Kılıçdaroğlu, altı yıldır demokratik özerklikle yönetilen ve başta sosyal demokratlar olmak üzere, çoğu sol, sosyalist çevrelerce de desteklenen ‘RojavaModeli’ni, askeri jargonla ifade edip, milliyetçi tepkiler gösteriyor.
Bu arada, sosyal demokrat parti iddiasında olan CHP de, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın özyönetim modelli, demokratik konfederasyon önermesine ve bunun Rojava Kürdistan’ındaki uygulamasına kayıtsız kalıyor. Kürt, Arap, Ermeni, Çeçen gibi halkların ortaklaştığı özyönetim inşası, kadim Mezopotamya için yeni bir model oluşturuyor. Başta Türkiye’deki sol, sosyalist çevreler olmak üzere, dünyanın bir çok ülkesinde yaşayan enternasyonal devrimciler,Rojava kantonlarındaki komünal yaşamı yerinde izlemek ve katkıda bulunmak için bölgede faaliyet yürütüyorlar. Türkiye’nin ilhakına kayıtsız kalan bölge aktörlerinin de bu komünal yaşam modelinden rahatsız olduğu yorumları da yapılmakta.
Görmek için bakmak gerekir…
Nobel Edebiyat ödüllüyazar JoseSaramago, “Bakabiliyorsan gör. Görebiliyorsan, gözle” cümlesiyle başladığı ‘’Körlük’’ romanında, araba kullanmakta olan bir adamın, yeşil ışığı beklerken aniden kör olmasını ve bu körlüğün başta göz doktoru olmak üzere, şehirde kendisiyle ilişkilenen herkese salgın bir hastalık gibi yayılmasını anlatır. Saramago’nun anlattığı körlük öldürücü olmayıp, tüm ahlaki değerleri yok etmektedir. İnsanlar, görmeyen gözlerle cinayetlere, tecavüzlere şahit olurlar. Güçlü olanların ayakta kalabildiği şehirde, körlükten kurtulan tek kişi ise doktorun karısı olur.Eşini yalnız bırakmak istemeyen kadın da hastalığa yakalandığı bahanesi ile eşinin yanında karantinaya alınır. Herkesin kör olduğu karantinada o görür, körlükle baş etmenin yollarını arar ve başarır da..
Türkiye’nin içine düştüğü siyasi ekonomik buhranı çözmekle mükellef olması gereken ana muhalefet partisi CHP, siyasi Kürt hareketlerinin kazanımları karşısında savrulduğu milliyetçi cephede patinaj yapıp duruyor. Oysa Saramago’nun romanındaki doktorun karısının misyonunu cesaretle yüklenebilse, kendi körlüğünü de, iktidarın çarkları altında ezilip ses etmeyen büyük yığınları da hareketlendirebilir. Ama CHP’nin Alevi lideri, Alevileri sistemin büyük havuzunda yüzdürmekten başka bir siyasete gönülsüz duruyor.
Leo Strauss, “Roma yangın halindeyken siyaset bilimi ıvır zıvırla uğraşıyordu’’ diyor. Ortadoğu savaş halindeyken, milyonlarca insan yurtlarından ölerek ya da kaçarak ayrılırken, siyaset bilimi olmasa da siyaset gerçekten de ıvır zıvırla uğraşıyor. Güney Kürdistan’da yapılan bağımsızlık referandumunda halkın % 93’ü Irak’tan bağımsız bir Kürdistan istedi ama dünya bu irade karşısında üç maymunu oynadı. Güneyli Kürtler uzun mücadeleler sonucu kazandıkları haklarından dahi mahrum kaldılar.
Şimdi benzeri bir görmeme haliEfrin’de yaşanıyor. NATO’nun ikinci ordusuna sahip Türkiye, başka bir ülke sınırları içinde olan ama Kürt toprakları olmasından kaynaklı, Kürtlerin elinde olan Efrin’e, iki ay savaştıktan sonra girdi. Türkiye bu harekete, bütün tezatlığına rağmen ‘’Zeytin Dalı’’ hareketi dese de, uluslararası hukukta (BM bildirgeleri*) bunun bir işgal ya da ilhak hareketi olduğu ortada.Kürtlerin büyük miti Demirci Kawa’nın heykelini yıkıp, yerine Türk bayrağı astılar. Başta ABD, Rusya, Almanya ve İngiltere olmak üzere, Ortadoğu/Mezopotamya’nın büyük aktörleri, çıkarları gereği bu ilhaka göz yumdular.
Türkiye etnik ‘temizlk’ mi yapacak?
