AKP ve Erdoğan devleti ele geçirmek ve iktidarda kalmak için yıllarca yeni Türkiye propagandası yaptılar. İktidarda kalacaklarına güvenmiyorlardı. İçeride aydınların ve demokratik çevrelerin, dışarıda da AB ve ABD'nin desteğine ihtiyaç duyuyorlardı. Bunun için kendilerini değişimden yana gösterme ve takiye yapma zorunda görüyorlardı. Devlette oturdukça, kadrolaşıp ekonomik ve siyasi nimetleri, rantı aralarında bölüştükçe AB'den de demokratik çevrelerden de hızla uzaklaştılar. Gerçek ırkçı, faşist ve milliyetçi yüzlerini ortaya koydular.
Yeni Türkiye dedikleri, eskinin derinleşmiş, halka düşman, tam bir savaş oligarşisi olan milliyetçi bir cephe olarak orta yerde duruyor. 24 Temmuz’dan sonra Erdoğan ve AKP önderliğinde Kürtlere karşı topyekûn bir savaş başlatıldı. Bunun hazırlıkları ve planlaması 2014'te "Çöktürme Planı” adı altında yapılmıştı. Erdoğan 7 Haziran seçimlerinde darbe alıp AKP iktidardan düşünce hızla orduyla anlaşarak savaşa karar verdiler. Çünkü HDP 80 milletvekili çıkarmış ve Türkiye halklarına alternatif bir seçenek sunmuş, umut ve güven yaratmıştı.
7 Haziran seçim sonuçlarına karşı darbenin planlamasına Bahçeli aktif biçimde dahil oldu. HDP'nin içinde olacağı hiç bir seçeneğin içinde olmayız diye siyasi süreci bloke etti. CHP ve HDP'nin oyları hükümet kurmaya yetmiyordu. AKP'yle MHP koalisyonuna da karşı çıktı Bahçeli. Erdoğan bu durumdan yararlanarak Davutoğlu’nun CHP'yle olası bir koalisyonuna karşı çıktı. Böylece Erdoğan ve Bahçeli darbenin siyasi koşullarını oluşturdular. HDP'yi, demokratik seçeneği devredişi bırakmak için orduyu da kapsayan bir cephe oluşturdular. Bu cepheye Doğu Perinçek, Ergenekoncular, ulusalcılar, etraflarındaki mafya çevreleri vb hızla dahil oldular. 24 Temmuz'da fiili olarak saldırıya geçip savaşı başlattılar.
Savaş tüm zamanları aşan bir topyekûn saldırı ve yıkımla yürütüldü. Birçok şehir yıkıldı. Rojava'ya karşı her türlü düşmanlık yapılıyor. AB ve ABD'yle tavizden tehditte kadar her şeyi yaptılar. Kürtler içindeki hain ve işbirlikçi çevreleri olabildiğince bu savaş cephesine katmaya çalıştılar.
Erdoğan savaşın görünür sözcüsü ve koordinatörü olarak önde oldu. Buna daha başından beri Bahçeli dahil olmuştu. Erdoğan milli iktidar, milli muhalefet olmalı diyerek Türk işi bir faşizmin, savaş oligarşisinin tanımını yaptı. Bu cepheye rağmen işler istediği gibi gitmedi. PKK'yi ve gerilla güçlerini ezemedi, geriletemedi. ABD ve AB'yle ilişkileri de giderek sorunlu ve tartışmalı olmaya başladı. Davutoğlu ABD yetkililerinden randevu alıp ziyarete gideceğini açıklayınca Erdoğan müdahale etti. Davutoğlu’nu tasfiye etti. ABD ve AB'yle Davutoğlu kabul gören bir ilişki geliştirir veya güç olabilir diye korktu.
Topyekûn savaş kapsamında sıra HDP milletvekillerinin meclisten atılmasına geldi. Bu konuda özellikle CHP'nin de desteğine ihtiyaç vardı. CHP'yi de "milli muhalefete” dahil etmek görevi de genelkurmaya düştü. Erdoğan’ın başkanlık adı altında despotik bir yönetim arayışında olduğu CHP saflarında kabul görüyordu. Bu durumda Erdoğan CHP'yi katamazdı. CHP'yi savaş cephesine dahil etmek için klasik ulusalcı damarına da yaslanarak, görev genelkurmaya verildi. CHP yönetim toplantılarında dokunulmazlıkların kaldırılmasına karşı çıktığı halde Kılıçdaroğlu genelkurmaydan brifing aldıktan sonra AKP'nin önerisine destek açıklaması yaptı.
1994'te tam bir linç ve ırkçı histeri eşliğinde DEP'liler meclisten atılmış ve tutuklanmışlardı. Şimdi tezgahlanan oyun bu darbenin devamından başka bir anlama gelmiyor. 1990'lardan daha fazla insan yaşamını yitiriyor. Köyler yerine şehirler yıkılıp boşaltılıyor. Basın her zamankinden daha fazla iktidarın emrinde ve tam bir savaş aygıtı olarak işlev görüyor. Tüm demokratik çevreler ve muhalif olabilecekler hapislere atılıyor, tehdit ve şantaja maruz kalıyor, işlerini yitiriyorlar. Polis baskınları ve saldırılar da günlük sıradan olaylar haline gelmiş.
Faşizm Erdoğan önderliğinde giderek kurumlaşıyor. Her zamandan daha fazla yargı, yürütme ve yasama tek elde toplanmış durumda. Türkiye'nin tüm gerici güçleri, kandan ve savaştan beslenen kesimleri birleşmiş, milliyetçi cepheden öte bir cephe oluşturmuşlardır. Görüldüğü gibi "yeni Türkiye” artık laf ve propaganda düzeyinde de bir anlam ifade etmiyor. Eski Türkiye'nin en pespaye ve faşist, milliyetçi ittifakı yaratılmıştır. Derin devlet her zamankinden daha fazla aktif ve etkindir. Derini ve görüneni arasında fark da ortadan kalkmıştır.
Savaşın koordinesini şimdi Erdoğan, Bahçeli ve Genelkurmay birlikte yürütüyorlar. Siyasi ayağını Bahçeli, Erdoğan, askeri ayağını da genelkurmay yürütüyor. 17 Mayıs MHP grup toplantısında Bahçeli’nin yaptığı konuşma, eleştiriler karışında Erdoğan ve Genelkurmay başkanını savunması bunu açıkça gösteriyor. Türkeş 12 Eylül'de "biz hapisteyiz ama düşüncelerimiz iktidarda” diyordu. Simdi MHP'nin düşünceleri hem iktidarda hem de muhalefettedir. Erdoğan da bu çizgiye gelmeye çok hevesliydi zaten.
Eski Türkiye'ye karşı yeni Türkiye'yi temsil eden sol ve demokratik güçler şer cephesine karşı direniş ve demokrasi blokunu oluşmak zorunda. Bu yapılmadı mı Türkiye hızla daha karanlık bir sürece sokulacaktır. Savaş cephesi sanıldığı kadar da kalıcı değildir. Bölge ve dünya gerçeğine denk düşmüyor. Kürdistan'daki direniş birçok yönüyle bu cepheyi etkisizleştirmiş ve maskesini düşürmüştür.
Muzaffer Ayata