Lütfen bekleyin..

Hasan Hayri ATEŞ

Bir Çağrıdır Engin Eroğlu’nun Yaşamı

11 Temmuz 2019, 12:31

Bu bungun yaz gününde, yüreklerimize Temmuz karı yağdırdın, can Engin.

Meşum haberi aldık, artık olmayacaksın bu hayatta...

Tarifsiz bir acının, derin üzüntünün girdabına sürükledin bizi.

Kahrediyoruz bu karanlık kumpasa ve de isyan...

Oysa umut etmiştik, son ana kadar.

Hani, asla terk etmez ya insanı, umut.

Dipsiz bir uçuruma baş üstü yuvarlandığında, umut hep yanındadır insanın. En zor zamanların, dayanılmaz denilen azaplı yaşamların dayanağıdır, umut. İnsan bir başına dipsiz bir uçuruma savrulduğunda bir o vardır yanında, bir de gölgesi.

İşte, biz de son ana kadar senin için medet diledik ondan.

Umut bu ya!

Belki bir mucize gerçekleşebilir diye...

Nine dedelerimizin zamanında olduğu gibi, jâr û dârlarımızın mucizelerini bekledik. Ne de olsa, evvel zaman ermişleri gibi, onların mekânında sırra kadem basmıştın. Bir yanında Muzır Bava, Bir yanında Sulto Bava vardı. Dersim’in kadın evliyalarından Ana Bûyêre üst yanında, Ana Jele bir kaç adım öte yanındaydı. Duzgı Bava’yı dersen, onun için bir iki adımlık yoldu, Tornova.

Evliyalar diyarıydı işte.

Hele, zamandan ve mekândan münezzeh Xızır.

Evliyaların piri Xızır’dan başlar, her birinin yığınla mucizsini sıralayarak anlatırlardı ya, Nine Dedelerimiz...

Umut ettik, bir mucize göstersinler diye.

Heyhat!

Olmadı işte.

Muzır Bava seni koruyup kollayamadı, cansız bedenini teslim etti, günlerce göz yaşı dökmekten helâk olmuş annene.

Buna da sevindik!

Nasıl sevinmeyelim ki!

Mezarsız ve kefensiz giden onca insanımızın acısı onmaz bir yara iken yüreğimizde, senin bir mezarın olacaktı. Annen baban ve sevenlerin başına varıp, bir çila yakabileceklerdi.

Can Engin!

Benim gibi binlerce, yüz binlerce; bilemiyorum belki de milyonlarca insan o meşum günden sonra tanıdı, seni.

“Dağda keçilerini otlatan çobandan dünden beri haber alınamıyor,” diye, bir haber düştü ajanslara. Bir de elinde, Mehmet Uzun’un ‘Aşk Gibi Aydınlık Ölüm Gibi Karanlık’ romanıyla bir fotoğrafın paylaşıldı. Derken sosyal medyada pek çok fotoğrafın...

İşte, seni böyle tandık, can Engin.

Evet. Okuduğun romanın çağrışımı gibi karanlık bir olaydı, söylenenler, yazılıp çizilenler inandırıcı değildi.

Hâla da inanmıyoruz.

Ama asıl önemlisi, paylaşılan fotoğraflarında ortaya çıkan hakikâtti.

Sanırım benim gibi herkesi etkileyen, iliklerine kadar sarsan, bu hakikât oldu.

Sanki zifir bir gecenin ortasında kala kalmışızda , fotoğraflarına baktıkça, bizi ışığa davet eden bir parıltı belirmişti gözlerimizin önünde. Yönünü kaybetmiş bir yolcuya yön tayin eden bir kutup yıldızıydın sanki. Bir şeyler kaybetmiş, ama kaybettiğini yanlış yerde arayan birini, gitmesi gereken yere çağıran gizemli bir ses.

İşte, can Engin!

Fotoğraflarına pür dikkat bakıp da anlamaya çalıştıkça, bir kâinat açılıyordu önümüzde geniş, sonsuz ve de büyülü. Her biri bir dağın zirvesinde, bayırında çekilmişti o fotoğraflar. Közde demlenen çay, bağlama ve bir kitap var bir çok karede. Öbür yanda, bayırlarda yayılmış keçilerin.

