Lütfen bekleyin..
Munzur Haber / Marşlar ve Ağıtlar

Marşlar ve Ağıtlar

07 Haziran 2019, 09:41

''Avrupa’da yaşayan halkımızla uzun yıllardır uzak kaldık. 2019 kışına doğru Avrupa ülkelerini kapsayan 40. yıl buluşmaları şeklinde bir turne düşüncemiz var.''

Sanatçı Ferhat Tunç’un ilk sürgün yılları olan 1978-1985 arasında Dersim, Yunanistan ve Almanya’da verdiği konser kayıtlarından oluşan  “Marşlar ve Ağıtlar” albümü dinleyiciyle buluştu.

Ferhat Tunç’nun marş ve ağıtlardan oluşan 25. albümü çıktı. 1978-85 yıllarında teyp kasetlerine kaydedilmiş 16 eserden oluşan, 40 yılın ilklerini barındıran bu albüm sanatçının yeniden sürgünde olduğu bir döneme denk geldi. Tunç, albümü için ”Hayatını devrime adamış ve bu uğurda can vermiş bir kuşağın trajik öyküsünü aktarıyor adeta” diyor.

Sanatçı Ferhat Tunç, Dersim Katliamı’na tanıklık eden yaşlıların anlatımları ve katliamı anlatan ağıtlarla büyüdü. Dersim ağıtlarına Dersim ve çevresinde direnirken katledilen dönemin devrim önderleri üzerine söylenen marşlar eklendi. Tunç o dönemi anlatırken “Umudun, inancın ve direnişin derinliğine sığınıp, usulca kök saldığım yıllardı. İçine doğduğum yaranın bir yanı marş, bir yanı ağıt oldu hep” diyor. Tüm bu tanıklıkları 40 yıl boyunca yaptığı müziğe yansıtan Tunç, kimi parçalarında yaşanan bir acıyı ağıta dökerken, kimi zaman bir direnişi destansı marş haline getirdi. Tunç, 40 yılık sanat hayatına yeni çıkan son albümü “Marşlar ve Ağıtlar” ile birlikte toplam 25 albüm ve sayısız konser sığdırdı.

Yeni albümde, Tunç’un on dört yaşında başlayan ve oldukça sancılı devam eden müzikal yolculuğunun ilk dönemini oluşturan Dersim, Yunanistan, Almanya konser ve etkinlik kayıtlarından derlenen 16 eser yer alıyor. Tunç’un ilk sürgün hayatını yaşadığı dönemlere ait marşlar ve ağıtlardan oluşan albümü, ikinci kez sürgün hayatına başlamak zorunda kaldığı bir döneme denk geldi.

Sanatçı Ferhat Tunç ile sanata başladığı ilk dönemlerde seslendirdiği parçaların derlendiği “Marşlar ve Ağıtlar” albümünü konuştuk.

1978-1985 yılları arasında dönemin koşullarında kayıt altına aldığınız 16 eserden oluşan ‘Marşlar ve Ağıtlar’ albümünü yeniden çıkardınız. Sizi buna iten ne oldu?

Teknolojik gelişmeler karşısında zamanın en çok talep edilen kaset çalar teypleri ne yazık ki işlevini yitirdi. Herkes gibi ben de arşivimde bulunan kasetleri elden geçirme ihtiyacı duydum. Bir yıl önce başlattığım bir çalışmayla, özellikle çok eski tarihli kasetleri bilgisayar ortamına aktarmaya başladım. Mevcut albümde yer alan eserlere bu şekilde ulaştım. Ulaştığımda bu kasetlerde bana ait bir tarihin gizli kaldığını görünce büyük bir heyecan duydum. Doğrusunu söylemem gerekirse, kaybettiğimi düşündüğüm bu eserlere bir daha ulaşamayacağıma kendimi inandırmıştım. Yıllar sonra dinlediklerim beni hem sevindirdi hem de duygulandırdı. Bu eserlerin 1978-79 yıllarına ait olanları Dersim’de, 1983 yılına ait olanlar Yunanistan ve diğer eserler ise Almanya’da farklı etkinliklerde ve özel olarak kaydedildi. Ortaya çıkan bu eserleri stüdyo ortamında iyileştirme çalışmasına tabii tuttuk öncelikle. Orijinal halini bozmamaya özen gösterdik ve sonucunda 16 eserlik, arşiv değeri olan bir albüm ortaya çıktı. Bu albümle dinleyiciyi, 1978’den günümüze varan 40 yıllık sanat hayatımın ilkleriyle buluşturmuş oluyorum.

