Trump’un Mexiko sınırına örmek istediği Duvarın örülme maksadı ve kime karşı örüleceği beliydi.
Peki Türkiye’nin dayatmasıyla Türkiye-Suriye sınırına kurulacak olan ‘’Güvenli’’ bölge hangi ülkeyi hangi ülkeden koruyacak? Suriye’yi Türkiye’den mi, yoksa Türkiye’yi Suriye’den mi?
‘’Güvenli’’ bölge meselesini dayatan Türkiye olduğuna göre, güvenliği korunması gereken ülke de Türkiye oluyor.
Peki Türkiye’nin güvenliğini tehdit eden kim? İlk akla gelen üç muhtemel Düşman var. Suriye, DAİŞ ve Kürtler.
Savaşla Kapitülasyon şartlarına düşen Suriye’nin Türkiye için tehdit unsuru olması imkansız.
DAİŞ, Türk devletine hakim olan AKP’nin eseri. Bu gün hala onunla güçlü ilişkiler içinde. Bu açıdan DAİŞ’ın Türk devleti için tehlike olması olasılık dışı. Ayrıca Koalisyon güçlerinin desteğinde QSD güçleri DAİŞ’in ‘’Teretoryal,’’ (alan) hakimiyetine son vermiştir.
Türkiye, AKP-MHP devletinin bilgisi dahilinde, DAİŞ’ın Kalan gizli hücrelerinin birinci korunağıdır. DAİŞ’tan Türk devletine düşmanlık ve saldırı olmaz.
Geriye Türk devletinin varlığını tehdit eden tek güç kalıyor, oda Trump’un dostu Erdoğan’ın düşman ilan ettiği, Suriye’de yaşayan ‘Mexikalı’ Kürtler.
ABD’nin Türk devleti ile ‘’Güvenli’’ bölge anlaşması, Trump’ın mexico sınırına çektiği duvar politikasının devamıdır. Bu politikadan Kürtlere hayırlı bir şey çıkmaz.
Türk milli savunma Bakanı Akar, "İyi bir başlangıç yapıldı ve ilerleme kaydedildi. Tabii ki bu her şeyin bittiği anlamına gelmiyor, çalışmalar sürecek. TSK'yı temsilen toplantıda bulunan arkadaşlarımız ve ABD'li muhataplarınca PKK'dan hiçbir farkı olmayan YPG'nin bölgeden çıkarılması ve bunların elinde mevcut olduğunu bildiğimiz ağır silahların toplanması konusunda mutabakat sağlandı. Ayrıca tünel, mevzi ve benzeri tahkimatın da bir bütün halinde ele alınıp bunların tamamının tahrip edilmesi konusunda ABD'li muhataplarımızla anlaştılar. Buna ilaveten Türk ve ABD silahlı kuvvetleri arasında istihbarat değişimi yapılacak. Bunları yaparken bir takvim üzerinde mutabakat sağlandı’’ diyor.
Bu laflar, sadece kendi kamuoyunu teskin etmek için edilmiş laflar değil.
Mesela Akar’ın şu sözleri anlaşmanın uzun vadedeki hedeflerini açıkça ortaya koyuyor:
’’ YPG'nin bölgeden çıkarılması ve bunların elinde mevcut olduğunu bildiğimiz ağır silahların toplanması konusunda mutabakat sağlandı. Buna ilaveten Türk ve ABD silahlı kuvvetleri arasında istihbarat değişimi yapılacak.’’
Bu ‘’İstihbarat değişimi yapılacak’’ söylemi çok önemli. Kürt ulusallaşmasının beyni Kandil, pazarlık masasının birinci derecede pazarlık malzemesi olarak kullanıldığı anlaşılıyor.
ABD’nin Türk devletiyle yürüttüğü pazarlık, 1920’de İngiltere devletinin Lozan’da Türklerle yürüttüğü pazarlığı hatırlatıyor.
