Lütfen bekleyin..
Munzur Haber / Ülke senin ise neden yakıyorsun? / Ahmet Kahraman

Ülke senin ise neden yakıyorsun? / Ahmet Kahraman

25 Haziran 2016, 10:17

'İyi de, ülkenin sahibi, "dağların hakimi" sen isen, 10 şehrini, tanklar, toplar ve hava gücünün hücumuyla neden yakıp, yaktın?'

Yer yüzüne ışık saçan Antik Çağ filozoflarından Çinli Konfüçyüs, "rüzgarla eğilen otlar, yeniden doğrulur" diyordu.

Peygamber İsa’nın doğumundan 500 sene önce söylenmiş bu söz, Kürdistan’ın tarihini nakşediyor, adeta.

Türkler, 1930 yılında Stalin Rusyası ve İranla birleşerek, Ağrı Dağı etekleriyle, Geliye Zilan ile tepelerinde yaptığı soykırımın zafer narasını, Ağrı Dağı’nın doruğuna dikili karikatürize bir mezarın taşına şu kelimelerle işlemişlerdi:

"Kürdistan hayali burada yatıyor."

Oysa, doğa hayvanların zafer naralarıyla doludur. Goriller de, kan-revan içinde çıktıkları dövüşlerden sonra, göğüslerini yumruklaya yumruklaya zaferlerini haykırıyorlar.

El-alemin yardımı ile savaşın muharebelerin birinin sonucunu, nihai zafer olarak ilan etmek bedava, ama Kürtler, hakiki anlamıyla Kürdistan’ın otu, nebatıydı. Fırtınaların dalgalandırarak yere eğdiği otlar ise hemen ardından doğruluyor, kırılıp toprağa yatanların kökleri de yeniden fışkırıyordu.

Ve, bu döngü hep yaşandı. Türklerin, tüm gücünü seferber edip yerleşim alanlarına saldırması, kadınlar, çocuk ve ihtiyarları katletmesi, hiç bir zaman nihai zaferin kapısını aralamadı, onlara. Tam tersine, vahşetin darbeleri altında kalmış, mazlum bir halkın kin ve intikam duygularını bileyerek, onları yeni hamlede, örgütlü güç olarak yeni hedeflere taşıdı.

Ermenilerin, Yahudilerin, Amerika ve Avustralya kıtası yerlilerinin başına gelenlere özenerek, yanmış, yıkılmış bir Kürdistan yarattılar.

1980’lerin ortalarından itibaren, bir kere daha, bütünüyle insanlıktan çıkıp, Kürdistan’ı insandan arındırmak için, ülkeyi faili meçhul cinayetler mezarlığına, dönüştürdüler. Kadınların, bebekler, çocuk ve ihtiyarların cesetlerine basarak zafer naraları haykırdılar.

Daha sonra "süreç" ya da "müzakere" adına, şehir eşkıyası Mafya ve kırların haydut çetelerini aynen taklit ile rehineleri öne sürüp, pazarlıkla isteklerini kabule çalıştılar.

Ama olmadı. Çeteciliğin ölüm tarlaları da, yıkım ve şantajlar da sonuç vermedi. Kürtler özgür ülke ile başı dik birey mücadelesinden vazgeçmediler.

Bunun üzerine, 2015 yılında, yeniden çetecilik hışmıyla, öne çıktılar. Bütün ordu ve polis güçlerini seferber edip, sırasıyla 10 Kürt şehirini kuşatıp yerden ve havadan bombalayarak, Kürtleri teslim almaya çalıştılar.

Ancak, bu barbarlık da beklenen faydayı getirmedi. Kürtler, bu topyekün taarruzdan da güçlenerek çıktılar.

Türk varlığı, Kürdistan’da artık, işgal gücü bile değildir. Kum torbaları, beton bloklar ve yüksek duvarların gerisinde saklanan, fırsatını bulunca, gizlendikleri yerden çıkıp yangınlar çıkaran, yerden, havadan bomba atan, cinayetler işleyen çete konumundadır.

