Lütfen bekleyin..

Hasan Hayri ATEŞ

Kadim Dersim ve aynayı kendimize tutmak

04 Mayıs 2021, 11:48
  • Soykırımın lanetleneceği 4 Mayıs Kara Gün vesilesiyle, dünden bugüne yitirilenleri bir kez daha hatırlamaya çalışmak, aynayı kendimize tutmak yaşamsal bir ihtiyaçtır. Dersim adına faaliyet yürüten tüm kurumların, çevrelerin, aydın ve sanatçıların önünde duran bir görevdir.

Kadim Dersim yaşamında, dağların koruyucu gücüne dair köklü bir inanış hakim olmuştur. Mitolojinin kaynağını oluşturan dağların, evliyalarca mekan tutulduğuna inanılır. Özellikle iç Dersim’i çepeçevre saran bu dağların her biri, kutsallığın sembolü olarak söylencelere konu olmuştur.

Koruyuculuğu bakımından Duzgi ve Sulto Bava dağlarının topları, anlatılara en çok konu olanlardır. Rivayet o ki, bu toplar işgal ve istila amaçlı Dersim’in üzerine yürüyen güçlere karşı defalarca kullanılmıştır.

Fakat bahsi edilen manevi koruyuculuğun devamı, şarta bağlı olmuştur. O şart ise ikrar ve rıza içinde bir yaşam sürmektir. Elbette ikrar ve rızalık yalnızca insandan insana değildir; cümle varlığı içeren bir bütünlüğe sahiptir. Çünkü itikada göre gürünen ve görünmeyeniyle cümle varlık, “Var’dan var olmuştur.” Dolayısıyla her varlık Hakk’ın zuhurudur.

Kadim inanışa göre, ikrar çiğnenir olunca, Evliyalar yüzgeri etmiş, dağlar koruyucu tılsımını yitirmiştir. Gene inanışa göre 1937-38 soykırımı, manevi olarak bu koruyucu güçlerden yoksun kalındığı koşullarda karşılanmıştır. Terteleyi görmüş Dersim kâmillerinin meseleye böyle baktıklarını biliyoruz.

Başköylü Pir Hasan Efendi’de 1936’da, başta Kêmêre Duzgi Bava olmak üzere, Dersim toplumuna küsmüş ve sırtlarını dönmüş yöre ziyaretlerine uğrar. Atatürk’ün kararını verdiğini, Dersim üzerine ordular süreceğini dile getirerek, halkı himaye etmelerini ister. Ne var ki, ziyaretlerin nazarında bu dileği ve isteği karşılık bulmaz.

Pir Hasan Efendi Dersim adlı manzumesinde durumu şöyle dile getirmiştir: “Atatürk Dersim’in programını çizmişti/Dersim’e gitmek için ordu dizmişti/ Ordular Dersim’e doldu/İsmi sonunda Tunceli oldu/ Duzgo’ya, katliam çok ağır olacak/ Gel engel olalım dediğimde Haso’yu dinlemedi/ Sonra gördü ki zulüm ve katliam çok ağır/ Bir topunu ateşledi/ Ancak çok geç kalmıştı.”

Görüldüğü üzere, Pir Hasan Efendi de, evliyalara mekan olmuş dağların Dersim’i korumak yerine, yüzgeri ettiğini anlatmaktadır. Bunu da, gene aynı manzumesinde ikrarın çiğnenmesine bağlamaktadır.

Sözün zamanın ebediliğine mühürlendiği an

Bilinen bir hikâyedir: Heme Mırze Sıl-i Dersim’in Demenan aşiretinin önde gelen namlı direnişçilerindendir. 1938’den iki yıl sonra oğlu vurulunca, teslim olur. O’nu karşılayan askeri yetkili, bu namlı direnişçinin teslim olması karşısında şaşkındır. Çünkü, çok iyi bilmektedir ki, bu dağlarda direnişçiler teslim olmazdı. Onlar talihin en acı darbelerini yemiş, ama onunla yine de boğuşmuş, asla diz kırmamışlardır. Bu topraklarda yaşayanlar o güne kadar tüfeklerini bir kez ateşledi mi, teslim olup boyun bükeceklerine, ölümüne savaşmışlardı. Öldükleri zaman da, yenilmemiş sayılırlardı. Böylece geriden gelenler için bir efsaneye dönüşerek, toplumsal hafızada yaşatılırlardı.

