Lütfen bekleyin..
Munzur Haber / "Erdoğan’dan yaptıklarının hesabı misliyle sorulacak"

"Erdoğan’dan yaptıklarının hesabı misliyle sorulacak"

28 Haziran 2016, 22:16

Kalkan: Önümüzdeki yakın süreçte gerilla direnişi daha da gelişecek. Özsavunma kendini ispat etti. Kır-kent-ova savaşı gelişecek. Serhildan gelişecek. Erdoğan’ın yaptıklarının hesabı misliyle sorulacak.

MED NÛÇE TV’de yayınlanan Politik Alan programına konuşan PKK Yürütme Komitesi (YK) üyesi Duran Kalkan gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi. Kalkan, İngiltere’nin AB’den çıkış kararını ve bu sonucun AKP politikalarıyla, Ortadoğu’daki gelişmelerle bağını; Amed’te Lice kuşatmasıyla hedeflenenleri; özgür basın kuruluşlarından aydınlara, gazetecilere, liselilere kadar yaşamın her alanına dönük baskıların ne anlama geldiğini; Urfa’da KDP ve MİT’in organize ettiği iddia edilen toplantı ve Minbic’in kurtarılması ardından Suriye’de hangi alanın gündeme gelebileceği konularını ele aldı.

Bu hafta en sıcak gelişme Avrupa Birliği’den geldi. İngiltere, yapılan referandumun sonucunda AB’den çıkma kararı aldı. Bu gelişmeye ilk yorumunuz ne oldu? Bunun Ortadoğu’daki gelişmelerle nasıl bir bağı vardır?

Birçok çevre bu referandumun nasıl gündeme geldiğini bile anlamadı. Fakat başından beri İngiltere bu konuyu tartışıyordu. Geçmişte de referandumlar yaptılar. O zaman AB’ye girme ve AB’de kalma kararları çıkmıştı. İlk defa AB’den çıkma kararı alındı.

Kuşkusuz İngiltere’nin kararı önemli, ama AB’nin dağılacağı konusu erken hüküm olabilir. Böyle bakmak yerine, neden böylesi bir dönemde bu referandum gündeme geldi ve nasıl böyle bir karar çıktığını irdelemek lazım. Dünya, Ortadoğu ve Kürdistan üzerindeki mücadeleyle birlikte bu gelişmeyi ele alırsak, Avrupa’nın mevcut politika ve ideolojik yaklaşımları, dünyadaki gelişmeleri karşılamıyor. Zaten AB siyaset ve askeri alanda çok fazla etkili olamadı. Ekonomik ve sosyal yaşamda etkili oldu. Siyasi ve askeri boyut daha çok ABD tarafından tamamlandı. Böylece AB ve ABD bir sistem oluşturdular.

Avrupa’nın sosyal, ekonomik gücü siyasi yaklaşımlara dönüşemedi. Dolayısıyla dünyadaki sorunların çözümünde AB etkili olamadı. Bunu en bariz şekilde Kürt sorunu üzerinden gördük. Unutulmamalı ki, 1998’in Ekim, Kasım ve Aralık aylarında Rêber Apo Avrupa’ya çıktı. AB ülkelerine gitmek istedi, Kürt sorunu konusunda onların demokratik söylemlerine dayanarak, böyle bir çözümde AB’ye şans vermek istedi. AB’nin Kürt sorunu çözerek dünyada etkin rol oynamalarını istedi. Bu temelde Avrupa’ya çıktı.

Fakat Avrupa bu soruna sahip çıkamadı, sorunu çözemedi. ABD’nin yaklaşımlarından dolayı Avrupa ülkeleri de olumlu bir yaklaşım gösteremedi. Tersine ABD’nin politikaların gözeterek ellerine geçmiş bir fırsatı değerlendiremediler. Uluslararası komploya zemin sundular ve komplo onların alanında gelişti. Bu durum AB’nin politik askeri bakımdan ne kadar zayıf olduğunu ortaya koydu. Sorunların çözüm gücü olamadığını o zaman net olarak gördük.

Şimdi de böyle bir durumu yaşamalarının, Ortadoğu’daki 3. Dünya Savaşı ile önemli bir bağı var. Çatışmalar yoğunlaştı ve eskiye dair her şey yıkıldı. Irak’tan Suriye’ye kadar, Tunus ve Libya’dan Yemen ve Mısır’a kadar her şey altüst oldu. Türkiye’ye köklü bir şekilde değişim dayatılıyor. Yüzyıl önce kapitalist sistemin ortaya çıkardığı ulus devlet faşizmi çatırdıyor. Birçok merkez de yıkıldı, kalan merkezler olarak Türkiye ve İran’da da ciddi bir biçimde zorlanıyorlar. Yıkılıyor, ama yerine yeni bir şey koyulamıyor.

