1998 yılının son günüydü. Beni Sayın Öcalan'a götürdüler. Basının „villa" dediği korunaklı bir binada kalıyordu. Bir devlet adamına yaraşır konut denebilirdi. Sıkı güvenlik altındaydı. Güvenliği geçtikten sonra bir süre bir odada bekletildim. Merakım had safhadaydı. Kürdistan liderleri darağacında son nefesini vermişlerdi. İlk defa bir Kürt lider bunca baskı ve devlet zulmüne kafa tutuyor ve asla yenilmesi mümkün olmayacak bir direniş yaratıyordu. Ona muhalif Kürt ve Türk basını ise hakkında bir sürü menfi yayınlar yaparken, PKK geleneğinden gelmeyen biri olarak, çünkü ben 1975 yılından itibaren Almanya'da yaşıyordum, ikircimliydim. Nasıl bir insan? Kürtleri düze çıkaracak kapasitesi var mı? TV programlarında izlemiş, kitaplarını ve makalelerini okumuştum. Hatta öylesine kara bir propaganda yapılıyordu ki, kitapları başkası yazıyor, onun adına yayınlanıyor, diyorlardı.
Bir süre sonra 1. kattaki odasına çıkarıldım. Gözlerinden akan dostluğun derinliği ve sevecen güler çehreyle karşıladı. Bir çeşit rahatlamıştım. Kürdistan'da ırkçı faşist sistemlere direnen on binlerce bir gücü; öngörüsü, aklı ve çelik disipliniyle yaratan birini tanımak, benim için büyük bir onur kaynağıydı. O kadar rahatlamıştım ki, kendimi gelenksel bir Kürt evinde konuk hissettim.
Laf lafı açtı. Genellikle Almanya'da ne oluyor bitiyor, öğrenmek istedi. Ben de KNK üyesi olarak katıldığım görüşmeleri ve Alman basınını, devletin Kürtlere bakışındaki kör politikasını anlatmaya çalıştım. Bir ara „Sayın Başkan, niye Kürdistan dağlarına çıkmadınız?" sorarken, gayet net, oraya gidebilirdim. Ama benim yüzümden gerillaya zehirli gaz atabilirlerdi. Kaldı ki, siyasi mücadeleyi burada sürdürmek gerekir. anlamına yakın cevap verdi.
Sonra küçük bir teypi açıp DEWREŞE EVDÎ destanından bir stran dinletti. Stran çok derinlikli hüzünle bitiyordu. Kendisini görmeye gelecek sevgilisi, yaralı pejmürde halini görmesin diye bıyıklarının düzeltilmesini isteyen Ezidi savaşçının ölüme en yakın anını anlatıyordu. Öcalan, bu suretle halkının değerlerine nasıl bağlı olduğunu gösteriyordu. Ayrıca özgürlüğe tutkusunu vurgulamak istiyordu.
Hoca; Tolstoy, SAVAŞ ve BARIŞ romanını yazarken, otantik olmasına dikkat etmek için savaş alanına gidiyor. Siz yazarlar da gerilla kahramanlığını yerinde görüp yazmalısınız. Orada anladım ki, bir değil Kürdistan'ı işgal eden tüm devletler birlik olsalar bile Kürtleri susturamazlar. Bir halkı uyaran, düzlüğe çıkaramasa bile ulusal bilinç verip sağlamca ayakları üstüne tutan böylesi bir lider, aynı zamanda halkının destanlarını okuyor, geleneklerine yakın duruyor. Yani halkını iyi tanıyor.
Bu karşılaşmayı hatırlayınca, İbrahim Şahin ve Ömer Güneş'in bu sene yayınladıkları „DENGBEJ ŞAKİRO- Antolojiya Dengbejan" çalışmasını görse, yüzüne asılan geniş gülümsemesiyle „Sizi kutlarım. Yaptığınız çalışma gerçekten de çok önemli." diyeceğine inanıyorum. Acaba İmrallı'ya gönderilebilinir mi bilemem ama onu tanıyan biri olarak bu çalışmaya çok sevineceğini ve değer biçeceğini düşünüyorum.
Kürtlerin hafızası, yüzlerce yıl önceki olayları, tarihi sosyal ve kültürel değerleri günümüze kadar taşıyan dengbejlerin eserlerini yazılı hale getirmek ve kalıcılaştırmak, Kürt kültürüne edebiyatına, sosyal yaşamına, tarihine hizmettir. Bu vesile ile ben de Ömer ve İbrahim'i bu çalışmalarından ötürü kutlamak istiyorum. Geçmişte bazı çalışmalar olsa da maalesef istenen düzeyde değildi. Antolojiya Dengbej kütüphanede kaybolmayacak bir kapak dizayniyle hazırlanmış. Her aydın Kürdün kütüphanesinde olması gereken kitaptır.
Antolojide serhildan klamlarından Dewreşe Evdî Destanı'na kadar ilgi duyacağınız bir kültür hazinesi var. Bütün mesele kitabı edinip okumak gerekiyor.
NEWROZ haftasındayız. Amed şanına yakışır kutladı. Kürdün uyanışı giderek hızlandı. „Sömürgeci dinci ırkçı faşist sistem halkımızı kırbaçlarken, zindanda çürütürken, baskı ve zulüm altında tutarken, bir yandan da bu zulüm halkımızı uyandırıyor." düşünceme katılıyor musunuz? Tiranın zulmü bol olsun. „Yallah Kürdistan'a" derken, Kürtler aha Kürdistan buradır. Senin dedenin mezarı bile bu topraklarda yokken, biz binlerce yıldır atalarımızın toprağında yaşıyoruz. Biz sana yallah git demeyiz, demiyoruz. Sen neden bunca düşmansın? Bu düşmanlığın bize ufuk açıyor. Ne yapmalıyızı düşünüyor, örgütleniyoruz. Zulmün ne kadar bolsa, aydınlanmamız da onca bol olacaktır.
Newroz vesilesiyle mesaj gönderen dostlara, ve okurlarıma: „Newroz'a şima bimbarek bo./ Cejna Newroz'a we piroz be." Ayrıca Sayın Öcalan şahsında Türk zindanlarında esir tutulan kadın erkek yurtseverlerimizin Newroz Bayramı'nı yürekten kutlarım.
Haydar Işık, 24.Adar 2019
Not: Haftaya hastanedeyim. Bir süre yazamayacağımı arzedeyim.