Peki, şimdi ne olmuştu da böyle namlı bir direnişçi teslim oluyordu?

Heme Mırze Sıl-i karşılayan askeri yetkili, tercüman aracılığıyla nedenini sorar. Heme Mırze Sıl-i, “Efendi!“ der, “biz oyun oynamadık, savaştık. Sizden de ölenler oldu, bizden de. Ama biz yenildik. Şimdi teslim oluyorum, çünkü, dağların anahtarını kaybettim.”

“Mi kilte kou kerd vind!“ Yenilmek ve dağların kilidini kaybetmek…

Kadim inanışta, Dersimliler için dağlar aynı zamanda birer kilitli kapı görevi yaparlar. Bu kilit koruyucu sahiplerce açılmadan, dışarıdan içeriye girmek mümkün değildir. Kilit, üzerlerine gelecek fenalıklar karşısında, kerâmetlerine inandıkları dağlarda sır olup, görünmezliğe bürünmektir. Dışarıdan gelenler içinse kilidin açılması gerekir ki, mekândan içeriye girebilsin, yağmalayıp talan edebilsin.

Ne kadar zorlanırsan zorlansın, Dersim’i koruyan kilidin şifresi uzun süre çözülememiştir. Şer ordusu her seferinde dağların kalkanına çarparak, geri dönmek zorunda kalmıştır. Ancak tılsım bozulup sır ayan olunca, kilit hükümsüz kalmıştır.

Yenilen, bir de koruyucu bir kalkan gördüğü, kerâmetine sığındığı dağların kilidini kaybetmişse, artık suskunluğa mahkum demektir. Ne de olsa, her durumda tarihi ‘kazananlar’ yapar. Böylelikle önce HAKİKAT öldürülür, sonra yeniden üretilerek dolaşıma sokulur. Hâl böyle olunca, ‘yenilenler’ hakkında bilinecek olan hakikat, öldürülmüş olanın külleri üzerine kondurulandır. Ne de olsa buna muktedir olanlar, ‘gerçeğin’ efendisidirler artık. İsyan ve bastırma üzerine kurulan ‘gerçeğin’ anlatısı, onların söylediği ile bilinecektir.

Dersim’de uzun bir dönem böyle oldu. Ancak artık çok iyi biliyoruz ki, “Mi kilte kou kerd vind,” diyen yaşlı Dersimli’nin dile getirdiği savaş ve yenilgi söylemi, isyan bağlamında kullanılmıyor. Kilidi kırıp zorla evine giren, böylece tarlasını, yerini, yurdunu; dahası bir bütün yaşamını işgale, yağmalamaya, tarumar etmeye gelmiş zorbaya karşı meşru müdafaa savaşıdır bahsi edilen. 

Kayıp kilit ve ardından gelen istila

’38 soykırımın ardından dağların kilidinin kaybı, aynı zamanda yaşanan en zalimane istila, yağma ve talana göndermedir. Kürtlüğü Türkleştirme ve Alevi Kızılbaşlığı Sünnileştirme adına insanlık tarihinin en zalimane kültür kırımı dayatılmıştır. Çalınan dil, hafıza, mitoloji ve tarihle birlikte kültürel değerler yağmalandı. İtikadi yaşam, başkalaştırma amaçlı ağır bir kuşatmaya alındı. Böylelikle kültürel kimliğin kökü kazınmak isteniyor. İnkarcı ve soykırımcı devlet 84 yıldır Dersim’in içini düzenlemekte, kendine göre şekil vermekte, kendi sembolleriyle donatmakta, kendine göre bir hafıza oluşturmaktadır.

Bütün bunların sonucu olarak, kadim kimliğin kendisini geleceğe taşıyıp, taşıyamayacağı bir sorunla karşı karşıya kalmış bulunuyor.

Soykırımın lanetleneceği 4 Mayıs Kara Gün vesilesiyle, dünden bugüne yitirilenleri bir kez daha hatırlamaya çalışmak, aynayı kendimize tutmak yaşamsal bir ihtiyaçtır. Yaşanan kayıpların, toplumumuzu nereye doğru sürüklediğini görüp, çözümler üzerine kafa yormak, Dersim adına faaliyet yürüten tüm kurumların, çevrelerin, aydın ve sanatçıların önünde duran bir görevdir. En önemlisi de çabaların ortaklaştırılması zorunluluğudur.

