ve kadın cinayeti olduğu üstüne basılarak vurgulanmalıdır.
Kadın katliamlarını cinsiyetçi bir dille haberleştiren yandaş Türk medyası okurlarında ve dolayısıyla toplumda “kim bilir ne yaptı da öldürüldü?” algısını yaratmayı hedefliyor. Kadın cinayetlerini cinnet, psikolojik sorun, aşk, iflas gibi klişe nedenlere dayandırarak bu yolla erkek katilleri aklamaya çalışıyor. Haberlerde, kadını koru(ya)mayan devletten, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden ve destek olmayan kurumlardan hiç bahsedilmiyor.
Eril devlet, takım elbise giyip kravat takarak mahkemeye gelen katillere “iyi hal indirimi” yaparak yeni kadın katliamlarına göz kırpıyor. Cezaevlerine takım elbise kiralama şirketleri kuran “girişimci”lerin ve “öldürmüşse öldürmüş, ne olmuş? Öldüren cezasını çekiyor” diyenlerin de bu aklın ürünü olduğunu unutmayalım.
***
Mexmûr Şehir Rüstem Cudi Kampı benim edebiyat yolculuğumda çok önemli bir yere sahiptir. 6 Aralık günü çok bedeller ödeyen değerli Mexmûr halkımıza ve Öz Savunma Güçlerine yönelik yapılan terörist hava saldırısını nefretle kınıyor, bu saldırıda yaşamını yitiren şehitlerimizi saygıyla anıyor, aileleri, yakınları ve yurtsever halkımıza başsağlığı, yaralılara acil şifalar diliyorum.