Kışlada yarı hapis yaşayan üniformalıların dışında, siviller de izoledir. Sivil bir Türk yetkili ya da kiralık yerli işbirlikçinin halk içine çıkaması mucizedir.

Misal: Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir hafta önce, "kimseye haber vermeden, Mardin’e gidip kışlada, askerlerle iftar yemeği yedim" diye övünüyordu.

Oysa, "Kürdistan’da duruma hakimiz, ben korkmadan gidebiliyorum ve gittim" diye övüneyim derken, kopuşu itiraf ediyordu. Kürdistan’ın "tehlikelerle dolu düşman toprağı" olduğunun itirafı…

Çünkü, hızsız gibi gizlice yere iniyor, sonra arabaya binip toplar, tankların mevzilenerek korumaya aldığı, askerlerin yan yana dizildiği yoldan geçerek kışlaya gidiyor, yemek yiyip dönüyordu.

Vietnam savaşının en kızgın anlarında, Savunma Bakanı McNama dahil pek çok Amerikalı yetkili de, Erdoğan benzeri biçimde, savaşan askerlere moral vermeye gitmiş, Amerikan Başkanı Bush da, Irak’daki askerlerle yılbaşı hindisi yemek için, kimseye görünmeden, ansızın Bağdat’a inivermişti.

Maaşından başka geliri yokken, dünyanın en büyük deniz ticaret filosunu kurma dehasını gösteren, "Milyon Ali" lakaplı Başbakan Binali Yıldırım da, geçen hafta benzer gizlilik ve asker ile polisin etten duvar güvenliği altında Ağrı’ya gitmiş, orada yandaşlarıyla buluşmuş, sonra, kimsenin bilmediği "yatırımları" hizmete açtığını söylemişti.

Kürdistan gerçeği böyle, kalpazanın söylemi ise farklı…

İyi de, ülkenin sahibi, "dağların hakimi" sen isen, 10 şehrini, tanklar, toplar ve hava gücünün hücumuyla neden yakıp, yaktın? Seninse eğer, neden bu çağda barbarlığın evrensel tarihine tüy takarak, senden kaçamayan insanları direnişçidir diye, bağırta bağırta canlı diri yaktın? İnsan olan, şehirlerine ve orada yaşayanlara bunu yapar mı, hiç?

Şu an Lice, Hani, Bingöl, Silvan, Kulp, Hazro altıgeninde, 39 köy düşmanca kuşatma altında olması neden? Toplar, tanklar neden, o dağlara karşı gürlüyor? Niçin uçakların hızı ıslık çalıyor, havada? Ne olmuş da helikopterler geçerken, ormanları alevler sarıyor, yağdırdıkları yangın bombalarıyla tek kalmış ağaçlar, meyve bahçeleri, üzüm bağları yanıyor?

Barbarın yaptığına bakın: Katiller yolu geçen  sivilleri tarıyor, havada yangın bombaları yağıyor…

Yanan toprakların otu, çiçeği, meyve durmuş şilan kümeleri arasında yumurtadan yeni çıkmış keklik yavruları, ağaçta gezinen sincaplar, otlayan tavşanlar, söğütlüklere sığınmış ayı yavruları diri diri yanıyordu. Düşmana zarar verme adına, kendi kutsalını, tapınağın kurtların yeni doğmuş yavrularını da ateş topuna dönüştürüyordun..

Bırak palavrayı ve yalanlar katmerini; sen kaybettin. Kaybettiğini, "düşmanına yar ve yararlı olmasın" diye yakıyor, yıkıyorsun. Sana yakışan da bu!..

(Politika)

 

Bu haber 675 kere okundu
  • Bu haberi paylaşın:
UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik ve tamamı büyük harfle yazılan yorumlar onaylanmamaktadır.
Kategorisindeki Diğer Haberler
Dersim İnşa Kongresi (DİK) dahil Avrupa'daki 8 sivil toplum kurumları, ..