Kimisinde de Munzur’un ortasında bir taşa bağdaş kurmuş, kitap okuyorsun.

Renklerin her tonu, güzelliklerin her hali... Gökyüzü akıyor, Munzur akıyor, orman gözlerini dikmiş bakıyor ve dağ gözlerini dikmiş bakıyor; hepsi gizemli ve büyüleyici. Bütün bunların ortasında da sen varsın. Akköpükler, suyun aynasında yüzüyor, göğün maviliğinin yansısı vurmuştur suya. Sana bakıyor çeme Muzır , gök mavisi bir çift göz gibi. Kim bilir ne çok seviyordun bu kutsal suyu, nasıl da büyülüyordu seni, nasıl da için minnet duygusuyla dolup taşıyordu bu suya karşı. Belli ki yalnızca çeme Muzır’a değil, o topraklara ve sen gibi o topraklarda hayat süren her şeye karşı minnet doluydun.

Böyle olsa gerek, sırtını dönüp terk etmemişsin.

Nasıl da öyle derinden severek, yürekten bağlanarak, ruhunu vererek yaşamışsın. Nasıl bir toprak sevgisi, nasıl bir yurt sevgisidir, o genç yürğinde filizlenen...

Onun için mutulu ve huzurlusun. Gülümsüyorsun, kendinle barışıksın.

Aşk olsun sana..

Bunları, fotoğraflarına bakarken anlıyoruz ve bir serap değil gördüğümüz, gerçeğin ta içindesin, anı anına yaşayarak.

Senin gibi bir bilinç ve farkındalık halinde yaşamasak da, çocukluğumuzdan biliyorduk o büyülü yaşamı. Ama, bize Kaf Dağı’nın ardındaymış kadar uzaktı artık. Kulaklarımıza fısıldanan bir masalın tınısıydı sanki, ya da sisli bir hayalin belli belirsiz canlanması gözümüzde. Ne de olsa bizi kendimize yabancılaştıran modern yaşamın şaşaası gözlerimizi perdelemiş, o dağ yaşamının, ilkel ve de zamandışı olduğunu belletmiş, bizi tutup başka mekânlara savurmuştu.

Oysa senin, ne zamandan kopan, ne de zamanın esiri olan anlam yüklü yaşantınla, buna meydan okuduğunu gördük.

Biz koptuk o yaşamdan, neyi kaybettiğimizi ya da kaybedeceğimizi bilemeden arkamızda bıraktık yıllar evvel; taa çocuklğumuzda. Ama sen bizim kapıldığımız sele kapılmamışsın, elinden kayıp gitmesine izin vermeden anlam katarak, yaşamasını başarmışsın.

Bizi uykudan uyandırdın can Engin.

Bir nevi uyku halinde tükettiğimiz yaşamımızı sarstın, bir başka yaşama davet ederek. Aslında, sanki bir sırrı aşikere etmişsin gibi, bir başka yaşam değil de, koptuğumuz yaşamımıza demek gerekir. Nine dedelerimizin doğaya karşı olan farkındalığı içinde, ama zamanın bilinciyle donanmış olarak.

Lakin, ben gibi bir çok Dersimlinin kaderi, dalından kopmuş bir yaprak misali, artık rüzgârların elinde. İstesek de görünür gelecekte dönme şansımız yok.

Anne babalarımız soykırımı, sürgünü yaşamıştı.

Şimdi biz yaşıyoruz.

Ama, müsterih ol, can Engin.

Dersim’de senin gibi hayatı anlam katarak yaşayanlarımız, her zaman orada olacaklardır. Onların, bütün zorluklara inat devam eden çabası, geleceğe dair umut kaynağımızıdr.

Ve de senin yaşam tarzınla yaptığın çağrı, karşılıksız kalmayacaktır.

Bu haber 913 kere okundu
  • Bu haberi paylaşın:
UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik ve tamamı büyük harfle yazılan yorumlar onaylanmamaktadır.