Lütfen bekleyin..
Munzur Haber / "Fırat’ın doğusu Efrîn olmayacak"

"Fırat’ın doğusu Efrîn olmayacak"

19 Temmuz 2019, 10:07

"Mazlum Ebdî ile en son 2014’te yine Rojava’da gazeteci Hasan Cemal ile birlikte görüşmüştük. Hal hatır sorduktan sonra zaman kaybetmeden ses kayıt cihazlarımızı açıyoruz ve başlıyoruz söyleşiye."

QSD Genel Komutanı Mazlum Ebdî, hem Türkiye’nin hem de kendilerinin sınıra güç yığdığını; herhangi bir kıvılcımın ateşe dönüşeceğini belirterek, “Türk ordusu herhangi bir yere saldırırsa bu büyük bir savaşa dönüşecek. Herkese söylemişiz. Türkiye de biliyor, Amerika ve Fransa da” dedi.

“Tutumumuzu belirlemiş, hazırlıklarımızı da yapmışız; savaşacağız. Fırat’ın doğusu Efrîn gibi olmayacak” diyen Ebdî, “Güvenli Bölge” konusunda da yanıt beklediklerini söyledi. Ebdî, şunun altını çizdi: “Muhatap ABD’dir. Şu ana kadar herhangi bir gelişme yok. Top, artık Türkiye sahasındadır.”

QSD Genel Komutanı Mazlum Ebdî, 19 Temmuz’da çizgilerini belirlediklerini, kansız bir devrime rağmen büyük savaşlara muhatap kaldıklarını; siviller hariç 11 bin şehit, 24 bin yaralı verdiklerini hatırlatarak, “Bundan sonra bu yolun korunması, inşa sürecinin tamamlanması ve Suriye bütünlüğü içerisinde halklar arası eşit haklara dayanan demokratik bir çözüm için çalışacağız” dedi.

Rojava Stratejik Araştırmalar Merkezi (NRLS) Rojava’nın Amude kentinde 6-9 Temmuz 2019 tarihleri arasında 1. İnternasyonal ISIS Forumu düzenledi. Foruma katılmak için bir grup gazeteciyle birlikte Rojava’ya geçtik. Rojava’da yapmak istediklerimizin başında Demokratik Suriye Güçleri (QSD) Genel Komutanı Mazlum Ebdî ile söyleşi yapmak vardı. Randevu talebimizi iletip beklemeye koyulduk. Aynı günlerde Türkiye’nin sınıra askeri yığınak yaptığı haberleri geldi. Türkiye ordusu Rojava’yı işgal girişiminde bulunur mu, bulunmaz mı tartışmaları arasında Mazlum Ebdî’den randevu talebimize olumlu yanıt aldık. Gazeteci arkadaşlarım Ergun Babahan, Fehim Taştekin ve Hayko Bağdat ile birlikte son hazırlıklarımızı tamamladık. Ergun Babahan, olup bitenleri anlamaya çalışıyor. Sokaklar ona Urfa’da geçirdiği çocukluğunu hatırlatıyor. Fehim Taştekin’in kafasında yanıt almak istediği bir ton soru var. Hayko Bağdat heyecanlı; her zamanki gibi yerinde durmuyor.

Sabah erken saatlerde Qamişlo’dan yola çıkıyoruz. Kuzey Kürdistan ile Rojava’nın 600 kilometreyi bulan sınırına yakın mesafede ilerliyoruz. Tel örgüler, Türkiye’nin inşa ettiği duvar,  mayınlı alanlar, tren rayı; aynı kentleri, köyleri bir birinden ayırmış, aileleri parçalamış ve kanlı trajedilerin yaşanmasına neden olmuş.

Okyanusun sonsuzluğunu andıran uçşuz bucaksız sarı ovada yaprak kıpırdamıyor. Sıcaklık 45 derece denilse de aracımızı kullanan 30’lu yaşlarındaki Zinar, “50 derece’’ olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Sağ tarafımız Nusaybin. Orada akrabalarımız var ama 8 yıldır göremiyoruz. Böyle olur mu?’’

Yaklaşık iki saatlik bir yolculuktan sonra araçlarımız Demokratik Suriye Güçleri karargahının önünde duruyor. Mazlum Ebdî, bizi karargahtaki odasının kapısında karşılıyor. Her zamanki gibi yüzünde gülümseme eksik olmuyor. Mazlum Ebdî ile en son 2014’te yine Rojava’da gazeteci Hasan Cemal ile birlikte görüşmüştük. Hal hatır sorduktan sonra zaman kaybetmeden ses kayıt cihazlarımızı açıyoruz ve başlıyoruz söyleşiye.

