Türkçe’de “Yalan” sözcüğünün Avesta’daki karşılığı “druj/drug”dur. Aryen halklarına ait olduğu anlaşılan “drug” sözcüğü, Eski Pehlevicede; “drauya”, Kurmancî dilinde “derew”. Kirmancî’de ise “zure” terimleriyle karşılık bulmuştur. Mesela Zerdüşt/Mazda öğretisinin temeli, zıtların birliği esasına dayalı olup, “yalan” ve “doğruluk” ekseninde şekillenmiştir. Bundandır ki insanın; “iyi düşüncelerle, iyi sözlerle, iyi eylemlerle haraket etmesi, mecburi bir görev kılınmıştır. İnsan, sosyolojisinde toplumsal yapının ana çekirdeğidir. Toplumsal olguların itmesiyle milletler, ülkeler, devletler meydana getirilir. Dolayısıyla insan; sadece fizyolojik bir bünye değil toplumun, milletin, ülkenin ve aynı zamanda devletin aynasını teşkil eder. Esas itibariyle insan yaratıcıdır! Fakat onu bozan bir tek şey vardır. O da yalandır! Yalan bütün kötülüklerin anasıdır.
Avesta dahil olmak üzere bütün kitabi dinlerde yalan; kesin bir dille mahkum edilmiştir. Zira yalan, en basit anlatımıyla doğru olmayan sözdür. Yani doğru olmayan, uydurulmuş olguların bütününe işaret etmektedir. Peki ama sadece sıradan bireyler mi yalan söyler? Hayır! Devletleri yönetenler, toplumsal kurumları sevk ve idare edenler de yalan söylerler ki; asıl sorun da buradadır! Çünkü bu noktadan itibaren yalan, artık bireysel olmaktan çıkmış ve toplumsal bir histeriye dönüştürülmüştür. Ki bu da çok tehlikelidir! Modern anlamda; medya üzerinden algı operasyonlarıyla, beyin yıkama yöntemleriyle bireyleri ve dahası toplulukları etki altına almak mümkündür. Bu ve benzeri taktiklerle yalana dayalı siyasi söylemler geliştirilerek, istenilen hedefe ulaşılır! Özellikle 1908’den beri, Osmanlı tebası üzerinde sistemli bir şekilde ve hem de İslami referanslarla uygulanan yalan politikaları, günümüzde modern versiyonlarıyla sürdürülmektedir.
Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte oluşturulan resmi tarih anlayışının espirisi, daha çok yalan, abartı üzerinden dizayn edilmiştir. Özenle sürdürülen yalan ve abartılar, sayfalar dolusu büyük bir külliyat oluşturmuş, kuşaktan kuşağa okunarak aktarılan bu “yalanlar” zaman içinde “doğru kabuller” arasında yer almıştır. Nitekim toplumun çağdaş gelişimi önünde, işte bu yazılı yalanlar, büyük engeller oluşturmuştur. Osmanlı devleti sınırlarında yaşayan farklı halklardan tek ulus (Türk) çıkarılmak maksadıyla Cumhuriyetin Güneş-dil teorisyenleri tarafından uydurulan birçok yalan, “tarih yazımı” diye, eğitim merkezlerinde genç bireylere şırınga edilmiştir. Bunlar içinde en büyük yalanlar ise hiç kuşku yok ki; Kürtler ve Aleviler hakkında üretilmiştir. Başlangıcında uydurulan yalanlar, inkarcı bir temelde ele alınmış ve fakat zaman içinde bu yalanları, başka yalanlarla kanıtlayamadıkları için bundan vazgeçmişlerdir. Bu defa da devreye sözde kapsayıcı söylemler geliştirmiş, işin esasında ise asimilasyon yöntemlerini devreye koymuşlardır. Örneğin Kürtler hakkında uydurulan temel yalanlardan bazılarını, şöyle sıralamak mümkündür!
“Efendim Kürt yoktur! Tarih, Kürt diye bir milletten söz etmez! O dağlarda yaşayan Türklerin dilleri zamanla değişime uğramış ve dolayısıyla kendilerine Arapça, Farsça, Türkçe karışımı bir dil uydurulmuşlardır! Kürtler, Türktür! Kürtler ve Türkler bin yıldan beridir bu topraklarda birlikte kardeşçe yaşamışlardır! Türklerle Kürtler; etle tırnak gibidirler! Kürtlerle-Türkler Müslüman kardeştirler! Müslüman Kürtler; bu devleti, milleti severler! Kürtçülük yapanlar; devletimizi, milletimizi bölmek isteyen dış güçlerin oyununa gelmektedirler! PKK başka, Kürt başkadır! PKK, sünnetsiz Ermenilerden oluşmaktadır! Şehit korucular, bu vatanın evlatlarıdırlar! Bu ülkede Türk neye sahipse, Kürt’de aynı şeylere sahiptir! Kürdü sevmeyen Türk, Türk’ü sevmeyen de Türk değildir! Kürtçe konuşana kim ne demiş? (...)” Ve benzeri nice klasik yalanlarla, Kürtlerin toplumsal değerleri üzerinde oynanmıştır. Uydurulan siyasi yalanlarla, sistematik bir şekilde hafıza kaybına uğratılan Kürtlerde, bir bilinç kayması hedeflenmiştir. Bu metotla Kürtler, kendi içinde bölünmüş ve toplumsal birliklerini bir türlü sağlayamamışlardır! Bu süreç, farklı biçimleriyle maalesef halen devam etmektedir!
Öte yandan, Aleviler için de uydurulan en gözde yalanlar arasında şunlar yer almaktadır! “Aleviler Ali taraftarlarıdırlar, dolayısıyla Ali de İslam için savaşmıştır. Aleviler bizim Müslüman kardeşlerimizdir. Ali’yi sevmek Alevilikse, ben de Aleviyim! Alevilerle aynı kitaba, aynı peygambere, aynı dine inanıyor muyuz! Alevi-Sünni ayrımı yapanlar dinsiz-imansızdırlar! Alevisiyle-Sünnisiyle hepimiz, elhamdulillah Müslümanız! Aleviler laik Cumhuriyetin savunucusudurlar! Aleviler laiktirler! Aleviler, M. Kemal’e ve devletine, milletine, bayrağına bağlıdırlar! Tarihte Alevi katliamları olmamıştır! Alevileri katledenler, provokatördürler! Hacı Bektaş Veli, namazında-niyazında olan bir Müslüman Türktü! Hacı Bektaş Veli, Türkistanlı Şeyh Ahmet Yesevi’nin öğrencisiydi!” ve benzeri klasik yalanlarla, Alevilerin antik inançsal değerleri üzerinde sinsice planlar devreye sokulmuştur. Bu tür yalanlarla Alevilerin sözel olan tarihsel bellekleri bulandırılmış ve Aleviler arasında kendine yabancılaştırılan işbirlikçi Alevi tipler çıkarılmıştır. Yalanla alakalı olarak Kur’an da yer alan şu ayetin manası, yalancıların durumunu açıklamaktadır. Bakara Sûresinin 10. Ayetinde: “Kalplerinde münafıklıktan kaynaklanan bir hastalık vardır. Allah da onların hastalıklarını artırmıştır. Söyledikleri yalana karşılık da onlara elem dolu bir azap vardır!“