Recep Tayyip Erdoğan, ‘çıraklık’, ‘kalfalık’ ve ‘ustalık dönemi’ olarak özetlediği 14-15 yıllık iktidarı boyunca ‘eski Türkiye’nin varlığına son verdiklerini ve artık yeni Türkiye’nin var olduğunu söyleyip Durdu.
Hatta darbelere zemin sunduğunu söylediği TSK’nin İç Hizmet Kanunu 35. Maddesinin kaldırılmasıyla “darbeler dönemi kapanmıştır” demiş, bütün bunlarada ‘Sessiz Devrim’ adını vermişti.
Aynı Erdoğan, 15 Temmuz faili meçhul darbe girişiminden sonra yaptığı açıklamada şunları söyleyecekti “‘bozulan düzenin sağlanması amacıyla 3 ay boyunca olağanüstü hal ilan edilmiştir.”
İyi de, sessiz Devrim’e ne oldu, nasıl yıkıldı? Var olduğu söylenen düzen hangi arada, neden bozuldu? Erdoğan’ın sözünü ettiği ülkedeki olmayan ‘düzen’değil de, kendi düzenidir. Biz yine de Erdoğan’ın kast ettiğinin ‘ülke düzeni’ olduğunu varsayarak adım adım gidelim.
Erdoğan, düzenin bozulduğunu söylüyor ancak nasıl bozulduğunu nedense cimri davranıp söylemiyor.
Zira 14-15 yıl önce iktidara geldiğinde iyi kötü bir ‘düzen’ vardı ve en önemlisi silahlar patlamıyordu.
Erdoğan’ın 14-15 yıl sonra geldiği nokta ise şu oldu; ‘Kürt sorunu yok’, ‘masa yok’, ‘Dolmabahçe mutabakatı yok…’.
Kürt sorununa böyle baktığı ve yönettiği için doğal olarak ‘düzen’ bozulmuş olmuyor mu?
DAİŞ, EL Nusra gibi çete guruplarıyla yapılan iş birliğinin düzenin bozulmasında ne kadar payı var?
Oysa Suriye ve Rojava politikası düzenin bozulmasında listenin başında kendisine yer bulacak bir meseledir.
Erdoğan, 7 Haziran 2015 tarihinde yapılan milletvekilliği genel seçimlerinin sonucunu tanımayarak, 24 Temmuz 2015 tarihinde Medya Savunma Alanları’nı yüzlerce kez savaş uçaklarıyla bombalattı. Amed, Suruç, Ankara ve İstanbul katliamlarına kapıları açık tutarak; Sur ve Cizre’de insanları diri diri yakma talimatı vererek, kutsal mekânları bombalatarak ‘düzeni’ üstün çıkarları için bilerek ve isteyerek bozdu!
Anayasayı tanımadığını, mahkemelerin kararlarına saygı duymadığını, Vali ve Kaymakamlara ‘rutin dışına çıkın’ talimatını verdiğinde; düzenin bozulacağını bilmiyor muydu?
Biliyordu…
Erdoğan, ‘FETÖ’ örtüsüyle bütün bunların üstünü örterek gerçeklerden kurtulamaz.
Gerçekler o örtüden çok daha güçlü ve kalıcıdır.
Erdoğan, ‘bozuldu” dediği düzeni OHAL ilan ederek, Kanun Hükmünde Kararnameler çıkartarak, kendi açısından yeni fırsatlara dönüştürerek, ‘sıfır kilometre devlet’ kuracağını söylüyor. Böyle olunca da ‘düzen’ sağlanmış oluyor!
Gerçek şu ki Erdoğan’ın istediği toplumun yararına olacak şekilde ‘düzeni’ kurmak değil, daha fazla bozmaktır. Bugüne kadar iç çatışma, savaş, kutuplaştırmadan hep menfaat elde etti. Şimdi de hedeflerine ulaşmak için sürekli kendisine kazandırdığına inandığı “gerilim üret-kazan” siyasetini sürdürüyor.
Olan şu: artık Erdoğan ‘yasaları’ ve ‘kanunları’ yürüklüktedir. Önümüzdeki dönem Türkmen başı gibi ayların adını da değiştirirse hiç kimse hayretler içinde kalmasın.