Sınırda durum nedir?

Türkiye sınıra ciddi bir güç getirmiş ve yığınak yapmış. Hatta şunu da söyleyeyim; biz de yığmışız. Bir gerilim var. Bu durum provokasyona da zemin sunuyor. Herhangi bir hata, bir kıvılcım ateşe dönüşebilir.

Bir saldırı bekliyor musunuz?

Doğu Fırat ile Efrîn bir birine benzemez. İki farklı yer. Efrîn’de yaşananların burada tekrarlanması mümkün değil. Buna izin vermeyeceğiz.

Neden mümkün değil?

Biz Efrîn sürecinde stratejik bir karar aldık. Bu savaşın yaygınlaşmasını istemedik. Efrîn savaşını Efrîn ile sınırlı tutmak istedik ve öyle de oldu. Bizim açımızdan Doğu Fırat’ta öyle olmayacak. Türk ordusu herhangi bir yere saldırırsa bu büyük bir savaşa dönüşecek.

Büyük savaştan kastınız nedir?

Mesela Türkiye Girê Spî’ye saldırırsa Dêrik’den Minbic’e kadar bir savaş cephesi oluşur. Bu bizim kararımızdır. Herkese söylemişiz. Türkiye de biliyor, Amerika ve Fransa da. Bize saldırı olursa 600 kilometrelik sınır savaş alanına dönüşür; Suriye’de ikinci iç savaş dönemi başlayacak demektir.

Türkiye’nin nasıl bir stratejisi var?

Türkiye stratejisi, gelip Girê Spî ve Kobanê’yi de alıp durmaktır. Ancak herhangi bir saldırı olursa Türkiye geri çekilene kadar savaş sürer.

ABD bu işe ne diyor?

Bizim Amerika ile DAİŞ’e karşı savaşmak için ortak bir ittifakımız var. Şu anda DAİŞ’e karşı yürütülen savaş Dêrazor ve Reqa alanındadır. Türkiye bize saldırırsa QSD içinde yer alan YPG gücü geri çekilecektir. Böyle oldu mu DAİŞ’le olan savaş durur. Hatta DAİŞ yine güçlenir. Biz çıkarsak rejim boşluğu doldurmak için o alanlara girer. Amerika ve Koalisyon ile olan ortak çalışmamız zarar görür, darbe alır.

ABD bunu istemez. Koalisyon içinde yaklaşık 73 devlet var. Hiçbiri bu işbirliğinin zarar görmesini istemez. Bu uluslararası bir meseledir. Bu nedenle Türkiye üzerinde ciddi bir baskı var. Efrîn’de bu yoktu.

Amerika nasıl bir baskı yaptı?

Savaşın çıkmaması için Amerikalıların rolü olumludur. Diplomasi çalışmaları sürdürüyor, baskı yapıyor, kontrol dışı bir savaşın önüne geçmek istiyor. ABD Savunma Bakanı, Genelkurmay Başkanı, Dışişleri Bakanı, Türkiye’deki meslektaşlarıyla konuştular.

ABD’ye ‘güven olmaz’ diyenler var…

Mesele güvenip güvenmemek değil, bu Amerika’nın sorunu. Biz tutumumuzu belirlemiş, hazırlıklarımızı da yapmışız; savaşacağız. Fırat’ın doğusu Efrîn gibi olmayacak.

Siz bir süre önce ABD’nin sorunların çözümü için Türkiye ile Rojava arasında arabuluculuk yaptığını açıklamıştınız. Bu süreç devam ediyor mu, tampon bölge tartışmaları ne aşamada?

Erdoğan, 2018’de “biz hazırlıklarımızı tamamlamışız Fırat’ın doğusuna operasyon başlatacağız” dedi. 7 yıldır bizim tarafımızdan Türkiye’ye bir saldırı olmamış. Onlar için bizim varlığımız sorun. Bakın, 6-7 yıldır savaştayız. Yeni bir savaş, büyük bir savaş istemiyoruz. Olursa da büyük bir savaş olur. Ateşkes olmayacak. Bunun üzerine biz müttefiklerimizden gidip konuşmalarını istedik. Bu arabuluculuğu ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’den biz istedik. Kendisi de memnuniyetle bu rolü üstlenebileceğini söyledi. Süreç böyle başladı. İlk başlangıçta bu bir proje değildi. Bizim tarafımızda bir saldırı olmayacak, tehlike yok beyanında bulunduk. Sonuçta süreç devam etti.

