Dilşa Deniz’in “Yol/Ré: Dersim İnanç Sembolizmi-Antropolojik Bir Yaklaşım“ adlı doktora tezi, Yeditepe Üniversitesi Sosoyal Bilimler Enstitüsünce kabul edildi. Sözkonusu çalışma; İletişim yayınları tarafından 2012 yılında ise kitaplaştırıldı. Deniz, bu çalışmasında Dersimli Kürtlerin kadim inançları hakkında, sahada kapsamlı bir araştırma yapmış. Kendi alanında bir ilk‘e işaret eden bu değerli çalışmayı, Dersimli bir kadın Antropologun büyük bir cesaretle başarıya götürmesi takdire şayandır. Zira Kürdoloji alanında bu tür bilimsel çalışmalara ihtiyaç vardır.
Çalışmasında Deniz, sahada elde ettiği verilerden haraketle Kürt Alevilerinde (İtiqata Ré/Raa) inanc ve sosyal yapının, devletsiz yaşayabilme formu olarak biçimlenen Dersim merkezli Kurmanc (Kürt-Alevileri) toplumu üzerinde bilimsel-akademik bir çalışma ortaya koymuş.
Anadolu ve Kürdistan’da farklı isimlerle tanımlanan ve Osmanlı kayıtlarına göre de “Müslüman olmayan“ kırsal topluluklar; 1917-18 yıllarından sonra Etiç adlandırma kapsamında “Alevi-lik“ adı altında telaffuza tabî tutuldulmuşlardır. Fakat özellikle Fırat havzasında otokton yaşayan Kürtler; konuştukları etnik dilleriyle/niyaz dilleriyle inançlarını Emiç adlandırmayla, “Réya/Raa Me/Ma, İtiqata Réya/Raa Heqi/ Réya/Raa Haqi“ olarak telaffuz ederler. Bir inancın etnik dili, o inancın şekillenmesinde, aktarılışında ve korunmasında en temel aractır. Zira, Kürt toplulukların inancı olarak Yol < Ré/Ra inancının temel kavramları da elbette Kürtçedir. Nitekim inanc literatürüyle ilgili herhangi bir çalışmada, etimiloji analizler yine bu dilin bütünsel kavramlarıyla yapılması elzemdir
Dilşa Deniz’de; Kürt aşiretlerinin kalu bela’dan beri süregetirdikleri bu inancın köklü değerlerini, bu inancı yaşatanları, bu inancın coğrafyasını, bu inancın dilini, bu inancın batıni-ezoterik manalarını, bu inancın ritlerini, kutsallarını, hiyerarşik yapılarını, döngüsel mitik aktarılarını, tanrısal güçlerini, müziğini, aşiret yapılarını, acılarını, sevinçlerini, törelerini, gelenek-göreneklerini ve daha nice kalıtsal-artı değerlerini tamıtamına 383 sayfaya sığdırmaya çalışmış. Dilşa Deniz, Dersimli bir Kürt Atropolog olarak; Antropoloji bilim dalında eğitim görmüş ve yaşadığı topluluğun en değerli alanında bir tez hazırlamış. Yeri gelmişken Antroploloji hakkında var olan klasik bilgileri, burada tekrarlamakta fayda görüyoruz. Zira Deniz’in çalışmasının muhtevası bir o kadar daha anlaşılır.
Antroplolji bilim dalı
Bir insanbilimi olarak Antropoloji’nin Osmanlıcadaki karşılığı “ilm-i beşer < uygulamalı insanbilim“ yada “Beşeriyât < doğal insanbilim“. Almancada ise “Anthropologi“ tanımıyla, dünya literatürüne girmiş bir kavramdır. Bir çok ilgili sözlükte farklı tanıları yer alan Antropoloji kavramının temel anlamsal verilerini kısaca şöyle sıralamak mümkündür:
İnsanın doğadaki yerini ve evrimini inceleyen bilimdalı. İnsanın kökenini, evrimini, dirimbilimsel özelliklerini, toplumsal ve kültürel yönlerini inceleyen bilim dalı. Bir diğer veri ise İnsanın kökenini biyolojik yapısını, fiziki özelliklerini, kültürlerini, toplumsal davranışlarını vb. konu edinen ve bunları kendine özgü yöntemleriyle inceleyen bilim, yani insan bilimi.
