Lütfen bekleyin..

Ergin Doğru

CUMHURİYETİN DİNİ (2. Bölüm)

05 Mart 2017, 13:42

Evrensel laiklik anlayışından çok uzak olan yeni sekülerleşme arayışında doğru temelde toplumun ihtiyacı olan din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması yoktur. Tam tersine dinin devlet hizmetine girmesi, devlet dininin yaratılması söz konusudur. Bu politika, günümüze kadar sürdürülmektedir. Bir yandan devlet dini yaratılıyor. Bunu yaratanlar karşısında devlet laisizmini koyuyor.

Anadoluya geçen M. Kemal ve arkadaşları, Padişahlık yönetimi tarafından haklarında çıkarılan tutuklamalar ve fetvalara karşı “din elden gidiyor, halifelik tehlike altındadır” propagandasını yapmışlardır. M. Kemal gittiği yerlerde önce din adamlarını kazanmaya çalışmış. Onların üzerinden toplumu örgütlemeye çalışmıştır.

Konu ile ilgili 23 Temmuz 1919 Erzurum Kongresi’nin açılışında M. Kemal ise şu sözleri söyler:

“En son niyazım şudur ki, istekleri gerçekleştiren Allah hazretleri sevgili bağışlayıcıya saygıyla; bu kutsal vatanın sahibi ve savunucusu ve Ahmediyenin yüce buyruğuyla kıyamet gününe kadar sadık olan bekçisi temiz milletimizi ve saltanat makamı ve yüce hilafeti korumak ve kutsallarımız düşünmekle yükümlü olan heyetimizi başarılı kılsın… Amin”.

24 Nisan 1920 tarihli açıklaması: “Saltanat makamı aynı zamanda hilafet makamı olduğu için padişahımız İslam topluluğun başkanıdır. Mücadelemizin birinci gayesi ise saltanat ve hilafet makamlarının ayrılmasını amaçlayan düşmanlarımıza milli iradenin buna uygun olmadığını göstermek ve kutsal makamları yabancıların esaretinden kurtararak padişahın yetkisini düşmanın tehdit ve zorundan serbest kılmaktır.”

2 Şubat 1923 tarihli sözlerine bakalım: “Millet her noktadan kendi yararlarını muhafaza edecek olan … vekilerden kurulu bir şuraya malik olursa…. işte Allah’ın ve Kuran’ın istediği hükümet olur”
“Halifeye hürmetimiz vardır. Gerek kendi gerek ailesinin ihtiyaçlarını sağlıyoruz. Ekleyelim ki, idam aleminde Türkler halifenin maddi ihtiyaçlarını sağlayan tek millettir” Fransız muhabiri Maurice Perrot’ya verdiği demeç.

Yine bu dönemde yanına aldığı din adamları, telgraf çektiği şeyhler ile yaptığı konuşmalar yan yana getirildiğinde laiklik bir anlayıştan bahsetmek mümkün değildir.

Cumhuriyetin ilanından sonra tam tersi bir yaklaşım dikkat çeker:

“Milletimizin uzun yüzyıllardan beri… sultanlar, halifeler elinde onların tahakküm ve despotluğu altıda ne kadar ezildiğini, onların hırslarını gidermek yolunda en kadar büyük felaketlere ve zararlara uğradığını düşünürsek milletimizin egemenliği eline almış olması olayını bütün büyüklüğü ve önemi gözlerinizde belirir.”

M. Kemal’in 30 Ağustos 1924 günlü açıklaması.

“Halifelik geçmişin bir rüyası olup zamanımızda varlık nedeni yoktur” 25 Kasım 1924
“Sultan ve Halifenin artık bu vatanda asla yeri yoktur ve olamaz” 26 Aralık 1925

Önce“hürmetimiz var” denilen Hilafet kaldırılır; yerine Tehvid-i Tedrisat Kanunu çıkarılır. Tekke ve zaviyeler ile dergahlar, medreseler kapatılır. Kapatılan Dergahlar arasında Hacı Bektaş da vardır.