Güvenli bölge tartışması böyle mi çıktı?

Erdoğan ile Trump’ın telefon görüşmesinde “Güvenli Bölge” projesi ortaya çıktı. Biz de QSD olarak kendi projemizi hazırladık ve ABD tarafına sunduk. Projemiz çok makuldü.

Türkiye ne istiyor, siz ne istiyorsunuz?

Bu, sınır meselesidir. Türkiye “Güvenli Bölge”nin 30 kilometre olmasını istiyor. Biz de bunun 5 kilometre olmasını savunuyoruz. Biz 5 kilometrelik “Güvenli Bölge’’ olmasını kabul ediyoruz. Ayrıca bu 5 kilometrelik alandan savaşan YPG güçlerini çekebiliriz. Yerine yerel güçlerin girmesini istiyoruz.

Yerel güçlerden kimleri kast ediyorsunuz?

Gayet açık. Kobanêliler, Serêkaniyêliler, Qamişlolular, Girê Spîliler… Ayrıca bu 5 kilometreden ağır silahları, menzili Türkiye’ye ulaşacak silahları çıkartabiliriz; tank, top gibi. Hatta bizim bazı ağır silahlarımızın 20 kilometre atış menzili var. Bunları da menzil sınırları dışına çekebiliriz. Bunlar tehditse bunları tehdit olmaktan çıkartıyoruz. Türkiye, “dışarıdan gelenler yönetiyor’’ diyor. Biz de diyoruz ki; o zaman yerel halk yönetsin. Böylece sorun çözülmüş olur.

Kuzey ve Doğu Suriye’de yerel askeri meclisler bu amaçla mı ilan edildi?

Evet, merkezden yönetilmeyecek. Yerel askeri meclisler yönetecek. Askeri meclislerin ilanı, projeye bir destektir.

Buna karşılık Türkiye’den ne istiyorsunuz?

– Saldırmayacağına dair bir taahhütte bulunmasını,

– devriye görevi yapacak uluslararası bir gücün olmasını istiyoruz; Koalisyon ya da başka bir güç.

Türkiye’nin sınırda devreye gezecek güç içinde olmasını istiyor musunuz?

Hayır, istemiyoruz. Türkiye taraftır. Tarafız bir güç olsun istiyoruz.

Peki Türkiye’nin projesinin

içeriği nedir?

Türkiye, “Güvenli Bölge”nin 30 kilometre olmasını istiyor. Çeteleri de yerleştirmek istiyorlar; ÖSO dedikleri ve Efrîn’i işgal eden çeteler… Hatta devreyeler içinde Türk askerinin olmasını da istiyor. Biz bunu kabul etmedik ve epey tartışmalar oldu. Biz QSD olarak böyle bir anlaşmayı sabote eden taraf olmak istemiyoruz. Sonuçta bizim Türkiye ile ne savaş isteğimiz ne de çıkarımız var. Sadece kendimizi savunacağız. Türkiye askerinin bizim tarafımıza gelmesini istemiyoruz. Zemini yok.

Neden zemini yok?

Efrîn’i işgal etmeselerdi, bize karşı saldırgan olmasalardı, düşmanlık yapmasalardı, siyasi çözümü veto etmeselerdi belki kabul ederdik. Bize düşmanlık yapıyor. Sadece Kobanê’de 40 bin Efrînli var. QSD içinde binlerce Efrînli ve yüzlerce komutan var. Onlar köylerinin Türkiye tarafından işgal edilmesini kabul etmezler. Bu koşularda Türk askeriyle ortaklık yapmazlar.

Türk askerinin olmasını hangi koşulda kabul edersiniz?

Biz Türkiye askerlerinin devriyeler içinde yer almasını şimdilik şartlı kabul etmişiz.

Nedir o şart?

İstisnasız bütün Efrînlilerin topraklarına geri dönmesini istiyoruz. Çeteleri Efrîn’den çıkmalı. El konulan mal ve mülkler Efrîn halkına iade edilmeli. Dışarıdan getirilip Efrîn’e yerleştirilenler çıkartılmalı. Bütün bunlar uluslararası güçlerin güvencesi altında ve Efrîn Meclisi’nin kontrolünde yapılmalı.  Böyle olması durumunda bir iyi niyet adımı olarak Türk askeri de devriyelere katılabilir.

Efrîn için öne sürdüğünüz şartlar içinde Türk askerinin çıkması da var mı?

