Lütfen bekleyin..
Munzur Haber / Türk tipi Cumhuriyet’te demokrasi

Türk tipi Cumhuriyet’te demokrasi

28 Nisan 2018, 08:08

TC diktatörlüğünde, çağa yabancı bir diktatörün gölgesinde ve onun insaf ile ihsanı altında, seçime gidiliyor. Türk toplumunun “uyuyan güzeller" kesimini teşkil eden, çoğunluk bir kere daha “demokrasi“ diye diye diktatörün gölgesinde ref oluyor.

Oysa ki, yalan ve dolan dolapları üstünde kurulu TC’de, o yalan, bu yalan, cumhuriyet ile demokrasi kavramları baştan başa yalandır. Bu da sebepsiz değildir. Türk toplumu, Osmanlı’nın ortada kalmış tortusudur. Osmanlı yaşama biçimi olan vurgun, talan, hırsızlık ve gasp kültürünün alışkını toplumda, Sultanlık sisteminin üstüne bir şal örtüp adına, Cumhuriyet dediler.

Bütün dünyada ölümler, kanlı yangınlar karşılığında kazanılan Cumhuriyet, burada “bila bedel" (bedelsiz) yukarıdan bağışlanmıştır. Bağış yapılırken, Türk toplumu onu karşılamaya da hazır değildi. Cumhuriyet kavramının içeriğini, kapsamını da bilmiyordu, tamamına yakın çoğunluk.

Üstelik, bu kavram çağlar boyu vatana, dolayısıyla Sultan Efendi Hazretlerinin canına kasdeden "bir düşmanlık unsuru" olarak sunulmuş, anılması da yasaklanmıştı.

Yalan ve talan zemininde, haklar, özgürlükler bütünü, insan varlığını dokunulmaz kılan demokrasinin de ırzına geçip seçim sandığına kilitlediler. Kemalistler, bunu ilk defa “iyilik, güzellik" olarak kitlelerin önüne attığında Türk halkının büyük bir kesimi korkuya kapılmıştı. Gün görmemiş, devranlar yaşamamış, “çok yaşa Sultanım" taliminden sonra, “yaşa yaşa Kemal Paşa" haykırışı ile huzur aramış bu fukaralar yumağından, kimileri Cumhuriyeti, yeni bir devlet terörü dalgasının sökün etmesi olarak algılamış, panik içinde saklanma çareleri armaya başlamıştı.

Cumhuriyet’in, “kahrol Sultan, yaşasın Kemal Paşa" olduğuna alışmışken, bu kez demokrasi kavramı gökten yere inivermişti. Kitleler, yeniden korkulu ve şaşkındı. Çünkü, yıllar yılı radyo yayınları ve meydan nutuklarıyla demokrasinin bir “büyük bela" olduğu çakılmıştı, o kültüre, bilgiye hasret nazik ve hazik kafalarına. Şeflere (diktatör) övgü dizip bağlılık bildirmeye alıştırılmışlardı. Atatürk, lafı üstüne söz söylenemeyen “ebedi şef“ti. Küçük Paşa (İsmet İnönü) “milli şef…"

Ama diktatörlüğe övgüler yakılırken, İsmet Paşa dünya savaşından sonra, Amerika’dan askeri ve mali bağış almak için, “şimdi demokrasi vaktidir" demiş, çoğunluğu teşkil eden “uyuyan güzeller" kesiminin başına, “bu demokrasi tuzağını" musallat etmişti. Sağırın bu tuzağı, Batı icadıydı. Adı bile ürkünç…

Ama sonra, her şey yerli yerine oturmuş, panik havaları dinmişti. Yeni hallerde, Sultan yerine diktatörün seçimi hem Cumhuriyet, hem de demokrasi olmuş oluyordu.

Normal zamanlarda, Cumhuriyet rejimi varmış gibi yapılarak, onun orta yerine seçim sandığı konuyor, demokrasili TC’de. Ama canı isteyen, en son Recep Tayyip örneği ile yaşandığı üzere orduyu, polis ve adliyeyi emir eri haline getiren, “tek adam" (diktatör) oluyordu.

Recep Tayyip, diktatörler soyunun Abdülhamid ruhu soyundandı. Abdülhamit, aşağılık kompleksi hastasıydı. Hastalığın başlıca kaynaklarından biri de burnuydu. Rahmetlinin burnu, ördeğinkini hatırlatacak kadar, uzundu. Herkesin, kendisini ördek diye anıp alay ettiğini sanarak bu sözün ima edilmesini, bu arada bulut, yağmur, göl gibi kelimeleri bile yasaklatmıştı.

Çünkü bulut yağmur, yağmur da göl oluşumu demekti. Gölde de ördekler yüzerdi.

Rahmetli böyle bir hastaydı. Ama Recep’in hastalık unsurları farklıydı. O her sabah, o gece katledilmiş Kürtlere ilişkin rakamların tellalığını yapıyor, bu arada devlet eliyle cinayet işlenmemesini, Çocuk ve  gençlerin ölmemesini, anaların ağlamamasını isteyen hain ilan ediyor, bu amaçla bildiri yayımlayan akademisyenleri üniversiteden atıyordu. Ayrıca, hırsız sözünü ağza almak, Man Adası’nı anmak, katili yuhalayıp barış istemek vatan hainliği ve teröristlik ve dolayısıyla Recep düşmanlığıydı. Abdülhamit‘in düşmanları ardına ajan takmasına karşılık, Recep diktatörlüğü de yatak odalarını, telefonları dinleniyor, interneti gözlüyor, suçlular anında tesbit edilip cezalandırılıyordu.

Diktatörlüğe karşı olan herkes düşmandı. Fetullah Gülen’le süreki davalı olan Cumhuriyet Gazetesinin yönetimi, “Fetöcü" suçlamasıyla mahkum ediliyordu. Ahmet ve Mehmet Altan kardeşlerle Nazlı Ilıcak da, Recep hakkında kötü şeyler hayal ettikleri için ömür boyu hapis cezasına çarptırılıyordu.

Düşman ve suç tasnifinde, doğmamış bebekler de nasip alıyordu. Adını Kürt stran (kılam)’ından alan Deran Bebek, doğmadan altı ay önce, annesi çocuklar ölmesin dediği için, zindanda.

Öte yandan Türk ırkçılığı baş tacı, zindanlar, muhaliflerle doluydu. Diktatöre biat etmeyenler işten, meslekten men cezasına mahkumdu. Zindandaki üç siyasiye bir yatak düşüyordu.

Kürdistan, baştan başa üstü açık hapishaneydi. Kürtlerin ülkesi bölgelere ayrılmış, sırasıyla ev hapsine mahkum ediyor, öbür yanda diktatör kendini seçtirme demokrasiliğini oynuyordu. Bu oyunda Kürtler yasak altında, Türk muhalefet bile yasaklarda eşit, diktatör sonsuza kadar özgürdü. Devletin bütün araç ve gereçleriyle parasal imkanları, onun emrindeydi.

Türk tipi cumhuriyette demokrasi oyunu böyle oynanıyordu.

Ahmet Kahraman / Politika

Bu haber 564 kere okundu
  • Bu haberi paylaşın:
UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik ve tamamı büyük harfle yazılan yorumlar onaylanmamaktadır.
Kategorisindeki Diğer Haberler
Dersim İnşa Kongresi (DİK) dahil Avrupa'daki 8 sivil toplum kurumları, ..