Bundan böyle izlenecek yol şu sözlerle dile getirilir: “Dünyada belli olmuştur ki, bizim devlet idaresinde ki ana programımız CHP programıdır. Bu prensipleri gökten indiği sanılan kitapların doğmalarıyla aslı bir tutulmamalıdır. “ 1 Kasım 1937 (TBMM 5.
dönem 3. toplantı)

Bu açıklamalar bize hangi M. Kemal sorusunu sormamıza yol açı- yor.

Cumhuriyetin ilanından sonra devlet kontrolüne alınan din, tümü ile devletin çıkarları doğrultusunda, toplumu yönetmenin bir aracı haline dönüştürülmüştür. Sadece içeride değil, dışarıda da Müslüman ülkelerin desteğini olmada, din önemli bir işlev görmüştür. Yeni cumhuriyetin dini kodları ve kurumları da buna göre oluşturulmuştur; 1924 yılında Hilafet kaldırılmış ancak, bir gün sonra Diyanet İşleri Bakanlığı (DİB) kurulmuştur. DİB, üzerinden dini devletleştirmenin ve cumhuriyetin kodlarının toplum üzerinde uygulayacak olan ideolojik bir kurum yaratılmıştır. Bu anlamda cumhuriyetin temeli oluşturan Türkçülüğün yanında bir ideolojik kodun da adımı ve kurumları oluşturulmuştur. Devlet dini, devlet laisizmi birbirini besleyen karşıt gibi gözükse de aynı kutsal amaca, devlete hizmet için örgütlenmişlerdir.

Özetle, M.Kemal, DİB ile birlikte resmi devlet dinin çerçevesini de bir anlamda belirlemiştir. Devletin resmi dini “Hanefi-Sunni İslam” olarak çizilmiş. Bu çizginin hayata geçirilmesi için DİB
görevlendirilmiştir.

Peş peşe çıkarılan yasalar ile DİB tek dini otorite haline getirilirken, tekke ve zaviyelerin kapatılması ile eğitim denetime alınmış, kılık kıyafet kanunu, Ezanın Türkçeleştirilmesi vb. uygulamaları ile laiklik mesajları verilmiştir.

Kuruluş Sürecinde Aleviler

Bu ikili tutum, Cumhuriyetin kuruluş sürecinden günümüze kadar karşılıksız destek veren Aleviler için de geçerlidir.

Alevilerin desteğinde özellikle Bektaşilerin yoğunluğu dikkat çekicidir. İttihat ve Terakki içerisinde çok sayıda Bektaşinin yer alması, M.Kemal ve arkadaşlarına desteğin sürmesinde önemli pay sahibi olduğu söylenebilir. Böyle olsa da bu destekte temel belirleyici olanın, Osmanlılar döneminde Alevilere yönelik uygulanan baskı ve kıyım politikaları olduğunu görmek daha gerçekçidir.

Şüphesiz, bu destekte M.Kemal’in Alevileri dikkate aldığına dair verdiği görüntünün büyük payı vardır. Sivas Kongresi ve ilk Meclis’teki Alevi temsilcilerin varlığı, Cumhuriyet ve M. Kemal hayranlığına yol açmış denilebilir.

Öyle ki, bu dönemde, M.Kemal’i kurtarıcı hatta kimi Aleviler içerisinde Mehdi (Mesih) olarak görme durumu söz konusudur.

Ancak verilen görüntünün gerçekliği ve Alevilere gösterilen samimiyet soru işaretleri ile doludur.

Pratik uygulamaları ve söylemleri dikkate alındığında bir kez daha M.Kemal pragmatizmine şahit oluyoruz.

Dini çizgisi, “Sunni İslam-Hanefi” olarak belirlenen yeni cumhuriyet, Tekke ve Zaviyeler Kanunu ile Alevi dergahlarını kapatırken, zorunlu din dersi başta olmak üzere birçok uygulamada Aleviler dışlanmıştır.

M. Kemal’in çok önemsenen Hacı Bektaş ziyaretinin dönüşü, saatler geçmeden Ankara’da Hacı Bayram Cami’inde saltanat ve hilafeti övücü, savunucu sözler kullanması dikkat çekicidir.