Marşlar direnişin, ağıtlar da bir anlamda çekilen acıların ürünüdür. 78-85 yılları arasında ne yazık ki Türkiye gerçeğinde acılar ve direniş var. Bu albümünüz bir anlamda o dönemin aynasıdır diyebilir miyiz?

Tarihimiz, yaşanmış derin acıların tarihidir. Dersim’de hayata gözlerini açmış her çocuk gibi ben de bu acılara yakılan ağıt ve ninnilerle büyüdüm. Çocukluğum dedemin Kirmanckî ağıtlarını dinleyerek geçti aslında. İlkokula başladığım 1971 yılına kadar dinlediğim ağıtlar, Dersim kırımının acılarını aktarıyordu. İlkokula başladıktan sonra önce dilimizi, sonra da ağıtlarımızı unutturmaya başladılar. Kendi anadilimizde bırakın ağıt söylemeyi, konuşmak bile yasaktı. Türkçe türküleri ilk olarak Budapeşte ve Sofya radyoları üzerinden dinlemeye başladım. Aşık Mahsuni, İhsani ve diğer halk ozanlarını bu şekilde tanımaya ve eserlerini ezberleyerek söylemeye başladım. Sonraki yıllarda Deniz Gezmiş, İbrahim Kaypakkaya ve Mahir Çayan’ları anlatan ağıt ve marşları söylemeye başlamıştım. 12 yaşımda ilk bağlamamla Sılo Qız’a ait “Hewa dere Laçi” adlı ağıtı seslendirdiğimi hatırlıyorum.

Albümde yer alan eserlerin bütünü bu tarihsel sürecin aynası niteliğinde. Kirmanckî ağıtlarla birlikte devrimci önderlerin ardından yakılmış ağıtlar var. Bu ağıt ve marşları dinleyerek devrimci mücadeleye atılmış bir kuşak var. Bu kuşağın neferlerinden biri olarak görüyorum kendimi. Mücadeleye atıldığım günden itibaren devrimci olmanın sorumluluğuyla yaşadım. Halka yalan söylememek ve halkı yalnız bırakmamak gibi görevleri var, hem sanatçının hem de devrimcilerin. Albüm, hayatını devrime adamış ve bu uğurda can vermiş bir kuşağın trajik öyküsünü aktarıyor adeta.

40 yıl önce söylediğiniz parçaları yeni albüm haline getirdiniz. 40 yaşın altında olan o dönemi sadece anlatılanlardan bilenler için 78-85 yıllarını biraz anlatır mısınız? O dönemde müzik yapmanın koşullarından bahsedin dersek neler anlatmak istersiniz?

Ölen devrimcilerin hayat hikâyelerini okuyarak, anlayarak geçiyordu günlerimiz. Denizler’in, Mahirler’in ve İbrahimler’in yaşam hikâyeleri, direnişleri ve ölümleri hayatımızı etkilemişti. Dedemin Kirmanckî ağıtlarından sonra, bu sefer onlar için söylenen ağıtlarla doluydum. Bu ağıt ve marşlar, hayatımı bir başka yöne evirmişti. Müzik yapmanın, şarkı söylemenin koşulları kuşkusuz bugünden çok farklıydı. Ancak büyük bir fedakârlık ve devrimci ruhtan beslenen bir inanç vardı. Köylerde, mahallelerde ve direnişin olduğu bütün alanlarda marşlar ve ağıtlar söyledik. Yazın kavurucu sıcağında köylülere destek için ekinlerini biçerken de söylediğimi hatırlıyorum. Düğünlerde ve devrimci gecelerde sahne aldığımda bu ağıt ve marşları seslendiriyordum. Babamın 12 yaşımdayken aldığı bağlama, elimde bir silaha dönüşmüştü adeta. Bana bağışladığı bu bağlama için babama minnettarım.

78-85 yılları arasında ülke dışında söylediğiniz parçalardan oluşan ’Marşlar ve Ağıtlar’ albümünüzü, yine sürgüne çıkmak zorunda kaldığınız bir dönemde çıkarıyorsunuz. Bu çalışmaya sürgüne çıktığınızda mı başladınız?

Doğrusu hayatımın ikinci sürgün yıllarını yaşıyorum. İlk sürgünüm 1980 darbesi ile birlikte yaşandı. Almanya’ya ailemin isteği üzerine geldim ancak geldikten sonra 12 Eylül Askeri Darbesi gerçekleşti ve ben uzun yıllar doğup büyüdüğüm, uğruna ağıt ve marşlar söylediğim Dersim’e gidemedim. Dersim özlemini yurt dışında müziğe daha çok yoğunlaşarak geçirdim. Yetmeyince, 1985 yılında her şeyi göze alarak döndüm. 40 yılın ilklerini barındıran bu albüm ne acıdır ki, yeniden sürgünde olduğum bir döneme denk geldi.