Meselâ Antropocoğrafya; toplumsal olayların nedenlerini doğal çevre açısından inceleyen ve açıklamaya çalışan toplumbilim anlayışıdır. Bununla beraber İnsanın yeryüzüne dağılışını inceleyen Antropocoğrafya; İnsanın yeryüzüne yerleşmesini, insanla mekan alanları arasındaki ilişkiyi, insanı etkileyen başlıca coğrafya öğelerini (dağlar, ovalar, vadiler, nehirler vb), iklim ve bitki örtüsünü, akarsu ve göllerini, yeraltı ve yerüstü zenginliklerini inceleyen bir bilim dalı olması bakımından çok önemlidir! Sosyal antropoloji; kültür kalıpları arasındaki benzerlikleri ve farklılıkları ortaya koyan bilim dalıdır. Toplum ruhbilimi olarak Sosyal Psikoloji; Toplumun, insan davranışlarına etkisini konu edinen bilim dalıdır. Bütün bu disiplinler, hiç kuşku yokki; Dilşa hocanın çalışmasıda harmanlanarak objektiv kıstaslarla sonuca varılmıştır. Bu noktada, Antrolojinin babası konumnda olan Charles Darwin’i anmadan geçersek olmaz!
Charles Darwin
İngiliz biyolog, doğa tarihçisi, Antropolog Charles Darwin (1809-1882); “Başta insan olmak üzere tüm canlı türlerinin doğal seçilim yoluyla bir yada bir kaç ortak atadan evrildiği“ tezini ileri sürmüş ve bu tezine dayanak olarak çok yönlü kanıtlar ortaya koymuştu. Fakat o günden bu güne başta semavi dinlerin ruhbanları olmak üzere, bir çok çevre buna karşı antiezler üretmişlerdi. Fakat sonuç; Darwin’in lehine gelişiyor ve dünyadaki okul ders kitaplarına sadece onun adı ve çalışmaları giriyordu. Günümüz Türkiyesinde ise bunun tam tersi bir tutum sergileniyor. Çok yazık!
Orhan Hancerlioğlu’nun “Düşünce Tarihi“ nde verdiği bir bilgi oldukça çok çarpıcıdır. “Ondokuzuncu yüzyılın bütün dincileri, bu yüzden, Darwin’e geniş çapta tepki göstermişlerdir. Oxford Piskoposu Wilberforce, Darwin’i savunan Th. Huxley’e, “kendisinin baba yönünden mi, yoksa ana yönünden mi maymundan geldiğini“ sormaktadır. Huxley, bu kabalığa su karsılığı veriyor: “Bilimsel gerçekleri baltalamak için diller döken bir adamın soyundan gelmektense, alçakgönüllü ve haddini bilen bir maymunun soyundan gelmeyi tercih ederim!“ (O. Hançerlioğlu, “Düşünce Tarihi“ Remzi kitabevi, 6. Baskı, 2007: 10).
M. Kemal ve Proto Kemalistlerin Antropolojik Çalışmaları!
M. Kemal‘in ve Kemalist kadrolarının Cumhurriyetin ilk yıllarında geliştirdikleri “Güneş-dil teorisi“ ile Dünya dillerinin Türkçeden türediği, “Türk Tarih Kurumu“ ile eski dünyanın uygar toplulukları arasında yeralan Sümerlerin, Hititlerin, Mayaların (Mu); Türk olduklarını, “Uluslararası Antropoloji ve Tarihöncesi Arkeoloji Kongreleriyle“ bu uçuk tezlerine, Arkeolojik, antropolojik ve dilbilimsel deliller aramaya başlamışlardı. Ne hikmetse bu çalışmalar Kürt, Arap, Ermeni, Balkan-Kafkas göçmenleri başta olmak üzere, yabancı sözde bilim insanları ile yerütülmekteydi. (-maalefef bu iddiaları ortaya atan ve geliştirenlerin hemen hemen hiç biri Türk değildi!) Akabinde Dil ve Tarih-Coğrafya Fakülteleri kurulmuş ve sisitematik bir şekilde genç beyinler bu uçuk tezlere inandırılmaya çalışıldı. Günümüz Türkiyesinde, eğitim düzeyinde gelinen noktada ise ciddi bir yoksullaşma gözlenmektedir. Akademide evrensellik ve evrensel bilgi dolaşımı çok önemlidir. Bu evrensel dolaşım için önemli ölçüde dolaşım dilini bilmek ve bu kaynaklardan faydalanmayı da geretirmektedir. Oysa günümüzde pek cok Prof, dr. doç vs. unvanlılar; ne yazık ki bu dillere vakif değiller. En temel ulaşım dili olan İngilizce bile bilmiyorlar! Çok yazık!
