Lütfen bekleyin..

Erdal Er

Erdoğan’ın savaş kararı: 24 Temmuz 2015

25 Temmuz 2019, 08:06

7 Haziran 2015 seçimlerinde HDP’nin, ‘’seni başkan yaptırmayacağız’’ stratejisi başarılı olmuş, Erdoğan ve partisi ağır bir yenilgi almıştı. AKP, 2002 yılından beri sahip olduğu iktidarını kaybetmişti. Erdoğan’ın beklemediği yenilgi ve HDP’nin başarısı devletin derinlerini de sarsmıştı.

Erdoğan, Ahmet Davutoğlu liderliğindeki AKP’nin CHP ve diğer siyasi partilerle koalisyon yapmaması için elinden geleni yapıyordu. Amacı seçimleri tekrarlatıp, AKP’yi tek başına iktidara taşımaktı. Bunu normal yollarla yapması mümkün değildi. Bir düşmana ihtiyacı vardı. Aslında o düşmanın kim olacağının işaretini 7 Haziran seçimleri öncesi vermişti: Kürtler! 

Erdoğan, seçim öncesi Balıkesir’de yaptığı konuşmada; Kürt sorununun olmadığını, çözüm sürecinin buzdolabına kaldırıldığını ilan etmişti. 7 Haziran seçimleri öncesi patlayan bombalar ise gelecekte olacakların güçlü işaretlerini veriyordu.

Erdoğan Türkiye’yi kanlı bir yola sokmakta tereddüt etmedi. Sert mesajlar vermeye başlamıştı. ‘Çözüm Süreci’nin diğer tarafı Kandil bu işe ne diyordu? Kürdistan Topluluklar Birliği yöneticilerinin (KCK) ne düşündüğünü öğrenmek için; 2015 Temmuz’unun ilk haftası Kandil’e gitmiştim.

Ankara’dan verilen mesajlar giderek sertleşiyordu. Kandil, Erdoğan’ın büyük bir savaşa hazırlandığını biliyordu. Ancak savaşın çıkmaması için elinden geleni yapıyorlardı. Herkes şaşkındı aslında. 

Bir dönem ‘’anaların gözyaşı akmasın’’ diyen Erdoğan şimdi; ‘’bir tek terörist kalmayana kadar askeri operasyonlar devam edecek’’ diyordu.

20 Temmuz’da Suruç katliamı yaşandı. Bu tam bir şok etkisi yaratmıştı. 33 genç DAİŞ eliyle devlet gözetiminde katledilmişti!

Suruç Katliamı’nı planlayan akıl, resmi olarak ‘Çözüm Süreci’ni bitirecek korkunç planı da iki polisini vahşice öldürterek yapmıştı. Kamuoyunda yaratmak istedikleri algı belliydi.

22 Temmuz 2015 tarihinde Ceylanpınar’da iki polisin öldürüldüğü haberi geldiğinde, Kandil’de röportaj yapmak için KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu ile birlikteydim. Sayın Karasu’da haberi bizimle birlikte televizyondan öğrenmişti. Türk medyası peşinen iki polisin öldürülmesinin PKK tarafından yapıldığına hüküm etmişti.

Ne olduğu belirsiz bir sürü tuhaf insan uzman sıfatıyla TV ekranlarında, ‘PKK’nin Çözüm Süreci’ni bitirdiğini propaganda ediyordu. Sayın Karasu’ya bir bilgilerinin olup olmadığını sordum. O da şaşkındı. “Hayır” diye yanıtladı ve ekledi:

“Savaşı başlattılar. AKP uzun süredir savaş planı yapıyordu.”

Plana göre, Suruç Katliamı DAİŞ’e yaptırılacak. İki gün sonra Ceylanpınar’da iki polis öldürülecek ve Suruç’a misilleme algısı yaratılacaktı. Akla yatkın geliyordu. Çünkü Erdoğan ve derin devletin iki polisini vahşice öldürecek kadar gözlerini karartacaklarını devleti tanımayanlar için sıfır ihtimaldi.

İlk aşamada başarılı da oldular. Toz bulutu içinde planı çözmek mümkün değildi. ‘Çözüm Süreci’nin hazını yaşayan insanlar ne olup bittiğini anlamadan korkuya teslim olmuştu.

Rojava sınırında Kürtlere karşı soykırım startı verilmişti.

KCK yönetimi, Halk savunma Merkez Karargâh Komutanlığı Suruç ve Ceylanpınar’da olanların ne anlama geldiğini biliyordu. Saldırı bekliyorlardı. Tedbirlerini de buna göre almışlardı. En azından açıklamaları böyleydi.

23 Temmuz’u 24 Temmuz’a bağlayan gece saat 00.00’da önce Kandil’de gece gündüz olmuştu. Bırakılan bombalar geniş bir alanı aydınlatıyordu. Savaş uçakları ve bıraktıkları bombaların korkunç sesi yeri göğü inletiyordu. Bombardıman sonucu orman yangınları başlamış, gecenin karanlığında Kandil adeta boydan boya yanıyordu. En çok endişelendiğimiz köylülerdi. 

Sonradan açıklanan resmi açıklamalara göre; o gece Türk ordusuna ait 75 savaş uçağı Medya Savunma Alanları’nın tamamını bombalamıştı.