ABD’nin öngördüğü Büyük Ortadoğu Projesi vardı. Ama nasıl bir içeriğe sahip, kim nasıl içinde yer alacak bilinmiyor. Ulus devlet statükoculuğu ile bir çatışmaları var, ama bu ulus devlet statükoculuğunu nasıl aşacaklar? Nasıl bir Ortadoğu öngörüyorlar; bunda Kürtlerin yeri ne olacak, Arapların statüsü ne olacak? Yüz yıl önce Arabistan ve Kürdistan’ı parçalamışlar. Şimdi Ortadoğu’nun kardeşçe yaşama ve birlik sorunu nasıl çözülecek? Bu konularda herhangi bir şey belirtemiyorlar.

AB parayla oynayabilir, ekonomik bir düzeyi de olabilir ama siyasi ideolojik konularda bir normları yoktur; çok sağdırlar. Demokratik bir sistem öngörüyorlar, ama bu zayıftır. Rêber Apo savunmalarında buna “demokrasinin sağ ucudur” demişti. Dolayısıyla mevcut olanı değiştirmek için, çok fazla bir şeyi öngörmüyor. İdeolojik, politik, askeri olarak çözüm üretmiyor. Demokratik çözümü geliştiren bir konumda değildir. Yeni olanın inşasında sosyal ve ekonomik boyutlar var. Burada AB’nin rolü ön plana çıkıyor. Ama bunu yapamıyorlar. Ortadoğu’da sorunların çözümünde çok yetersiz ve sağ bir yaklaşımları var. Aşırı devletçi ve merkeziyetçidir.

Rêber Apo, Ortadoğu için önerdiği demokratik özerkliğe dayalı Demokratik Konfederalizm, farklılıklara dayalı bir çözümdür. En azından güncel sorunların çözümünde etkili olabilecek bir modeldir. Ama AB’nin böyle bir çözüm gücü ve önerisi yoktur. Demokratik Özerklik ve konfederalizm projesine sahip çıkamıyor, Kürtlerin önerdiği ve geliştirdiği çözüm alternatifi ile bir dayanışma içine giremiyor. Bu temelde Kürt Sorununun çözümünde etkin bir rol oynayamıyorlar.

Ankara yönetiminin Cizre, Sur, Nusaybin, Şırnak ve diğer kentlerdeki katliam ve vahşiliklerine ses çıkarmadılar. Şimdi kısmen eleştirel oluyorlar ama bunu da Erdoğan diktatörlüğü ile çelişince yaptılar. Yine de Kürt sorununun demokratik çözümünü dayatamıyorlar. Erdoğan diktatörlüğüne karşı net tavırları yoktur. Mesela Erdoğan, “mülteci gönderirim” diyerek tehdit ediyor. Bunun karşısında AB’nin etkili ve ortak bir tutumu yoktur.

Avrupa’nın manevi yönü yoktur. Çok fazla maddiyatçı, çok fazla iktidarcı ve devletçiler. AB bir konfederasyondur, ama halen merkezidir. Kendi içinde demokrasiyi geliştirip, bütün dünyaya yansıtamamışlar. Bundan dolayı etkisiz kalıyorlar. Kendi içinde de sorunların çözümünde zayıf kalıyorlar. Bu, AB’yi dünyada etkili kılmıyor. Irkçı, sağ akımlar gelişiyor, faşist eğilimler gelişiyor, iç sorunlar artıyor. Bütün bunlar birleşince de AB’nin dağılması gündeme geldi. İngiltere’de ortaya çıkan bu durum da bunların sonucudur.

 

DAİŞ saldırıları başladığında KDP Şengal’den kaçtı. Irak ordusu Musul’u terk etti. Şimdi bu olaylarla İngiltere’nin AB’den çıkıp içe kapanması arasında benzerlik kurulabilir mi? Şöyle; DAİŞ’in saldırıları ve saldırı tehditleriyle Avrupa üzerine saldığı korku, Tayyip Erdoğan ve AKP’nin “mültecileri Avrupa kapılarına doldurma” tehditleriyle İngiltere’nin bu kararı arasında bir bağ var mı?

Evet, tehditleri var ama AKP ve DAİŞ’i de bunlar yarattı. Hepsinin merkezinde de Kürt karşıtlığı var. Mesela Türkiye, İran ve Esad yönetimi Kürt karşıtı yeni bir Cezayir Antlaşması yapmaya çalıştılar. DAİŞ’in esasında da Arap şovenizmi vardı. Öncelikle Kürtlere, Kobanê’ye saldırtılmaları boşuna değildi. AKP ile ortaklaşmalarının temelinde de Kürt karşıtlığı ve Kürt düşmanlığı var. Bütün bunları, 1. Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı siyasi yapı ve şoven zihniyet geliştirdi. Bu soykırımcı bir şoven zihniyettir.

