Yunanca “diaspora“ sözcüğünden türetilen “diaspora“ kavramı kısaca, “ana yurttan kopma ve bulunduğu yerde azınlık statüsünde zorunlu yaşama“ anlamına gelmektedir. Kavramın ilk kullanıldığı yazılı kaynak olarak Tevrat gösterilir. Çünkü Tevrat’ın Yunanca çevirisinde yeralan "dünyanın tüm ülkelerine darmadağın olacaksınız!" sözüne atıf yapılır. İsrailoğullarının ilk diaspora dönemi, MÖ. 586 yılında başlar. Babil kralı II. Nebukadnezar (MÖ.634-562), daha evel Asurların da işgal ettiği Antik İsrail’e saldırmıştı. Dünyanın yedi harikasından biri olan “Babil Kulesi“nin bulunduğu “Tanrıların kapısı“ manasına gelen Bab-İli yani Babail ülkesinin merkezi, Irak’ın Güneyinde yer alan El-Hilla kentiydi. Babaillerin bir diğer merkezi üssü ise Şırnak’ın İdil (Hezex) ilçesine bağlı eski adı Babil olan bugünkü Kebeli Köyü idi.
Yahudi tarihinde ve Tevrat‘ta sıkça geçen “Babil Esareti, Acılı Günler, Sürgün Yılları, Babail Sürgünü, Diaspora Dönemi“ ve benzeri tanımlarla o yıllara atıfta bulunulur. Çünkü II. Nebukadnezar, İsrail’de büyük bir kıyım gerçekleştirmiş, insanlar kılıçtan geçirmişti. Hz. Davut oğlu Hz. Süleyman’ın kendi krallık döneminde (MÖ. 971-931) yaptığı Kutsal mabetlerden olan “Süleyman Tapınağını (Beyt-ül Makdis/Kutsal ev)“ yıkmıştı. Geriye kalan elit takımdan İsrailoğullarını esir olarak Babil’e getirmişti.
Derken Babail; Tevrat’taki Daniel kitabında/bölümünde de bahsedildiği gibi, Medo-Persler tarafından işgal edilir. Böylece II. Nebukadnezar’ın iktidarı Medler ve Persler tarafından paylaşılır. Şehri teslim alan Medialı Mandane’nin oğlu Büyük Kiros/Kuruş (MÖ.576-530), Babail’deki Yahudilere iyi davranır. Yakılıp-yıkılan İsrail/Kudüs’ü yeniden inşaa eder. Süleyman tapınağını onarır. Tapınağın ayakta kalan Batı duvarı bugün “ağlama duvarı“ olarak Yahudilerce kutsanır. Kiros, Babil’de sürgünde/diasporada olan İsrailoğullarının ülkelerine dönmelerine izin verir. İşte tam da bu noktada İsrailoğullarının ileri gelenleri biraraya gelir oturur, uzun tartışmalar sonunda bir karar alırlar. Kendi aralarında iki gruba ayrılırlar. Bir kısım İsrailoğlulları, ortalama 50 yıl sonra kendi kutsal topraklarına, ülkelerine geri dönerken (MÖ.538), diğer bir bölümü ise yine Babail’de kalarak, Yahudiliğin düşünce ve inanç tarihini yeniden şekillendirirler. Çünkü Babil, antik tarihe ait bütün eserlerin meydana getirildiği kütüphanelerinin başkenti niteliğindeydi. Zerdüşti Medo-Perslerin’de Babil’e girmesiyle birlikte, Babil kütüphaneleri iyice zenginleşmişti. Bütün bunlardan ötürü, Babil’de kalanlar; “Babill Talmud Akademisi“ni kurdular. Bu akademide yetişenler, günümüze kadar dünyada gelişen 2500 yıllık bilim ve teknoloji çağındaki rönesansın önderliğini yaptılar.
İşte bu akademide yetişen kadrolar ve onların günümüze kadar gelen çocukları, bugün diasporada Yahudi halkının ve devletinin atardamarını oluşturmaktadırlar. Mesela Tevrat’a daha sonraları giren bazı kitaplar/bölümler, yine bu Babil sürgünlerinin eserleridir. Yahudi inançsal tarihi, bir bakıma antik Babil ve Medo-Pers (Zerdüşti) kültürleriyle harman edilmiştir. Yani Yahudi halkının ve inancının dünyada tanınmasına, gelişmesine ve ekonomilerinin güçlenmesine öncülük edenler, daha çok Babil sürgününün çocuklarıdırlar. Çünkü “Babill Talmud Akademisi“nde yetişen öğrenciler ve tarihsel süreci içinde bu yöntemle dünyada geliştirdikleri okullaşma geleneği kapsamında büyük bir sıçrama elde ettiler. Yahudilerin “Babill Talmud Akademisi“, belkide dünyada bilinen diasporada/sürgünde kurulmuş ilk okul olarak karşımızda durmaktadır.
Bütün bunları neden anlattık? Çünkü antik kültürleri günümüze kadar yaşatarak getiren Alevilerin de tıpkı “Babill Talmud Akademisi“ gibi okullara ihtiyacının olduğunu dikkatlere sunmak istedik! Zira Aleviler yaklaşık 30 yıldan beri sosyal yaşamın her alanında biraraya geliyorlar. Gerek yurtiçinde ve yurtdışında biraraya gelen Aleviler, kendi imkanları dahilinde sosyal, siyasal, kültürel ve inançsal bağlamda örgütleniyorlar. Dernekler, Vakıflar, Cemevleri kuruyorlar. Sözkonusu bu mekanlarda çeşitli etkinlikler gerçekleştiriyorlar. Daha çok katliam anmaları, Cemler, inanca özgü hizmetlerle, çeşitli konularda paneller düzenliyorlar. Peki bütün bunlar yeterli midir? Okulsuz bir toplumun çocukları, bu iletişim çağında kendi ata kültürlerini, bu çalışma yöntemiyle geleceğe taşıyabiliri mi? Hal böyle iken, bu alanda, ihtiyaç duyulan bir okullaşma süreci başlatılmış mıdır? Benzeri sorular havada kalmaktadır! Aleviler, bu mekanlarını birer akademiye, okula, kütüphaneye çevirmedikleri sürece, istenilen hedefe ulaşmalarının mümkün olmayacağı artık anlaşılmalıdır! Oysa yurtdışında, diasporada yaşayan Aleviler; bulundukları ülkelerde okullaşarak, yetiştirilecek kadrolarıyla Alevi inancının tarihi köklerini yeniden filizlendirecek ve bu antik inancı geleceğe rahatlıkla taşıyabilecekler! Keza aynı sorun, Kürtler için de geçerlidir. Aksi halde yarın çok geç olabilir!