Lütfen bekleyin..
Munzur Haber / Suriye savaşının züğürt ağası / Ragıp Duran yazdı

Suriye savaşının züğürt ağası / Ragıp Duran yazdı

28 Şubat 2019, 13:03

Fevkalade bir durum olmazsa TSK, 31 Mart öncesinde Suriye'de Kürtlere yönelik bir harekât gerçekleştiremeyecek. O zaman vur içerideki Kürde, o zaman hadi ucuza domates, patlıcan, biber...

Geçtiğimiz Ağustos ayında Celal Başlangıç'la yaptığımız Kamışlı gezisinden bu yana Suriye'deki gelişmeleri, hem global medyadan hem de bölgedeki yerel kaynaklarımız aracılığıyla yakından izlemeye çalışıyorum. Artı TV'de Cuma akşamları yayınlanan Artı Gerçek programlarında da her hafta bölgede değişen güç dengelerini tahlil etmeye çalışıyoruz.

Uluslararası kamuoyu, global medya, uzmanlar ve tabii ki siyasi aktörler bu hafta üç ana konu üzerinde yoğunlaştı:

  •  ABD birliklerinin Suriye'den çekilmesi, ancak sadece 200 ile 400 arasında Amerikan askerinin ''Barışı Koruma'' göreviyle bölgede kalması
  • SDG'nin Kuzey Suriye hapishanelerinde tuttuğu yüzlerce IŞİD militanı ile onların binlerce eş ve çocuklarının vatandaşı olduğu 49 ülkeye gönderilmesi
  • SDG ile Şam rejiminin Kuzey Suriye'nin statüsü konusundaki müzakereleri

Kuşkusuz bizi esas ilgilendiren konu, Ankara'nın bir başka deyişle Erdoğan'ın bölgedeki konumu. Türk egemen medyasına baktığınızda, ki yabancı basında bu konular artık neredeyse hiç yer almıyor, uzun zamandır propagandası yapılan ''Mınbiç'ı almak'' ve ''Fırat'ın doğusunu terörizmden temizlemek'' temaları gündemden düştü. Hatta yerel seçim çalışmalarını sürdüren Saray iktidarı bile bu meselelere eskisi kadar yer veremiyor. Çünkü Erdoğan, bütün siyasi ve diplomatik çabalarına rağmen, 31 Mart yerel seçimleri için bir koz olarak kullanmayı tasarladığı Suriye'de Kürtlere operasyon seçeneğini neredeyse tamamen kaybetmiş durumda. ABD, Rusya ve İran ve tabii ki Şam rejimi ile SDG bu olasılığı devreden çıkardı.

Erdoğan'ın düşlediği türden bir ''Güvenli Bölge''nin gerçekleşme ihtimali de suya düşmüş durumda. İnternet sitesi Karınca'nın şu haberi yeteri kadar açık:

ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) Sözcüsü Sean Robertson ise 'güvenli bölge' oluşturmak için uluslararası bir gücün parçası olarak Suriye'nin kuzeydoğusunda birkaç yüz asker bırakacaklarını duyurdu.

"Bu çok uluslu gözlem gücü ABD güçleriyle bölgede istikrarı sağlayacak ve IŞİD'in geri gelmesini engelleyecek, öncelikli olarak NATO müttefiklerinden oluşacak."

Öte yandan Anadolu Ajansı (AA) muhabirine konuşan ve isminin açıklanmasını istemeyen bir Savunma Bakanlığı yetkilisi, ABD'nin uluslararası güçlerle Suriye'nin kuzeydoğusunda inşa edeceği 'güvenli bölge'de Türkiye ve DSG'nin bulunmayacağını söyledi.

Diğer yandan Kuzey ve Doğu Suriye Yönetimi'nin Dış İlişkiler Eş Başkanı Abdulkerim Omer de ABD'nin bu kararını olumlu değerlendirdiklerini söyledi.

"Bu karar terörizme karşı uluslararası koalisyonda yer alan ortaklarımız başta olmak üzere diğer Avrupa ülkelerini de Suriye'de kalmaları konusunda teşvik edebilir. Bir grup Amerikan askerinin ve sayıca daha fazla olacak olan diğer koalisyon askerlerinin Suriye'de kalması bölgenin korunması ve bölgede istikrarın sağlanmasında rol oynayacaktır."

Durumun zaten mecburen farkına varan Erdoğan da zevahiri kurtarmaya çalıştı:

"Temennimiz bunu müttefiklerimizle işbirliği içinde yapalım ama bize böyle bir kolaylık sağlanmazsa her hâl ve şart altında kendi imkânlarımızla gerçekleştirmekte kararlıyız."