Albümün bu döneme denk gelmesi tamamen bir tesadüf. Albüm üzerinde 1 yıldır zaten çalışıyorduk. İyileştirme çalışmalarını tamamlamış, dinleyiciyle buluşturmak için son hazırlıklarımız sürerken ülkeyi terk etmek zorunda kaldım. Yurt dışında bir yandan hayatımı düzenlemeye çalışırken diğer yandan albümün çıkması için çalışmalarımı sürdürdüm. Britanya Alevi Festivali için gittiğim Londra’da albümü, İstanbul’dan gelen orkestra elemanı arkadaşlarımın getirmesiyle edindim. Sürgünü anlatan değil ancak sürgündeyken çıkmış bir albüm olarak kuşkusuz çok kıymetli bir anıdır benim için.

Şunu da eklemek gerekirse; hayat, bugün de ağıt ve marşlara konu olacak bir seyirde ilerliyor. Acı var ama direniş de. Bazen kaybetmek var ama daha çok kazanmak da. Yeter ki hayatı sadece ağıtlarla duymayalım.

Peki kırk yıllık sanat yolculuğunuza baktığınızda kendinizi nerede görüyorsunuz?

40 yıl önce başlayan bu zorlu yolculuk devam ediyor. Özünde değişen bir şey yok. Baskıların, saldırıların araçları değişti ve hatta dozu da giderek artıyor. Dün özgürlüklerimizi yok eden zihniyetle bugün de mücadele ediyoruz. Hayat benim için her zaman zordu ve ben bu zorluklardan beslenerek bugünlere geldim. Asla pes etmedim ve birilerini çıldırtan, bu duruşlarımız oluyor. Gözlerimi açtığım ilk günden beri bana eşlik eden hakikatin sesi olmaya çalıştım. Hayat zor olmakla birlikte kuşkusuz güzeldir. Güzellik de zorluğa katlanmaya değer.

Açıkçası tutarlı ve azimli hedeflerle, neticesi asla soyut kalmayacak halde umutlarla yaşıyoruz. Diğer canlılar ve ölülerden ayrılan yanımız bu. İnsanlık bu. Müziği bir aşkla ve kesinlikle halka duyduğum sorumlulukla, sevgiyle hissediyorum. Bu hissin tezahürü de hakikat oluyor. Kırk yıl önce de şimdi de hedeflerimin gerisinde veya ilerisinde, ama kesinlikle sapmadan da içinde olduğumu düşünüyorum.

Çalıp çırpmak gibi üretmeden yaşamayı da haram sayıyorum. Sürgündeyim diye hayata küsecek de değilim. Bizler iyi şartlar için mücadele etmeyi de şartlar kötüyken de bunu yaratıcılığımızı, üretkenliğimizi tetikleyecek bir şans haline getirmeyi bilmeliyiz. Kuşkusuz bu sürecin uzun sürmemesi en büyük dileğim. Ancak sürgünde de olsam zamanımı iyi değerlendirmek durumundayım. Daha çok müziğe yoğunlaşarak burada hayatımı geçireceğimi düşünüyorum.

40. yılda Avrupa turnesi

’Marşlar ve Ağıtlar’ albümüyle birlikte önümüzdeki günlerde planladığınız konserler var mı?

İlk planım bu albümün geniş kitlelere ulaşmasını sağlamak. 2019 kışına doğru Avrupa ülkelerini kapsayan 40. yıl buluşmaları şeklinde bir turne düşüncemiz var. Bunu gerçekleştirmeyi önemsiyorum zira Avrupa’da yaşayan halkımızla uzun yıllardır uzak kaldık. Yeniden buluşmak ve onlarla birlikte dünden bugüne hafızalarda yer edinmiş şarkılarımızı, ağıt ve marşlarımızı söylemek istiyorum.

Kaynak; Yeni Özgür Politika

Bu haber 558 kere okundu
  • Bu haberi paylaşın:
UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik ve tamamı büyük harfle yazılan yorumlar onaylanmamaktadır.
Kategorisindeki Diğer Haberler
Uluslararası Dünya Müzik Fuarı Womex, 2021 sanatçı ödülünü, Dersimli sanatç..