Hayır, onu konuşmadık. Türk askerinin çıkması için bir şart koymamışız. Bu daha sonraki meseledir.

Türkiye’nin cevabı ne oldu?

Bunun muhatabı Amerika’dır. Benim bildiğim şu ana kadar bir gelişme yok. Top, artık Türkiye sahasındadır, bizim sahamızda değil.

15 GÜN ÖNCE ERKENDİ, 15 GÜN SONRA GEÇTİ

Rojava Devrimi 8. yılına girdi. Devrim nasıl başladı, siz o gün neredeydiniz?

19 Temmuz ulusal bir gündür, kurtuluş günüdür. Bugün vesilesiyle bütün kahraman şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyorum. Kürt halkının ve dostlarının fedakârlıklarını unutmayacağız.

Ben bir toplantı için Kobanê’ye gitmiştim. Çok gizli hareket ediyordum. Şartlar bunu gerektiriyordu. Kobanê’de rejim vardı, merkeze giremiyorduk. Sadece köylerine giriyorduk. 18 Temmuz akşamı Kobanê’ye gittim. Arkadaşlarla planlama için toplantı yaptık. O dönem askeri ve siyasi gücümüz birdi. Ben ikisinin sorumluluğunu yapıyordum.

18 Temmuz’da nasıl bir hava vardı?

Şam ve Dera’da gerginlik vardı. Özgür Suriye Ordusu ilerliyordu. Cerablus’a, hatta Kobanê’nin bir nahiyesine kadar ilerlemişti. Arkadaşlarda bir şeyler yapma istediği vardı. Baktık ki durumlar hızla değişiyor. ÖSO ile rejimin bize karşı bakış açısı aynıydı. Kendi yolumuzu seçmemiz gerekiyordu. 18 Temmuz günü Şam’daki kriz masasında bir patlama oldu. Şam karışıktı ve pusulasını kaybetmişti. Daha önce bizi tehdit eden Dışişleri Bakanı, o patlamada ağır yaralanmış ve yoğun bakıma alınmıştı.

Sizi neden tehdit etmişti?

Temmuz başında Kobanêliler bir iki karakolu almıştı. “Kobanê’de bir şey yaparsanız uçaklar gelir vurur’’ diye tehdit etmiş ve karakolları bırakmamızı istemişti. Özel bir durum oldu. Kobanê’deki rejim güçleri de panik içindeydi. Ekim Devrimi için bir kavram kullanırlar. “16 erkendir, 18 geçtir’’ diye. Bizim için de öyleydi. 15 gün önce yapacaktık uçak bombardımanıyla tehdit edildik. Yapamadık ve ele geçirilen karakolları bırakmıştık. Ben de arkadaşlara, “15 gün önce erkendi. 15 gün sonra geç olur. Şimdi zamanıdır” dedim. Karar verdik ve yaptık.

Sizin için zor bir karar mıydı?

Çok zor bir karardı. Oradaki arkadaşlar karar aldılar. Ben de orada olduğum için kararı çok hızlı aldık. Benimle birlikte yönetimde olan arkadaşlar da vardı. Toplantı gündemini iptal ettik ve öğlen ara verdik. Yeni durumu konuştuk. İşler değişti.

O zaman Kobanê’de askeri gücünüz var mıydı?

Kobanê’de 2011’de gizli örgütlediğimiz 20 takımımız vardı. Toplantıda 20 arkadaş hazırdı. Her biri bir takımın başına geçti. Biz de yönetim olarak o köyde kaldık. Arkadaşlar başladı ve sabaha kadar işi bitirdiler. Sabah Kobanê halkı baktı ki her tarafta bizim TEV-DEM ve YPG’nin bayrakları dalgalanıyor, halk da bize katıldı. Devrim böyle oldu.

19 Temmuz’daki yaklaşımınız neydi?

Biz 19 Temmuz’da çizgimizi belirledik. Kobanê’de bütün askerileri, Dêrik’te 200 askeri; toplamda 5 bin devlet görevlisini esir aldık. Silahlarını alıp araçlara bindirerek rejimin denetiminde olan Reqa’ya gönderdik. Hatta kaymakam, “Evdeki mobilyalar benimdir, devletin değil. Onları almadan gitmem’’ diye tutturdu. Kendisine söyledik (gülerek) boş ver şimdi mobilyaları, kendini kurtar git. “Yok. Mobilyaları almadan buradan şuraya gitmem. Ben onları kendi maaşımla almışım’’ dedi. Baktık olmuyor. Arkadaşlar gitti bir kamyon getirdi. Eşyalarını yüklediler kamyona. Kaymakam, eşi ve çocuklarını da kamyonun önüne bindirip sağ salim Reqa’ya götürdüler. Bizim yaklaşımımız buydu. Bu nedenle aramızda bir düşmanlık olmadı. Kimseyi ne kestik ne yüksek binalardan attık ne de öldürdük.