Güvenli Bölge konusunda Trump ve ABD sözcüleri meseleyi kavramış durumda: Onlar açısından Güvenli Bölge, TSK'nin Kuzey Suriye'ye, SDG'nin de Türkiye topraklarına saldırmaması için (ki şimdiye kadar böyle bir şey olmadı!) gerekli. Bu durumda, doğal olarak, kurulacak Güvenli Bölge'de TSK de SDG de herhangi bir rol almayacak. SDG yetkilileri, ''Türkiye ille de Güvenli Bölge kurmak istiyorsa bunu kendi toprakları içinde kurabilir'' diyerek Ankara'yı köşeye sıkıştırmış durumda.

Saray'ın mezhepçi, fetihçi, Kürt düşmanlığı merkezli Suriye politikası her aşamada iflas ediyor. Ankara'nın her çabası aslında günü kurtarmaya yönelik ama artık yama tutmuyor.

SDG ve Şam'ın ortak sıkıntısı kendi topraklarındaki Türk askerî varlığı. SDG yetkilileri ve Esad'ın sözcüleri bu durumu açık bir şekilde ''İşgal'' olarak tanımlıyor. Çünkü Afrin operasyonundan sonra Türk İçişleri Bakanı, bölgeye Kaymakam, Emniyet Müdürü, Jandarma Komutanı atadıklarını açıkladı. Ayrıca TSK denetimindeki bölgelerde, Şam rejiminin onayını almadan, PTT ve kamu bankaları şubeler açtı. Afrin'den zeytin çalındı, Türkiye'de ve uluslararası pazarlarda satıldı. Son olarak da Afrin'de kışlaya çevrilen bir okulda, Türk bayrağı serili masada, silah ve Kur'an ile jandarmaya tören yaptırılıp, kent sokaklarında ırkçı, milliyetçi sloganlar eşliğinde resmî geçit yaptırıldı. Şimdi aynı edim ve eylemlerin Suriye ordusu tarafından Yayladağ, Samandağ ya da Antakya'da yapıldığını düşünün ve Şam rejiminin bu hareketleri ''Türkiye'nin toprak bütünlüğü'' için gerçekleştirdiğini açıkladığını okuyun... inanır mısınız?

Suriye Demokratik Meclisi Başkanlık Kurulu üyesi Hikmat Habib, Şam rejimi sözcülerinin Ankara'nın ''işgal ve güvenli bölge'' konusundaki tutumunu benimsediğini belirttikten sonra ''Türk işgali altındaki Azez, Cerablus ve Afrin'i de özgürleştirmeye hazırız'' dedi. Esad'ın bir danışmanı, TSK'nın bölgedeki varlığını ''Osmanlı ihtirası'' olarak nitelemişti.

Saray'ın Suriye çıkmazı, Erdoğan'ın ülke içinde daha sert politikalar izlemesine neden oluyor: ''Kürtleri Suriye'de yenemedim bari ülke içinde cezalandırayım'' anlayışı hâkim oluyor.

Ne var ki, bu aşamada başta ekonomi olmak üzere çeşitli engeller var. Sebze fiyatlarındaki tırmanışı krizi perdelemek için ''Gıda Terörü'' olarak niteleyen iktidar, aslında ters tepebilecek bir yaklaşıma sarılıp, kurşun fiyatıyla domates fiyatı arasındaki ilişkiye dikkat çekti. Doğru, kurşun tüketimi arttıkça, yani daha çok kaynak kurşuna harcandıkça domates fiyatları yükseliyor. Kendisini ekonomi dehası sanan Erdoğan da, domates, patlıcan, biber fiyatlarının yükselmesini İsmet İnönü faktörü ile açıklıyor. Tanzim satış kuyruklarını ''Varlık Kuyrukları'' olarak nitelemesi de bir propaganda şaheseri.

Biz bu filmi 1985 yılında görmüştük. Nesli Çölgeçen'in Züğürt Ağa filminde, köyünü kaybeden ağa büyük kente gelip kamyonetine hoparlör takıp mahalle aralarında meyve sebze satışına başlamıştı. Filmi görenler hatırlar, karizması çizilmiş ağa, alçak ve utangaç bir sesle ''Domatiiiz, patitezz, patlicaaan'' diye satış yapıyordu. Ötekisi yüzsüz. Seçim meydanlarında işportacı ağzıyla çay poşeti dağıtıyor yurttaşlara. Dağılan bir şey var da...

artıgerçek

Bu haber 464 kere okundu
  • Bu haberi paylaşın:
UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik ve tamamı büyük harfle yazılan yorumlar onaylanmamaktadır.
Kategorisindeki Diğer Haberler
Dersim İnşa Kongresi (DİK) dahil Avrupa'daki 8 sivil toplum kurumları, ..