Devam edelim! Örneğin M. Kemal’e göre “Turk milletinin kökünün dayandığı Türk adındaki insan, insanlığın ikinci babası Nuh Aleyhisselamın oğlu Yafes’in oğlu olan kişi idi.“ Lakin bu antropolojik, arkeolojik, ve dilbilimsel arayış, daha fazla sürmedi. Bu güzergahta üretilen bütün yapay tezler, bir bir yıkıldı. Bunun en bariz örneği ise Fuat Köprülü’nün “Türk“ adının M. Kemal’in ve Prota Kemalistlerin aksine, millad öncesine dayanmadığını, bilakis miladdan sonraki yıllarda Çin kayıtlarında “Tukyü“ olarak kaydedildiğini savunmuştu. Ki; kanımızca bu yeni teze bile şüpheyle bakılması gerekmektedir!
1980-90’lı Yıllarda Kürt Alevileri; Türk-İslam Kıskaçına Alındı
Meselâ M. Kemal’in, Osmanlı üzerine monte etmeye çalıştığı genç Cumhurriyetin ulus-devlet mühendisliği kapsamında, Anadolu ve Kürdistan’da yaşayan farklı kavimlerden sadece “Türk milleti, ulusu“ yaratma projesini konu edinen Zafer Toprak’ın “Darwin’den Dersim’e Cumhurriyet Antropolojisi“ adlı çalışması dikkatle incelenmesi gereken önemli bir eserdir. Yine bu alanda Edirne doğumlu Necmeddin Sahir Sılan’ın Türk Antropolojisine büyük katkı sunan raporları önemlidir. Sılan (1896-1992); 1939’da Bingöl, 1943 ve 1946 yıllarında iki kez Tunceli milletvekili olmuş, Dersim ve Bingöl için toplamda 13 tane rapor hazırlamıştı. Bu raporları 1939-1953 yılları arasında CHP ve DP’ye sunmuştu.
Sılan’ın Kürt Aleviler üzerinden, Türk antropolojisine uyduruk kanıtlar üreten bu türden çalışmalarını kaç Kürt-Türk Alevi bireyi incelemiş, inancın ahlaki ve vicdani boyutuyla bu oluşturulmaya çalışılan, sisitematik yürütülen toplum mühendisliğini bilince çıkarmış, bilemeyiz! Fakat bu toplum mühendisliği alanındaki çalışmalarda, raporlarda yer alan, özellikle Dersimli Kürtlerinin sözde antropolojik manada etnik kökenine, diline, inançsal ve toplumsal geleneklerine ilişkin oldukça pejorativ fragmanların yer aldığını billirtmeliyiz. Şimdi bu çağdışı-kafatasçı sözde bilim anlayışı; 1980-1990’ların başında, bazı çevrelerce tekrar hortlatıldı. “Kürtlerin, Türk! Alevilerin ise Öz-Müslüman oldukları (!)“ tezleri, Cumhurriyetin bu kaynakları çercevesinde yeniden aktualize edilmeye çalışıldı. Alevi toplumunun yazılı kaynaklara olan ihtiyacdan da faydalanan bu cenah, Aleviler üzerinden sistematik ve pragmatik bir kültürel soykırım gerçekleştirdiler. Bundan en büyük payı ise yine Kürt Alevileri aldılar. Kısaca verdiğimiz bu arkaplana dair kıssalardan sonra tekrar asıl konumuza dönebiliriz.
