Almanya’nın Güneybatısında yer alan Niederstetten kasabası sakinleri bir süredir başlarında toplanan karabulutların neden bir türlü dağılmadıklarının tedirginliğini yaşıyordu.
Çoğunlukla herkesin birbirini tanıdığı bu küçük kasabanın insanları o gün olup bitenlerin pek farkında değillerdi. Ancak büyük felaketin adım adım yaklaştığını bozulan düzenlerinden biliyorlardı.
‘’Yarın ne olacak?’ sorusunun belirsizliği en büyük kâbusları olmuştu.
‘Yine de ’düzelecek’’ umudu ‘kötü’’ düşüncelere baskın geliyordu.
Yaşadıklarının sadece kâbus olduğunu ve geçip gideceğine inanıyorlardı. En azından umut ediyorlardı.
25 Mart 1933 Cumartesi sabahı ellerinde silahlarıyla 30 kadar Hücum Kıtaları (SA) üyesi kasabaya baskın düzenledi ve Yahudi evlerine zorla girerek topladıkları insanları belediye binasının bulunduğu meydanda vahşice dövdüler.
O saate kadar birlikte yaşayan, iyi ve kötü günlerde ekmeklerini bölüşen Yahudilerin Alman komşuları yaşadıkları evlerin camlarından yaşananları izlemekle yetindiler.
Hatta bazıları hayatlarını garantiye almak için Yahudi komşularının evlerini SA üyelerine gösteriyordu.
O sabah Niederstetten kasabasına komşu Creglinger şehrinde yaşananlar da farklı değildi.
Sinagogda bulunan on sekiz Yahudi erkek alınarak ilçe merkezine sürüklendi.
Kasaba sakinlerinin gözleri önünde on sekiz kişiye atılan kaba dayak sonucu altmış yedi yaşındaki Hermann Strn ve bir kaç gün sonra ise elli üç yaşındaki Arnold Rosenfelde hayatını kaybetti.
Her iki kasabanın insanları olup bitenleri dehşet içinde izliyordu.
Utanan, susan, destekleyen, korkan ve karşı çıkan vardı. Ama her şey belirsizdi.
Almanya genelinde insanlar yeni rejim tarafından tercihe zorlanıyorlardı.
Öyle bir viraja gelinmişti ki insanların hayatta kalması için herkesin bir taraf seçmesi ve tercihte bulunması neredeyse zorunluluktu.
Ya yeni kurulan rejimden yanasınız, ya da yok edilmesi gereken düşmansınız!
Bugün Türkiye Cumhuriyeti Devleti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından söylenen ‘’Kimden yanasınız?’’ sorusu o gün Hitler tarafından soruluyordu.
Komşunun komşuya ekmek, tuz, ateş verdiği, sevincin, üzüntünün paylaşıldığı güzel günler geride kalmıştı.
Kasabada, 26 Mart 1933 Pazar günü ayin vardı.
Niederstetten Lüterien kilisesinin Pazar ayininde papaz Hermann Umfried topluluğa konuşuyordu.
Anlatılanlara bakılırsa çoğunluk gibi Papaz Umfried’te orta yolu bulmaya, kâbusun son bulmasını, fırtınanın geçmesini diliyordu.
Papaz Umfried, o gün ki ayinde ortalama bir konuşma yaptı, yeni rejime duyulan güvene atıfta bulundu ve Yahudilere yapılan bazı uygulamaların rahatsız edici olduğunu söyledi.
Tanıklara göre çokta rejimi karşısına alan, öfkelendiren rahatsız edici bir konuşma değildi.
Ancak papaz Umfried konuşmasının sonunda bilerek kendisini ölüme götürecek o cüretkâr sözü söylemekten de geri durmadı:
‘’Bu şehirde dün yapılanlar adil değildir. Hepinizi, Alman toplumunun lekelenmemesini sağlamak için yardım etmeye çağırıyorum.!’’
Papaz Umfried öyle bir laf etmişti ki; geri dönülmez şekilde ok yaydan çıkmış, cin şişeden çıkmıştı. Üstelik bunu söyleyen bir Alman papazdı.
Saldırıların ardı arkası kesilmiyordu. Kendisi ve ailesine karşı linç kampanyası başlatılmıştı.
Ne yerel, ne bölgesel, ne de ulusal kilise ona sahip çıkmaya cesaret edemedi. Oysa o herkes adına sözünü söyleme cesaretini göstermiş, gidişatın Almanya’yı felakete sürükleyeceği uyarısında bulunmuştu.