Türkiye, Avrupa’nın çeşitli ülkelerine dağılmış olan Suriyeli Arap mültecilerinin daha fazlasını, siyasi aparat olarak kullanmak istiyor. Bu isteğini de ‘kapıları açıp, milyonlarca Suriyeliyi size yollarım’ cümlesiyle tehditte dönüştürdü. Türkiye’nin elindeki mülteci kozu ekonomik sıkıntı içinde olan Avrupa’yı korkutuyor olmalı ki, dünyayı tehdit eden IŞİD’a karşı kahramanca savaşan ve onları yenilgiye uğratanRojava Kürtleri, Türkiye’nin insafına terk edildi. IŞİD barbarlığına karşı evlerini savunan Kobanîli kadınları dergi kapaklarında pop ikon olarak görselleştiren ‘Batılılar’ suskun.
Türkiye’de, HDP gibi parti ve STK’ların dışında Efrin hareketine karşı çıkan neredeyse yok. Medyanın büyük kısmını yedeğine alan iktidar, bu kanallar aracılığıyla sürekli dezenformasyon yapıyor. ‘Efrin’e terör için girdik’ gerekçesine, yandaşları dışında inanan yok. İktidarın otoritesiyle edilgen kılınmış vatandaşlar ise Efrin ilhakını 2. Çanakkale olarak görme hezeyanında sermest olmuş durumda.
Siyasi krizleri aşmak için milliyetçiliği pompalayan AKP ve MHP koalisyonuna CHP de utangaç bir şekilde katılıyor artık.
Başta Selahattin Demirtaş olmak üzere HDP’li milletvekillerini ya hapse attıran ya da meclis dışı kalmalarını sağlayan önergeleri onaylayan CHP lideri, şimdi de MHP’den kalan boşluğu doldurma fikrinde olmalı. Ama o boşluğu başka bir Türk milliyetçi partisi olan İyi Parti dolduruyor artık.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu önceki gün katıldığı bir TV programında, Efrin’den sonra olası Mınbiç ilhakını da destekleyeceklerini söyledikten sonra “Eğer YPG çekilmeyip şehiriçi çatışmalar olsaydı, pek sorunla karşılaşacaktık. Bu konuda endişemizi dile getirdik. Çünkü ben kendi insanımın burnunun kanamasını istemem. 50 tane Afrin’i bir askerimin hayatına feda ederim” diyerek, yaşam alanlarını terk etmek zorunda kalan 70 bin civarındaki Efrinli’nin hayatını, partisinin politik çıkarları karşısında hiçleştirmeye çalıştı.
Sosyal demokrat olduğu iddiasında bulunan bir partinin genel başkanının, savaş karşısında, barışın yanında konumlanması beklenir elbet ama Türkiye’de ‘sosyal demokrasi’ kavramı da CHP’nin milliyetçi politikaları yüzünden dejenere edilmiş durumda.
72 millete bir nazardan bakmak…
“50 tane Afrin’i bir askerimin hayatına feda ederim’’ diyen Kemal Kılıçdaroğlu, konuşmasının devamında; ‘’Hendek operasyonları 265 gün sürdü, 3 bin 583 terörist etkisiz hale getirildi, 355 güvenlik görevlisi 285 de sivil hayatını kaybetti. Biz hiçbir askerimizin burnunun kanamasını istemeyiz’’ dedi.
Cesedi bir hafta boyunca evlatlarının gözleri önünde bekletilen Taybet İnan mı teröristti, yoksa gömülmesine izin verilmediği için cesedi kokmasın diye annesi tarafından derin dondurucuya konan Cemile mi teröristti?!
Dersim’de soykırıma uğramış bir ailenin çocuğu olarak Kemal Kılıçdaroğlu, toplumsal katliamlara ve işgallere nasıl bu kadar acımasız yaklaşıyor, nasıl bu kadar bigane kalabiliyor hayret ediyor insan?!
Birilerinin hayatını başka birilerine değişmemeli. Halklar bahçesi Anadolu’nun felsefi diskuruötekinin haklarına saygı üzerine kurulmuştu.Bizler de sadece insanın değil, çevremizdeki her varlığın yaşam hakkını savunmalıyız. Ahlaki ve vicdani olan budur. Kılıçdaroğlu’nun da manevi olarak beslendiği kültürün yol erenleri de böyle buyurmuşlardı. Kemal bey şayet yüzünü, börtü böceğin hakkını, kendi hakkından ayırmayan ve 72 millete bir nazarda bakan dervişlerin makamına dönerse, hak ile hemhal olabilecektir.
*‘’Her Devletin, başka bir Devletin var olan uluslararası sınırlarını ihlal etmek amacı ile ya da toprak anlaşmazlıkları ve Devletlerin sınırları ile ilgili sorunlar dahil olmak üzere uluslararası anlaşmazlıklarınçözümünde araç̧ olarak güç̧ tehdidi ya da güç̧ kullanımından kaçınmayükümlülüğü vardır.’’
peyik.com