Dikkat! Gelişen Alevi (İtiqata Ré/Raa Heqi) Tarihçiliği Kıskandırıyor!
Sınırlı sayıda da olsa Dilşa Deniz gibi inancının köklerine bağlı Antropologlar, tarihçiler, araştırmacı yazarlar bu gidişata bir “dur“ demek için yolun bağlıları arasında, son yıllarda alan araştırmaları yapmaya başladılar. Yol’a ilişkin çok değerli çalışmalar ortaya çıkarıldı. Alevi tarihi yavaş yavaş kendi yörüngesine girmeye başladı. Alevi tarihi, bundan böyle Arap çöllerinde, Orta Asya steplerinde aranmıyor! “Ilımlı İslam“ın bir alt versiyonu olarak sözde akademik heyezanlarla geliştirilmeye çalışılan “Anadolu Aleviliği“ aydın ve çağdaş gençler nezdinde artık kabul görmüyor! 1980’li- 1990’lı yıllarda kendisine dikilen Türk-İslam sentezli elbise, artık dikiş tutmuyor! Dolayısıyla bu kadim inanç; içinde çıkardığı yol evlatları sayesinde Aryenik kökleriyle, Mezopotamya topraklarıyla buluşturulmaya çalışılıyor. Hasılı işin rengi değişiyor! Yalan rüzgarları, artık boşa esiyor!
Ve fakat yola diken ekenler, tekere çomak sokanlar, Yolu, yolsuza çıkarmak isteyenler elbette boş durmuyor. Onlar, masallarla uyutuldukları için, masalların-ninnilerin devam etmesini, yol evlatlarının derin uykularından uyandırılmamasını istiyor! “Kürtlerin Türk, Alevilerin ise Öz-Müslüman oldukları!“ yalanının devam etmesini, bu arada ekonomik, siyasi ve kariyer rantlarını büyüterek sürdürmek istiyorlar. Sırf bu yüzden, sözkonusu ortaya konan değerli yazılı çalışmalar içinde çımbızla çekilen satırlarla “Yolun Evlatları“ biribirine düşürülmeye çalışılışılıyor. Bilinmelidir ki; bu bir Osmanlı oyunundan başka birşey değildir!
Hedef Tahtasına Oturtululan Ré/Raa < Yol ve Ewlâd é Ré/Ra < Yol Evlatlarıdır!
Dersimli Antropolog Dilşa Deniz’in bu çalışması, belli ki bazı malum çevreleri oldukça rahatsız etmişe benziyor! Son günlerde bilen-bilmeyen, kitabı dahi okumayanlar arasında, sosyal medya hesaplarında (-ki bunların çoğuda sahte profilli tröller) bir tartışmadır almış başını gidiyor! Tartışmaya konu olan, bilimsel veriler üzerinde ele alınan ve önerilen sadece bir sözcük! Dilşa hocanın kitabınnın 2012 yılında yayınlanmasından tam 5 yıl sonra Ali Rıza Özdemir; “Düzgün Baba Öküz Hırsızımıydı?“ başlığı altında, Dilşa Deniz’i ve Yol/ Ré’yi hedef gösterdi. (http://www.orhuntv.com/yazarlar/ali-riza-ozdemir/duzgun).
Ali Rıza Özdemir; yukarıda da verdiğimiz üzere Mustafa Kemal’in-Kemalistlerin özellikle Kürtler üzerine geliştirmeye çalıştığı çökmüş “Antropolojik çalışmaları“ndan esinlenerek, sözde bilimsel ürünler (!) veriyor. Özdemir’in; “Bilinmeyen Yönleriyle Zazalar, Kürtler ve Aleviler, Kürtler ve Türklük, Zazalar Kürtler Aleviler, Kürt Aleviliği, 101 Soruda Kürtler“ ve diğer farklı çalışmaları bulunmaktadır. Özellikle Kürtler, Zazalar ve Aleviler üzerine yazdığı kitaplarında “Kürtleri, Zazaları; Türk, Alevileri de özbe Öz-Müslüman!“ kategorisinde değerlendiriyor. Doğrusu bilim adına, boşa kürek çekiyor! Kısacası; Ağaca yazık! Güneş’in, balçıkla sıvanamayacağını gözardı ediyor! Yazdığı kitaplarıyla, Kürt Alevileri uyutamadığını anlayınca, en son kertede bu alanda üretilen değerli çalışmaların; Kürt Alevileri tarafından okunmaması, yazarlarının dışlanması-itibarsızlaştırılması maksadıyla yoğun bir faaliyet gösteriyor!