Tahmini verilere göre (her uçak iki sorti yapsa) en az 150-200 ton bomba bırakılmıştı. Uzmanlara göre bir savaş uçağı bir-iki ton ağırlığında bombalar taşıyabiliyor. Gece saat 00.00’da başlayan bombardıman bizim olduğumuz bölgede çeşitli aralıklarla sabah saat 05.30-06.00’ya kadar devam etti. 

O geceye tanıklık ederken aklımda şu vardı: Kandil’de bizim dışımızda hiçbir canlı sağ kalmadı herhalde. Şafak söküp uçak ve bomba sesleri durduğunda geride ağır bir sessizlik kalmıştı. Hayat yok gibiydi. Önce yüksek dağların ardından güneş doğdu. Sonra yükseldi ve orta yere geldi. Kameraman arkadaşım Mordem ile birlikte bombalanan yerleri gezmeye karar verdik.

Gerilla komutanı Deniz, “Alanı gezmeniz tehlikeli, hala keşif uçakları geziyor” uyarısında bulundu. Ancak yerimizde duramıyorduk. Bir an önce gidip olup bitenleri öğrenmek, görüntü çekip çalıştığım Med Nuçe TV merkezine ulaştırmak istiyorum.

Dünyanın burada olup biteni Türk medyasının yanlı, yalana dayalı haberlerinden değil, bizden öğrenmesini istiyordum. Öyle de yaptık. Ben, kameraman arkadaşım Mordem ve üzülerek belirteyim ki bugün hayatta olmayan Canfeda ile birlikte bombalanan yerlere gittik. Her taraf yanıyordu. Sıcağın etkisi, kuru otlar ve yükseklerde rüzgârın etkisiyle orman yangınları yayılıyordu.

Sivil yerleşim yerleri bombalanmıştı. Bir köye yakın domuz sürüsü vurulmuştu. Anne ve altı-yedi yavrusunun cansız bedenleriyle karşılaşmak hayatımın en üzüntü verici anlarından biriydi. Kürdistan coğrafyasında sadece insanlar değil, ormanlar ve hayvanlar da acımasızca yok ediliyordu. İlk bilgileri televizyona geçtik.

Bizi bayağı merak etmişlerdi. Hatta TV yönetimi Kandil’den çıkmamızı istediler. Ancak biz bunu kabul etmedik. Gazeteciler olarak sorumluluğun bize ait olduğunu bildirdik.

KCK yetkililerine ulaşıp hem görüşlerini hem de kayıplarının olup olmadığını öğrenmek istiyordum. Öğleden sonra KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu’ya ulaşabildik.

Alanın tamamında değil, ancak Kandil’de bir tek kayıplarının olmadığını söyledi. “Saldırının olacağını bekliyorduk. Gerilla tedbirini aldı. Endişemiz siviller” demişti. 

24 Temmuz tarihinde Medya Savunma Alanları’na yapılan saldırı, 2012 yılının son ayında başlayan ’Çözüm Süreci’nin resmi olarak bitirildiğinin ilanıydı. 24 Temmuz sıradan seçilmiş bir tarih değildi. Lozan Antlaşması’na denk getirilmişti.

24 Temmuz saldırısından sonra ne oldu? Türkiye savaş kararıyla ne kazandı, ne kaybetti?

Hiçbir şey kazanmadı ancak çok şey kaybetti. Türkiye 50 yıl geriye gitti. Bu sürecin bilançosu sadece telafisi mümkün olmayan can kayıplarıyla sınırlı değil, aynı zamanda çözüm ve barış iradesi ölümcül yara aldı. Ülke insanı bodrumlarda insanların diri diri yakılmasını izleyerek; vicdan ve ahlakını da kaybetti.

Bütün bunlardan ders çıkarılmışa benzemiyor. 24 Temmuz’un yıl dönümüne iki gün kala, yine Ceylanpınar provokasyonun üssü seçilmiş.

Bu defa Rojava’ya saldırı için kullanılmak isteniyor. 22 Temmuz akşamı Serekaniye’den Ceylanpınar’a roket mermisi atıldı ve beş sivil yaralandı. Türk tarafı bu olayı gerekçe yaparak Rojava’ya ağır silahlarla saldırdı. Hem de ABD heyetlerinden birinih Türkiye, birini ise arabuluculuk için Rojava’da bulunduğu saatlerde yapıldı.

Başvurulan yöntem tanıdık. Bir kaç yıl önce MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ve Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Güler’le yaptığı savaş toplantısında ortam dinlenmesi sonucu elde edilen ses kaydında şunları söylemişti: 

“Gerekirse Suriye'ye dört adam gönderirim. Türkiye'ye sekiz füze attırıp savaş gerekçesi üretirim.”

Soru şu: 22 Temmuz akşamı Serekaniye’den Ceylanpınar’a atılan patlayıcı Hakan Fidan’ın bugünler için Rojava’ya yolladığı dört kişiden biri olmasın?

Demokratik Suriye Güçleri (QSD)  konuya ilişkin yaptığı resmi açıklama da bu soruya “evet” yanıtını veriyor.

Bu haber 523 kere okundu
  • Bu haberi paylaşın:
UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik ve tamamı büyük harfle yazılan yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları
2126 gün önce
2901 gün önce