Hitler, 27 Şubat 1933 tarihinde Alman parlamento binası yangınını bahane ederek nasıl ki Almanya’yı büyük felakete sürüklediyse, Erdoğan’da 15 Temmuz faili meçhul darbe girişimini bahane ederek aynısını yapıyor. Hileyle kazandığını söylediği referandum bunun son örneği…
Hitler’de üniversitelerde, barolarda ve devlet kurumlarında komünist, Yahudi ve demokratları temizledi, hapse attı ve katletti. Şimdi aynısını Erdoğan yapıyor. Medyada rakamlara göre çeşitli kamu kuruluşlarında çalışan yüz binini aşkın insanın işine son verildi. Üniversiteler, medya kuruluşları kapatıldı, iş insanları, gazeteci, yazar ve akademisyenler ‘FETÖ’ye üye, yardım ve yakın oldukları gerekçesiyle hapse atıldı.
Bunlar Erdoğan’ın talimatlarıyla yapılıyor.
Peki,” neden böyle oldu? ‘FETÖ’ nasıl palazlandı? Devleti nasıl ele geçirdi? ‘sizin hiç mi sorumluluğunuz yok!” diye soranlara ise Erdoğan, ‘bende bu terör örgütüne kandım’, ‘aldatıldım’, ‘Allah ve milletimiz bizi affetsin!.’
Tamam ‘Allah’ ve ‘millet’ seni af etsin de diğerlerinin suçu günahı ne?
Nazlı Ilıcak başta olmak üzere hapse atılan pek çok kişi de aynen Erdoğan’ın dediği gibi ‘aldatıldık’, ‘kandırıldık’, ‘pişmanım’ diyorlar. Ancak onlar hapiste, Erdoğan ise payına düşeni ‘Allah’a, ‘Milet’e havale ederek halen Cumhurbaşkanı koltuğunda oturuyor ve hapiste değil. Madem ‘FETÖ’ye yardım etmek suç o zaman Erdoğan’ın da yargılanıp hesap vermesi gerekir.
Oysa ‘FETÖ’ diye bir örgüt varsa bir numarası Fetullah Gülen ise iki numarası da ‘ne istediler de vermedik’ diyen Erdoğan’dır. Madem paralelci olmak suç, kendisi de bu suçu fazlasıyla işlediğine göre; aynen diğerleri gibi hapiste olması gerekmez mi?
İkiyüzlülüğün böylesi olmaz; Erdoğan hiçbir şey de sorumluluğu yokmuş gibi davranıp muhaliflerini ‘FETÖ’cü diye hapse attırıyor, sonrada kendisini darbeye karşı mücadele eden ‘demokrasi kahramanı’ ilan ediyor; bozulan düzeni de faşizmi kurumlaştırarak yeniden tesis ediyor!
Bunu yaparken de yeni düşmanlar yaratmaya devam ediyor. Fetullah Gülen ekibiyle birlikte on binin üzerinde Kürt siyasetçiyi hapse attıran Erdoğan bugün dönüp HDP’yi ‘FETÖ’ ile işbirliği yapmakla suçluyor. Çok değil, bundan bir yıl önce HDP grubunun Şubat 2015 tarihinde, ‘Paralel yapı incelensin’ önergesi AKP’lilerin oylarıyla ret edildi.
Sonuç olarak yine Erdoğan’ın sözüyle bağlayalım; ‘hırsızlık kötüdür ama en büyük hırsızlık insanların dini değerlerini çalmaktır.’
Gerçekten yalana, talana bulaşıp demokrasi ve hukuktan bir defa uzaklaştınız mı Erdoğan örneğinde olduğu gibi iflah olunmaz.
Kendisinin yapmadığını yapmış gibi, yaptığını da yapmamış gibi göstermek Erdoğan’ın klasik numaralarından biridir.
O zaman bu yalanla yaşamak yerine tek yol yalanı ret edip, tıpkı asker darbesine karşı çıkıldığı gibi Erdoğan darbesine karşı da daha fazla mücadele edilmelidir.
Zira Erdoğan’ın temsil ettiği sistem demokrasi, özgürlük ve toplumsal barışın önünde ki en büyük engeldir.