İngilizler Lozan’da Türklere, yeni kurulacak Türk devleti için önceden planlanmış Ülke sınırları sunar. Türkler önce buna karşı çıkar. Buna karşılık Musul’a kadar uzanan sahayı Missaki milli sınırları olarak ileri sürer. İngiltere, bu sahayı ‘’Kürdistan’’ ilan eder ve Kürt devletini kurma kozunu kullanır. Bundan başarılı da olur.
Türkler en sonunda(1926) sunulan sınırları resmi ülke sınırı olarak kabul eder. Tabii Kürt devleti ve Kürdistan’da pazarlıkta yüklenen misyonu hakkıyla yerine getirdiği için tedavülden kaldırılır.
Bugün ABD Türk devletiyle aynı kirli pazarlık masasında. Akar’ın yukarıdaki sözleri bunun açık beyanı.
Türk devleti bu pazarlığın sonunda ABD’nin bütün taleplerini, ‘’sadece Kürtler bir hak sahibi olmasın’’ zihniyetinden hareketle kabul edecektir.
Bu anlaşma Türk ve Türkiye’nin diğer halklarına da kayıp ettirecek fakat yine en büyük kayıp eden Kürtler olacaktır.
Yapılan ve daha yapılacak olan pazarlıklarda Kürtler hala partner değil Koz! Her ne kadar Suriye Demokratik Güçleri(QSD) Başkomutanı Mazlum Ebdî, ‚ ’’ABD'nin 'güvenli bölge' görüşmelerinde Ankara ile Kürtler arasında arabuluculuk yaptığını’’ söylese de, ne ABD Dünya kamuoyuna böyle bir arabuluculuk rolünden bahis ediyor, ne Türk devleti Kürtlere ’Terörist’ deme jargonundan, nede Rojavayı işkal tehditlerinden vaz geçiyor.
Basına ve Dünya kamuoyuna yansıyan, ABD ve Türk devletleri arsında bir pazarlığın sürdüğü. Ama bu pazarlık daha çok Dünya kamuoyuna, Türk devleti ile Rusya ve İran arasında gelişen ilişkilerin, ABD Türk devlet ilişkilerine, NATO ve Türk devlet ilişkilerine vurduğu darbeyi nasıl tekrar tamir edileceği ve bu sorunların nasıl bertaraf edileceği şeklinde.
Süren bu pazarlıkta Kürtlerin statülerinin korunması, Kürtlerin korunacak bir partner olarak tanıtılması söz konusu değil.
ABD ve AB Kürt kelimesini sadece DAİŞ terörüne karşı savaş sorununda gündeme getiriyorlar.
Söylenen aşağı yukarı şöyle: ‘’Şu anda DAİŞ’e karşı en iyi savaşan Kürtlerdir. DAİŞ yenilgiye uğratılmış ama yok edilmemiştir. ABD ve AB’nin teröristlerin akınından muaf tutulması, bir şekilde Ortadoğu’da DAİŞ’e karşı savaşı devam ettirmekle mümkündür. Bu açıdan Kürtlere daha ihtiyaç var. DAİŞ’e karşı savaş sürdükçe, Kürtler el altında bulundurulmalı.’’ ABD ve AB’nin bugün ki Kürt politikası bu.
Kürtler ‘’Güvenli Bölge’’ pazarlıklarıyla değil, ancak ulusal birliklerinin önündeki engelleri yıkıp, Ulusal birliğini kurarlarsa, Kürtlerin aleyhine ve Kürt kozu üzerinden oynan bu tarihi oyunu boşa çıkarabilirler.
Kürtlerin en büyük korunağı, en güçlü korunma kalkanı Kürt ulusal birliğidir. Başka hiç bir güç ve hiç bir pazarlık Kürtlere kazandıramaz.
Kürtlerin ‘Koz’ olduğu her pazarlık, her anlaşma Kürtlere kayıp ettirir. Kürtleri ‘Koz’ olmaktan çıkaracak tek güç Kürt ulusal birliğidir! Bunun dışında aranacak her çözüm yolu ve her ‘Kurtarıcı’ Kürtleri yeni mahkumiyete ve yeni kölelik tuzaklarına düşürecektir.
17.08.2019