Sonra diğer yerler alındı…

Rejim güçleri baktı ki Kürtler kimseyi öldürmüyor. Hepsi teslim oldu. Efrîn’de 400 asker vardı hepsi teslim oldu. Bunun için bizim devrim kansızdı.

Kürtler ile Araplar arasında bir çatışma yaşandı mı?

Hayır yaşanmadı. DAİŞ, El Kaide yaptırmak istedi, ancak biz bu oyuna gelmedik. Bu nedenle şimdi Reqa ve Dêrazor’dayız. Onlar bizi biliyor.

Devrim sürecinde ne gibi zorluklar yaşadınız?

Devrimin kendisi zor değildi. Sonradan zorluklar oldu. Büyük savaşlar yaşadık. Kayıplar verdik. Devrim sürecinden bütün Kürtler bize sahip çıktı. Özelikle Kuzey Kürtleri. Canıyla, malıyla bizi destekledi. Onlar olmasaydı biz başaramazdık. Güney ve Doğu Kürdistan’daki Kürtler de gelip bizimle birlikte savaştı. Aynı şekilde enternasyonalistler gelip destek oldu. Elbette biz de doğru bir siyaset yürüttük. Kimseye düşmanlık yapmadık. Çok zorluklar yaşadık. Siviller hariç 11 bin şehit, 24 bin yaralı verdik. Hepsine minnettarız.

En çok can kaybı nerede verdiniz?

Kobanê’de bin 500 şehit verdik. Büyük sivil katliam yaşandı. Kabanê’de kayıpları göze almasaydık direnme olmazdı. QSD ve YPG de olmazdı.

Kadın savaşçılar da dünyada çok gündem oldu…

Kadınlar bizim devrimimizin yüzü oldu. Fazlasıyla hak ettiler. Kuzey ve Doğu Suriye’deki Uluslararası Koalisyon güçlerinin içinde de kadınlar var ama hepsi idari görevler yapıyor. Bizim en büyük savaşlarımızı kadınlar yönetti. Mesela Kobanê savaşını bir kadın arkadaş yönetti. Halen sağdır. Çok büyük bir savaş olan Reqa savaşını üç kadın arkadaş yönetti. Bizimle birlikte çalışan askerler de bundan etkilendi. Bizim devrimimiz erkek egemen algıyı yıktı.

Bundan sonra nasıl bir yol izleyeceksiniz?

Biz yolumuzu 19 Temmuz’da belirledik. Bundan sonra bu yolun korunması, inşa sürecinin tamamlanması ve Suriye bütünlüğü içerisinde halklar arası eşit haklara dayanan demokratik bir çözüm için çalışacağız.

KCK ve KJK’den kutlama

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı ile KJK Koordinasyonu, Rojava Devrimi’nin 8. yılını kutladı.

Rojava Devrimi’nin yıl dönümüne ilişkin yazılı bir açıklama yapan KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı, Kürt halkının Rojava’da 19 Temmuz 2012’de gerçekleştirdiği devrimle Ortadoğu’nun öncü devrimci demokratik halkı olduğunu gösterdiğini belirtti. Araplar ve Süryaniler başta olmak üzere tüm Suriye halkları ile devrimin Suriye ve Ortadoğu devrimi haline getirilmesinin tüm halklar için umut yarattığı kaydedilen açıklamada, halkların demokratik toplum örgütlenmesiyle gerçekleşen demokratik özerk sistemin Ortadoğu’nun demokratikleşmesi açısından bir model haline geldiği vurgulandı.

Yenilmez bir ruha sahip

Kuzey – Doğu Suriye halklarının demokratik devriminin aynı zamanda tüm dünya halklarının demokratik devrimi olması gerçekliğinin, yenilmez bir ruha sahip olduğunu gösterdiği kaydedilen açıklamada, “Kalıcılığı da tüm Kürt halkının ve Ortadoğu halklarının demokratik devrim gücüyle sağlanacaktır. Örgütlü demokratik topluma dayalı olarak demokratik devrimin derinleştirilmesi yaşamsal önemdedir. Demokratik özerk sistem, tüm Ortadoğu halkları için özgürlük ve demokrasi vahası, barış ve kardeşlik soluğudur. Bu açıdan Arap, Türk, Fars, Azeri, Ermeni, Süryani tüm halklar ve farklı inançlar bu özgürlük vahasına sahip çıkmalıdır” denildi.

