Lütfen bekleyin..
Munzur Haber / Maraş’ın acısı 41 yıldır dinmedi – Resul ERENLER

Maraş’ın acısı 41 yıldır dinmedi – Resul ERENLER

22 Aralık 2018, 12:05

"Türk devletinin tarihi, Alevilere ve farklı halklara karşı kırım katliam, ve sürgünler tarihidir. Maraş katliamı bu ve benzer kırımlardan sadece biridir."

‘Ali’yi gördüklerinde, „yakalayın, bir komünist kaçıyor!“ diye bağırdılar. Ali’yi yakalamak için kovalamaya başladılar. Kısa sürede Traş ailesinden Ali’yi yakaladılar. Ötede abisinin yakalandığını gören Ayşe, hızla yön değiştirerek başka bir sokağa yöneldi. Annesi Ali’yi, komşu evin bodrumunda kurşunlanmış, koları ve bacakları doğranmış ve bir kazanda haşlanmış olarak buldu“.

Ali’nin başına gelen Türk devletinin siyasal tarihinin her döneminde yaşanmış ve özellikle Alevilerin payına bu v.b olaylar daha çok düşmüştür. Dersim, Koçgiri, Kırıkhan, Elbistan, Malatya, Sivas, Çorum, Gazi ve dahada niceleri. Bu saydığım katliamlar çok sahiplendiğimiz Cumhuriyet döneminde yaşadıklarımızdır. Cumhuriyet öncesi yaşadıklarımızı saymıyorum. Ne yazıkki, bunca yaşanmış katliamlar karşısında katiline aşık pozisyonda durmayı çok seviyoruz.

Türk devletinin tarihi, Alevilere ve farklı halklara karşı kırım katliam, ve sürgünler tarihidir. Maraş katliamı bu ve benzer kırımlardan sadece biridir.

Maraş’ta yapılan katliam, uluslararası bağlantıları olan, çeşitli servislerin de, içinde parmağının olduğu politik bir operasyon olduğu kadar, etnik ve inançsal bir temizlik yapma haraketidir da. Kuşkusuz Bu güçlerin-servislerin- ülkede bağlantılarının – MHP gibi – olduğu bir gerçek. Maraş katliamı ve benzer kırımlar; TC’nin kuruluşundan bugüne uygulana gelmiş, etnik ve inançsal temizlikten başka bir şey değildir. Türkiye Cumhuriyetinin kurucu kadrolarının etnik arındırmada ve asimilasyoncu politikalarını, hayata geçirmede baş vurduğu ve kuruluşundan bugüne, aralıksız uygulamaya koydukları vazgeçilmez politikalarıdır kırım ve katliamlar.

Ayrıca, Maraş katliamı ile amaçlanan gelişen toplumsal mücadeleyi bastırmak ve 12 Eylül darbesinin ön koşullarını oluşturmaktı. Başta ABD olmak üzere emperyalistlerin 12 Eylül askeri faşist darbesini desteklemeleri ve her tür desteği vermekte-siyasi ekonomik ve psikolojik- geri durmamları onlarında kan ve irin kokan tarihlerinin bir gereğidir. Onların tarihlerinin hiçte temiz olmadığını biliyoruz. Bundan güç alan 12 Eylül’ün faşist darbecileri, başta sosyalistlerin, devrimcilerin ve komünistlerin ve muhalif gördüğü kesimlerin üzerinde silindir gibi geçti. Bir çoğunu işkencelerde katletti. Ve onlarcasının yaşamına idam sehpalarında son verdi. Ve onbinlercesi çeşitli hapis cezalarına çarpıtılarak mahkum edildi. Ülke genelinde yapılan operasyonlarla amaçlanan sosyalistleri, devrimcileri sindirmek ve etkisizleştirmekti. Bu konuda ne yazıkki başarılı olduklarını söyleyebiliriz.

Maraş’ta sorgulanan devrimcilere, Maraş olaylarını yıkmak ve MHP’li faşistleri aklamak için dönemin sıkıyönetim komutanı Yusuf Haznedaroğlu az çaba sarf etmedi. Ancak devrimcilerin direnci karşısında amacına ulaşmadı o da ona dert oldu.

12 Eylül faşist darbesinden sonra sosyalistlere, devrimcilere ağır işkenceler yapılırken ve işkencelerde katledilirlerken devrimciler, siyasi İslamcı akımların önünü açılıyordu. Bu gerici faşist kesimlerin filizlenmesi ve daha çok büyümesinin yolu açılıyordu. Gülen haraketi ve AKP’nin bu denli gelişip, ülkenin tüm kurumlarını ele geçirmesi 12 Eylül’ün kendilerine yarattığı olanakların dışında düşünülemez. Bu iki akımın, 12 Eylül’ün askeri faşist darbenin ürünü olduğu bir sır değil. Bugün paralel devlet dedikleri Gülen cemaati ve AKP’nin ortak özelliği, Kürt Özgürlük Haraketi, komünistler ve de Kızılbaş Alevi düşmanlığıdır. Gülen cemaatinin kuruluş amacı komünizmle mücadele etmek için, devletin derin güçlerince desteklenmiş ve gelişip büyümesine yardımcı olunmuştur. Bu anlamda en telikeli olandır ve hala tehlikesinin zayıflandığını da düşünmüyorum. Gülen haraketine yönelik operasyonların bana göre inandırıcılığı yok. İkisininde ortak amacı, İslami faşist bir rejim kurmak. İkisininde bu amaçlarından vazgeçmiş olduklarını kim söyleyebilir.