Bu konuşmanın içeriği, Bab-ı Ali Dahiliye Nezareti’ne gönderilmiş olan 28 Aralık 1919 tarihli şifreli telgrafta şunları yazmaktadır:

“M.Kemal Paşa ve arkadaşları dün akşam saat 3 sıralarında Ankara’ya giderek doğruca Hacı Bayram-ı Veli hazretlerinin mübarek türbelerini ziyaret ettikten sonra … Halifelik ve padişah efendimiz hazretleriyle devlet ve milletimizin mutluluğu için dualar edildikten sonra M. Kemal Paşa tarafından aynı anlamda bir konuşma yapılmış.” (T.C. Başkanlık Osmanlı Arşivi’ndeki Belge No:78)

Bektaşilerin yüceleştirdiği M. Kemal, Nutuk’ta Alevilerin tepkisini çeken şu ilginç belirlemeyi yapar: (Hz. Muhammed’i atfen) “Ebubekir’den şahsen çok hoşlanırdı ve enfüsi vapesin’i yaşarken Ebubekir’in kendisine halef olması muvafık olacağını muhtelif tarzlarda işaret buyurmuşlardı…. Hz. Ömer’in zamanı hilafetinde Memalik-i İslamiye fevkalede denecek dercede süratle tevessü eyledi, servet çoğaldı.” (Nutuk. Cilt 3. 1960. s. 1242-
1243)

Aleviler açısından ismi küfür ile bir tutulan Muaviye için “İslamın en büyük zevatlarından biri” denilmektedir. (Nutuk Cilt 3. 1960)

Bu birkaç örnek, M.Kemal’in Aleviliğe yaklaşımının koşulların dayatması olarak çıkara dayalı olduğunu göstermektedir.

Aleviler için kabus başlıyor

Milli Mücadele sürecinde M. Kemal’i güçlü bir şekilde destekleyen Bektaşi-Alevilere yönelik bu tutum, cumhuriyetin ilerleyen yıllarında inkar ve imha politikalarına dönüşmüştür. “Türk-Sunni Hanefi” çizgisi adeta Alevilerin kabusu olmuştur.

Kuruluş sürecinde M.Kemal’i destekleyen Bektaşi-Aleviler, cumhuriyetin ilk yıllarında inkar politikasına maruz kalmıştır. Alevi dergahları kapatılmış, Alevi köyleri baskı altına alınmış, cem ayinleri suç sayılmıştır.

Tekke ve zaviye kanunu ile kapatılan medreseler sonradan açılmış, tarikatlar güçlenmiş, DİB üzerinde sunni kesime ayrıcalıklar sağlanmışken, M.Kemal’in ziyaret ettiği Hacı Bektaş Dergahı ancak müze olarak açılabilmiştir. Bu tutum günümüze kadar devam etmiş olup, resmi anlamda Alevi ibadethanelerine statü tanınmamıştır. Daha da önemlisi bütün desteklerine karşın Aleviler açısından Cumhuriyet tarihi baskı asimilasyon ve katliamlarla doludur. M.Kemal’den kongrelerde verdiği sözleri tutmasını isteyen Koçgiri aşiretlerinin akıbeti ise katliam olmuştur. Sırada Dersim vardır. Onları Çorum, Maraş, Sivas izler..

Kürt-Alevi katliamları aslında devlet geleneğinin bilinçaltı kodlarını oluşturan Alevi düşmanlığından kurtulamadığını göstermektedir.

Alevilik yok edilmeye çalışılmış, katliamlardan kurtulan Kürt Alevi çocukları YİBO’larda özel bir eğitime tabi tutulmuş Kemalist kadrolar yetiştirilmesi hedeflenmiştir.

Dersim soykırımı sonrasında “kışla kültürü” olarak tanımlanacak uygulamalar ile beyaz katliam adım adım hayata geçirilmiştir. Katliam dışında kalan Bektaşi ve Aleviler korku ile sindirilmiş, rejime biat etmeye sunnileşmeye zorlanmışlardır. Soykırım sırasında oynadığı rol ve ve sorumluluklarına rağmen, M.Kemal’in ciddi bir sorgulamaya tabi tutulmamasında Kemalizmin güçlü propaganda yalan ve toplum mühendisliğinin payını da unutmamak gerekiyor.

(*) E-Tipi Cezaevi D-1 Elazığ

 
Bu haber 1205 kere okundu
  • Bu haberi paylaşın:
UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik ve tamamı büyük harfle yazılan yorumlar onaylanmamaktadır.