Tepkiler, saldırlar giderek artıyordu...
Ocak 1934 yılında Hitler’in partisinin İlçe Başkanı (Kreisleiter) papaz Umfried’in istifa etmesi gerektiğini açıkladı.
Sadece kendisini değil, aynı zamanda kendisi ve dört kızının toplama kamplarına gönderilebileceğini söyledi.
Onurunun lekelenmesine izin vermeyen ve baskıya daha fazla dayanamayan Papaz Umfried 21 Ocak 1934 tarihinde intihar etti.
Papaz haklı çıkmıştı, her şey daha da kötüye gidiyor ve ülke karanlığa gömülüyordu. Yolun sonu görünmüştü.
Papaz Umfried’in intiharından yedi yıl sekiz ay sonra, 28 Kasım 1941 gece saat 02.04’te Niederstetten garından ilk Yahudi nakli yapıldı. İkinci nakil 1942 ve üçüncü nakil ise aynı yılın Ağustos ayında yapıldı.
Yahudiler trenlere bindirilerek ölüme götürülüyordu. Alman komşuları ölüme götürülen insanları izliyordu.
Bugün Türkiye’de en çok sorulan ‘nereye gidiyoruz’ sorusunun yanıtı 1933-1942 yılları arasında Niederstetten kasabasında yaşananlarda saklı.
Papaz Umfried’in çağrısına kulaklarını kapatan, zulme isteyerek ya da korkarak ses çıkartmayıp izleyen Alman toplumu lekelendi!
Hepsi Yahudi düşmanı oldukları için bu olmadı. Çoğunluk düzenlerinin bozulmasını istemiyorlardı. Hitler Alman toplumunu istikrarla Yahudi düşmanlığı arasında bir tercihte bulunmalarına zorluyordu.
Aralarında ülkenin siyasetçilerinin de bulunduğu çoğunluk Hitler’i öfkelendirmemek ve sakinleştirmek istiyordu.
İşlerin bu yolla düzeleceğini, orta bir yol bulunacağını sanıyorlardı.
Olmadı...
Bütün iyi niyet çabaları ve umutları Hitler’i durdurmaya yetmedi.
Alman toplumu adım adım büyük felakete sürüklendi.
Akıl tutulmasının aynısını şu anda Türk toplumu yaşıyor.
Türk toplumunun çoğunluğu lekelenmemek için ‘Kürtlere yapılanların adil olmadığını’ söyleyemiyor ve izliyor.
Bunun nedenleri çeşitli olabilir. Kimisi ırkçılıktan, kimisi korkudan, kimisi de başka sebepten. Ne olursa olsun sonuç değişmiyor. Yolun sonunda hepsi aynılaşıyor.
Siyaset, akademi, sivil toplum ve medyanın bir kısmı Erdoğan’ı öfkelendirmemek için özel çabalar harcıyorlar. Hatta kanlı gidişatın sorumlusu olarak Kürtleri işaret ediyorlar. Nazi Almanyası döneminde de suçlu ‘Hitler değil, Yahudiler’ deniliyordu. Aynısı şimdi Türkiye’de yapılıyor. ‘Suçlu Erdoğan değil, Kürtler’!
Türkiye’de rövanşta olan Kürt düşmanlığı kazandırıyor, karşı çıkmak kaybettiriyor ve bedel ödettiriyor. Çoğunluk papaz Umfried’in rolünü üstlenmeye cesaret edemiyor.
Bile bile Erdoğan’a teslim olarak bugüne de, geleceğe de ve tabii ki insanlığa da yazık ediyorlar!
Geldiğimiz nokta şu; 25 Mart 1933 Cumartesi sabahı Almanya’nın Niederstetten ve Creglinger’de yapılanlarda adil değildi.
2015 yılının ikinci yarısında, 2016 yılının Ocak, Şubat ve Mart aylarında Sur, Cizre, Silopi, İdil, Silvan, Gever, Nusaybin ve Şırnak’ta yapılanlarda adil değil.
O halde söyler misiniz, Almanya’nın Yahudileriyle Türkiye’nin Kürtleri arasında ki fark nedir? Hitler’le Erdoğan arasında ne fark var?
Kürdistan, Türkiye’den Papaz Umfried’in çağrısı ve vicdanını bekliyor.
Her şey gelip geçicidir ancak onur kalıcıdır. Onuru yere düşürmemek insanlığın tek çıkış kapısıdır.