Fethullah Gülen haraketinin, sol sosyalistlere, devrimcilere ve Kızılbaş-Alevilere karşı ne kadar acımasız olduğunu yaklaşık yarım asırlık geçmişlerinde ki icraatlarında biliyoruz. Fethullah Gülen’in; Kürtlere, devrimciler ve Alevilere karşı nefret ve katliam çağrısı yaptığı sayısız konuşmaları hala sosyal medyada dolaşıyorken, ne yazıkki hiç bir Alevi katliamında müdahil olmayan ve onların savunma avukatlığını yapmayan, sözüm ona uluslararası hukuk profesör ünvanı taşıyan ve Alevilerin “dedesi” olduğunu söyleyen İzzettin Doğan denilen zatla, Fethullah Gülen’in can ciğer kuzu sarması olmaları, Alevilerin nasıl bir tehlikeyle karşı karşıya olduğunun bir ifadesidir. İkisininde tek amacı var; Alevileri sünni İslam’ın içinde eritip yok etmek. Bunca katliam yapılırken Alevilere, bu zat (İ.Doğan) bugüne kadar bir davayı alıp savunmuş biri değildir. Bu durumda olan biri ne dede, ne Alevi ve ne de demokrat olabilir.

1978’de, Maraş’ta yaşayan Alevilere, Kürtlere ve devrimci demokrat kesimlere karşı girişilen katliamı devlet, MHP’li bozkurtçukları aracılığıyla gerçekleştirdi. Her katliamda olduğu gibi Maraş katliamında da tetik çekme görevini bu ülkücü faşist çeteler verilmişti. Cumhuriyet tarihi boyunca, özellikle Kızılbaş-Aleviler MHP’li bozkurtçuklardan en çok çeken kesimlerden olmuştur. Ama ne yazıkki en az bu konuda, düşmanını tanımada ders çıkarmayanlarda Kızılbaş Aleviler olmuştur.

Katliamdan sonra da bölgede yaşayan Alevilere karşı devlet, tehdit, şantaj ve baskı uygulamayı faşist ülkücü çeteler üzerinde sürdürdü. Bugün bölgede Alevilerin yoğun yaşadığı yerlerdeki nüfusun azalması bunun en açık örneğidir.

Evleri yakılan, yıkılan ve kendilerini savunacak tüm olanaklardan yoksun bırakılan Aleviler ve Kürtler asırlardır yaşadıkları yerlerini terk etmek zorunda kaldılar. 12 Eylül’ün askeri faşist darbesinin üzerinde bir silindir gibi geçtiği, sol sosyalistlerin aldığı darbeler, faşist çetelerin işini daha da kolaylaştırdı. Bu çetelerin baskı ve şiddetinde kurtulmak için insanların, yılarca dişinden tırnağında artırarak edindikleri birikimlerini, -evlerini ve iş yerlerini ucuz’a- değerinde aşağı fiyatlarla elde çıkararak yurtlarını terk etmek zorunda kaldıkları bir gerçek. Böylece Maraş’ta yapılmak istenen etnik ve mezhepsel bir temizlik gerçekleştirilmiş oldu. Bunca yıl geçmesine rağmen, yaşanan bu travmaların bölge insanları üzerindeki etkisinin hala sürdüğünü söylemek yanlış olmaz.

Maraş’ta katliamı gerçekleştirenler, olayların gerçek failleri hiç bir zaman yargılanmadı. Yargılananlar da göstermelik cezalara çarptırılarak bir anlamda ödüllendirildiler. Hangi iktidar veya yönetici gelirse gelsin, bu devletin kurucu felsefesinin ön gördüğü, etnik ve dini azınlıklara karşı asimilasyoncu, inkarcı politikaları değişmez. “Devletin devamlılığı esastır” sözüden haraketle her tür katliam, sürgün ve antidemokratik uygulamalar vazgeçilmezidir bu devletin.

Maraş’ta ve bugüne kadar işlenmiş katliamlar, kırımlar ve sürgünler Türk devletinin stratejik politikalarından ayrı düşünülemez ve ele alınamaz. Bunca katliam ve kırımdan sonra Kızılbaş-Alevilerin, CHP’yi hala desteklemeleri ve onu kurtarıcı gibi görmeleri akla ziyan bir davranıştır. Ordu konusunda da aynı yaklaşıma sahiptir Aleviler.

Maraş’ta Alevi katliamı sürerken çok güvendiğimiz ordu dört gün yapılan katliamı seyretmekle yetindi. Sivas’ta bir gün izlendi katliamı. Bunca yıldır bir kurtarıcı olarak gördükleri, CHP ve onun kurucusu Mustafa Kemal, Alevilere yapılan kırımların baş mimarı olduğunu Dersim’de ve Koçgiri’de yapılan katliamda kendini gösterdi.

Bugün başında bir „Alevinin“ olduğu CHP’nin Alevilerin katlinde birinci derece rol almış MHP’yle dost işikileri ve MHP’li Ekmeleddin’i cumhurbaşkan adayı göstermesi ve geçmiş seçimde olduğu gibi bugünde Ankara’da eski bir MHP’li Mansur Yavaşı aday göstermesi Alevilerin CHP’ye hala kurtarıcı gözüyle bakıyor olması katiline aşık olmaktan başka bir şey değil.

Son olarak umarım tarihi kan ve katliamlar tarihi olan bu parti hakında Alevileri bir kez olsun doğru ve mantıklı bir yaklaşım geliştirirler. Katliamsız bir gelecek, ancak katliamcı politikalar geriletildiği, aşıldığı oranda mümkündür. Tersi katliamcıları cesaretlendirmekten başka bir anlama gelmez.

Politika

Bu haber 516 kere okundu
  • Bu haberi paylaşın:
UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik ve tamamı büyük harfle yazılan yorumlar onaylanmamaktadır.
Kategorisindeki Diğer Haberler
Dersim İnşa Kongresi (DİK) dahil Avrupa'daki 8 sivil toplum kurumları, ..