Anlaşılan o ki; Dilşa hocanın, bilim metodolojisine bağlı kalarak çalışmasında Şaheyder’in, “Dızgın Bawa“ isiminin arkapılanındaki bütün değerlerlendirmeleri, Antropolıoji disiplinleri içinde gözönünde bulundurması, Özdemir ve benzerlerini kıskandırmaktadır. Dilşa Deniz; kitabında Şaheyder’in ismine konu olabilecek, Kırmancki ve Kurmanci dillerindeki bütün etimolojik verileri ele almış, haklı olarak halk etimolojisinden de faydalanarak bazı önermelerde bulunmuştur. Fakat Özdemir, sadece Kürtçedeki “dız < hırsız“ kavramını metinden çekip almış ve bunun üzerinden Yolun evlatlarını; Dilşa hocaya karşı kışkırtmıştır. Bu davranış biçimi, akademik bir çalışmaya sığmayacağı gibi asla ve asla etik değildir!
Ona göre Dilşa hoca; Dızgın Bawa‘ya “Öküz hırsızı!“ demiş-miş! Oysa sözkonusu kitabın 191. sayfasında bu konu işlenirken, Antik Çağlardaki tanrılarla bir ilinti kurularak; Dızgın/Dızgan adının “Öküz, sığır/hayvan hırsızı olma ihtimali“ (-dikkat ediniz ihtimali!) üzerinde durulmuştur. Yine “Dız“ kökünün Kürtçede “Hırsız“ manasına gelmesiyle birlikte “gizli, gizemli“ anlamına geldiği vurgusu da özenle yapılarak “gizli ruh“ (s. 192) manasında “tanrısal gizlilik“ anlamlarını da içinde barındırdığı, kanıtsal verileriyle anlatılmıştır. Öyleki; en son kertede Şehaydar’ı, Ré/Ra < Yol inancında tanrısal bir makama oturtmuştur. Özellikle hırsızlık kavramını ise “Hırsızlık iddiasını elbette günümüzdeki basit bir hırsızlıkla asla karıştırmamak gerekir“ (s.192) bellirlemesi altında bölge halkının toplumsal-sosoyal karekteristik yapısı içerisinde değerlendirilmesi gerektiğini bellirterek, Dızgın’ı bir tanrısal güç noktasında ele almıştır. Dilşa Deniz’in; Dızgın Bawa ile alakalı olarak, orginali İngilizce yayınlanan şu makalesine de ayrıca bakabilirsiniz: (Yol: Dızgun Bawa, İnanç ve Yaşam Biçimi Arasındaki İlişki) https://www.alevinet.com/2017/11/07/yol-dizgun-bawa-inanc-ve-am-bicimi-arasindaki-iliski-dilsa-deniz/.
Dilşa hoca, araştırmaları sonucunda ortaya çıkardığı bulgular üzerinden gelştirdiği tezler-antitezlerle Dersim Antropolojisine büyük bir katkı sunmuştur! Bilmek gerekir ki; Mitik anlatımlara, masalsı yaklaşamayız! Zira masal çağı, geride kalmıştır! Dilşa Deniz, mensubu bulunduğu Dewréş Gewr Ocağının kutsal topraklarında yaşanmış tarihsel arkaplana bilbilimsel objektivin temel kuramlarıyla yaklaşmıştır. O bir masalçı < çirakwan, yada siyasetçi değildir! O Bir bilim insanıdır. Bunun geregini yapmıştır.
Rıza şehrinin yol evlatlarına!