Bu anlamda bugünden geriye bakarak hatırlamak, böylece unutulmuş olanın farkına varmak önemlidir. Biliyoruz ki, unutulmuş olan geçmişte kalanlara, geride bırakılarak geleceğe taşınamayanlara dairdir. Dolayısıyla unutmak kayıplara neden olurken, hatırlamak kayıpların farkına vararak toplumsal sürekliliği sağlayacak çözümler üretmektir.

Özellikle yazılı geleneği olmayan ve kimliksel değerleri inkâr edilen toplumlarda unutma, sıradan bir sorun olarak görülemez. Unutmayı önleyici mekanizmalar oluşturulamadığında, telafisi olmayan sonuçlarla karşı karşıya kalmak, kaçınılmaz hâle gelebilir. Çare bulunamadığında unutma illeti öyle bir boyuta ulaşır ki, toplumsal sürekliliği kesintiye uğratacak ağır ve yıkıcı sonuçlar doğurabilir. Dil unutulur, yol yordamla birlikte, toplumu var eden kimliksel değerler yitip gider.

Böyle bir durumda büyük unutuşlar, büyük hatırlayışları zorunlu kılar. Dersim toplumu bugün büyük hatırlayışların zorunlu hale geldiği bir kavşağa varmış bulunuyor.

İçinde yaşayarak görüyoruz ki, kadim toplumsallık gittikçe erezyona uğrayarak başkalaşmaktadır. Dersim kültürel kimliğinin taşıyıcı öğeleri olan kirvelik, musahiplik ile birlikte ikrar ve rızalık unutulmuş; kadim Ocak-Talip-Pir-Mürşit ilişkisi nihayete ermiştir. Gene derin bir anlamlılık ilişkisiyle kutsallaştırılan mekânlar, büyük oranda unutulmuştur. Hatırlananlar ise Kêmêre Duzgi ve Çimê Muzir örneğinde olduğu gibi önemli oranda anlam kaybına uğramıştır. 

‘Kara Gün 4 Mayıs’ fermanı

Geçmişin yeni kuşaklar üzerinden geleceğe taşınması, önemli oranda akamete uğramıştır. Gene bu kuşaklar artık anadilleriyle büyümediği gibi, anadilleri de değişmiştir. Çünkü artık annelerinden öğrendikleri kendilerine ait bir dil yoktur. Hakim devletlerin dilleriyle büyüyen bir jenerasyon söz konusudur. En trajik olanı ise Avrupa’da diasporada yaşayanlar, bulundukları ülkenin diliyle büyürken, ait olduğu kimliğin dili yerine, en azından konuşma düzeyinde de olsa Türkçe öğreniyor olmasıdır.

Soykırım fermanının imzalandığı Kara Gün 4 Mayıs’ı bir kez daha lanetle anarken, “Mi Kilte Kou kerd vind” sözüyle birlikte, yitirdiklerimizi hatırlamak ve yüzleşmek, kuracağımız tüm hamasi nutuklardan evâadır.

Kara Gün vesilesiyle gerçekliği yeniden hatırlamak ve kayıplarımızı telafi etmek için birlik olup, çare üretmek bir mecburiyettir. Bu, toprakları uğruna soykırım kılıcına göğüs gererken mezarsız ve kefensiz gidenlerimizin hatıralarına karşı tarihsel bir sorumluluktur. Karşı karşıya olduğumuz gerçekliği değiştirmek için, ya bu gün sorumluluklarımızı yerine getireceğiz ya da yarın sadece geçmişe ağıt yakmakla kalacağız.

Nine dedelerimizin belleği ve topraklarımızın her karışına derinden zuhur etmiş anlam dünyalarının hatıraları, kültürel kimliğimizi ayağa kaldırmak için gerekli ışığı sunmaya devam ediyorlar. Kültürel değerlerimizle, geleceğe yürümede geçmiş yaşamın şifrelerini veriyorlar ve aynı zamanda yolumuzu aydınlatacak ateşleri yakıyorlar.

Soykırımda yitirdiklerimizin hatıralarına saygıyla.

Bu haber 320 kere okundu
  • Bu haberi paylaşın:
UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik ve tamamı büyük harfle yazılan yorumlar onaylanmamaktadır.