Kürt Özgürlük Hareketi olarak Önder Apo’nun kadın özgürlükçü demokratik ekolojik toplum paradigmasıyla gerçekleşen bu devrime her zaman sahipleneceklerinin ve yanlarında olacaklarının altının çizildiği açıklamada, Kürdistan’ın tüm parçalarındaki halkn da bu devrime sahip çıkarak yüz yıldır verdiği ağır bedelleri ve çekilen acıları özgür ve demokratik yaşam coşkusu haline getirmesi istendi.

Aynı zamanda kadın devrimidir

KJK Koordinasyonu da 8. yıl dönümünü kutlayan bir yazılı açıklama yaptı. Rojava Devrimi’nin, faşist, tekçi zihniyeti aşarak tüm halkları ve inançları eşit gören, yaşamı örgütlemede ve yönetmede herkese eşit temsiliyet hakkı tanıyan ve nitelik olarak gelişimi, dönüşümü esas alan sistem inşası öngördüğü hatırlatılan açıklamada, şunlar ifade edildi: “Devrim olayı her an gelişimi, değişimi, büyümeyi içinde barındırdığından her an gerçekleşen olaylar, atılan adımlar devrimin niteliğini ve sürekliliğini belirler. Demokratik ulus perspektifi ile günlük olarak sürekli kendisini yaratan, inşa eden toplum kendi devrimsel sürekliliğini sağlayacaktır. Bunun için kurumlaşmalar, sistemleşmeler, inanç, amaca bağlılık, ısrar, her zorluk karşısında umutla çalışmak gereklidir. Bu anlamıyla da başta kadınlara, gençlere ve farklı halklara, inanç ve kültürlere çok tarihi görevler düşmektedir.

Öz savunmadan ekonomiye, sağlığa, eğitime, kültüre, hukuka ve daha birçok yaşam alanı demokratik toplum, demokratik ulus paradigması ekseninde örgütlendi ve örgütleniyor. Toplum yaşamını ihtiyaçlarına ve önceliklerine göre kendisi örgütleyip planlıyor.

Özellikle öz iradelerine öz imkânlarına dayanarak kendi öz savunmalarını geliştirmeleri hayati önemde bir görev olarak önlerinde durmaktadır. Kadın öncülüğünde savaş sırasında elde edilen başarı tüm dünya halklarının ilgi odağı haline geldiği gibi kadın öncülüğünde öz savunma, ekonomi, sağlık, eğitim, kültür vb. toplumu, yaşamı inşa alanında da büyük başarılar yaratılacaktır.

Kadının damgasını, rengini taşıyan Rojava devrimi hem örgütlü halk topluluklarının hem de kadının örgütlü gücü ile etkilerini bütün Ortadoğu ve dünya halklarına yansıtacaktır.

Beş bin yıldır eve kapatılmış, işi yemek yapmak, çocuk doğurup beslemek, erkeğe hizmet etmek, kölelik üretmek tarzında şekillenen kadın Kürt kadınları şahsında özgürlük mücadelesi ve önderlik ideolojisiyle öldürülmüştür. Yerine siyaset yapan, politika geliştiren, güvenliği sağlayan, irade kazanmış, kendine güveni gelişmiş, yaşamın her anında ve her yerinde özgürlük kavgası veren, kendi olma bilinci yakalayan kadın kişiliği yaratılmıştır. Bunun önünü artık hiçbir kişi, rejim, sistem alamaz. Her kesin, bütün dünyanın ilgisini çeken, hayranlığını uyandıran Kürdistan kadın direnişinin önünü kimse alamaz.”  ANF/BEHÎINAN

YARIN:

Şam yönetimi ile görüşmeler var mı?

Cenevre süreci başlayacak mı?

QSD İdlib’e askeri güç gönderecek mi?

ABD ve Rusya ile ilişkileri nasıl?

Kaynak: Yeni Özgür Politika

Bu haber 513 kere okundu
  • Bu haberi paylaşın:
UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik ve tamamı büyük harfle yazılan yorumlar onaylanmamaktadır.
Kategorisindeki Diğer Haberler
Dersim İnşa Kongresi (DİK) dahil Avrupa'daki 8 sivil toplum kurumları, ..