Bütün bunlar bir yana; Dilşa hocanın tezleri, antitezlerle elbette eleştirilebilinir, çürütülebilinir! Yeni bilimsel önermelerde bulunulabilinir! Bütün bunlar, zaten bilimin bir gereğidir. İnancımıza, geleneksel folk-kültürel değerlerimize bu kadar saldıranlar görmezden gelinirken, Dilşa hocaya; sosyal medyada böylesine hakaretvari söylemlerle bedualar yağdırmak doğru bir yaklaşım değildir! Hele Rıza Şehrinin (Dersim) Yol evlatlarına bu çarpaz-düalist yaklaşım asla yakışmamaktadır! Bu gayri vicdani serzenişler karşısında susumak, bunu görmezden gelmek ise etik bir aydın yaklaşımıyla asla bağdaştırılamaz! Nitekim sosyal medya hesaplarında şu ana kadar takipettiğim kadarıyla Emirali Yagan ve Munzur Çem konu hakkında görüş bellirterek, gerçeğe nisbi de olsa parmak basmışlardır. Yine sosoyal medya hesaplarında, tartışmaya bu yönlü katkı sunan, kimlikleri/profilleri şaffaf okur-yazar aydınların varlığını da burada bellirtmeliyiz Fakat bütün bunlar yeterli değildir!
Lakin bu gibi puslu havalarda hak ve hakikatı savunmak bütün yol evlatlarının öncelikli görevleri arasında yer almalıdır. Düşünsenize bu alanda, resmi ideolojinin devlet bürokrasisinin artığına bulaşmamış kaç akademisyenimiz, tarihçimiz, araştırmacı yazarlarımız var? Bilimsel okumalarla toplumsal gerçekliklerimizi ifade edebileceğimiz yılda kaç yazılı ürün vücuda getirilebiliniyor? Bu işler öyle kolaymı sanılıyor? Saha araştırması yapmak, yazılı kaynakları taramak, karşılaştırmalı veriler elde etmek ve oturup yazmak, öyle sanıldığı kadar basitmi? Meydana getirilen bir tarih araştırması, yayını, dağıtımı ve sonrasında, eseri bile okumadan-incelemeden yaratıcısına, sırf siyasi mülahazalarla saldırmak doğrumudur? Artık bu gidişe, bir “dur” demenin zamanı gelmişdir! Aksi halde; bundan böyle hiç bir akademisyen, tarihçi, araştırmacı yazar tarihimiz, inancımız, sosoyo-kültürel yapımız vs. hakkında kalem oynatmayacak yada bu türden haksız saldırılara maruz kalabileceklerini düşünerek, yazın hayatında suya-sabuna dokunmadan bir pozisyon alacaktır! Olmaz böyle şey!
Son Söz Yerine:
Antik Çağ tarihinden bihaber olanlar, Antik çağların Tanrı ve Tanrıcalarını bilmeyenler, Ré/Ra Me/Ma’yı anlayamazlar! 1400 yıl öncesini tezahür edemeyenler, maalesef İtiqat a Ré/Raa Heqi’yi bilince çıkaramazlar! Mezopotamya tarihini, tufanların yaşandığı bu topraklarda fışkıran arkeolojik buluntuları anlamlandıramayanlar, bu coğrafyanın artı-değerlerini kavrayamazlar! Bu toprakların Aryenik sosyo-kültürel köklerini araştırmayanlar- okumayanlar, içinde bulundukları buhranı algılayamazlar! Bu toprakların dillerini, kadim topluluklarını, antik halkların bu topraklarda günümüze bıraktıkları bakiyelerini araştırıp-çözemeyenler geleceklerini kurtaramazlar! Asırlık mitik aktarıların içindeki gizemli doneleri yakalamayanlar, mitleri bir masal yaklaşımıyla ele alanlar; kendi köksel değerlerini tanıyamazlar! Ama şunu da biliyoruz ki; Bugün, bu türden bilimsel çalışmalara, kendi özgün alanımızda sayıları sınırlı olan akademisyenlere, tarihçi-araştırmacılara karşı çıkanların, bilim ışığına yüzünü dönmüş onların çocukları; gelecekte bu tür kitapları-çalışmaları mumla arıyacaklardır. Unutulmamalıdırki; Bilimle gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.