Ermeni, Asuri, Rum kırımı oldu, Kürt kırımı oluyor. Sadece Kürt düşmanlığı ile de bağlantılı değildir. Bu zihniyet ve siyaset, kültür kırımcıdır. Kürtler tarihten gelen büyük bir toplumsal güce dayalı oldukları için, bu zihniyete karşı direnebildiler. Bu soykırımcı siyasete karşı kendilerini ayakta tutup bugüne kadar getirebildiler. Diğer toplumlar kırıldılar.

Bu hastalıklı zihniyetin oluşmasında Avrupa’nın sorumluluğu var. Kapitalist sistemin ve ulus devlet zihniyetinin sorumluluğu var. Yoksa Ortadoğu’dan türemiş bir şey değildir. Kapitalizm devletçi sistem ile bağlantılıdır, ama esasında Avrupa’dan geldi ve Ortadoğu’da en tehlikeli ulus devlet faşizmine dönüştü. Şimdi bu DAİŞ, AKP ve Erdoğan’dır. Ermeni, Asuri ve diğer halklara da düşmanlık yapıyorlar. Şimdi Kürt katliamı üzerinden faşist bir Türk şovenizmi yaratmak istiyorlar. Türk ulus devletini yeniden yapılandırmak istiyorlar. “Yeni vatan kuruyoruz, fetih hareketi yürütüyoruz” diyorlar. Erdoğan, kendini Fatih’le ile özdeş tutuyor. Kendini Atatürk’ün yerine koyup ikinci cumhuriyetin kurucusu olmak istiyor. Bunun cumhuriyet olmadığı ve tek adam diktatörlüğünü hedeflediği şimdi net açığa çıktı.

Avrupa’nın kararsız, çözümsüz, merkezi, sağ, ırkçılığa açık, milliyetçiliği besleyen ideolojik-politik yapısı ve zihniyeti buna yol açtı. Boynuz kulağı geçermiş. Bu tehlike büyüyüp Avrupa’yı zorlar hale gelince telaşa düştüler, içine kapandılar, ürktüler, sınırlarını kapatmak istiyorlar.

İngiltere’nin bu kararı, Avrupa için bir çözümü değil, çözümsüzlüğü ifade ediyor. Dünyadaki sorunlara çözüm üretemediğinin açık bir göstergesidir. Avrupa ideolojik ve politik olarak kendini yenilemelidir. Bu yenileme sağ ve ırkçı olmamalı; iktidarcı devleti katılaştırma, ekonomik maddi çıkarları arttırma, kendi sınırları içine kapanma olmamalıdır. Daha fazla demokrasi, daha fazla sol, daha fazla özgürlüğü öngören, başta Ortadoğu olmak üzere dünyada daha aktif rol oynayan bir istikamette olmalıdır. Böyle olursa AB kendini yeniden güçlendirir ve Ortadoğu’ya da yansıması olumlu olur. Ortadoğu çözümüne katılan bir güç haline gelir. Çözümün bir müttefiki haline gelebilir.

Bu gelişmeler ışığında hem PKK, hem de HBDH olarak Avrupa soluna bir mesajınız var mı?

Avrupa’ya çağrı yapıyoruz; sorunu sadece Ortadoğu halklarında görmesinler. Ortadoğu’da bugün yaşanan çatışmayı yalnızca Ortadoğu’nun tarihsel yapısına bağlı görmesinler. Avrupa’nın 200 yıllık yansımalarının da bunda daha fazla sorumluluğu var. O halde Avrupa’nın Ortadoğu üzerindeki etki ve yansımalarını yeniden sorgulamak gerekiyor. Bunu demokratik, sol ve sosyalist güçler yapmalıdırlar. Halkçı, ekolojik, feminist güçler böyle bir sorgulamayı yapmalılar. Kadın özgürlüğünden, ekolojik ekonomiden yana olanlar bu sorgulamayı yapmalılar. Çünkü bu etki ağır bir endüstiryalizm olarak yansıdı, Ortadoğu’yu kasıp kavurdu. Çok katı bir kölelik olarak yansıdı. O kadar kadın katliamları, tecavüz buradan kaynaklanıyor. Bunu sadece Ortadoğu’nun ‘geri’ kültürü ile Ortadoğu’daki dinlerin bir sonucu olarak görmek yetersiz kalır. Böyle bir boyut var ama kapitalist sistemin Ortadoğu’ya egemen olma politikalarının da payı vardır.

Bütün bunları eleştiri-özeleştiri süzgecinden geçirerek Avrupa’nın demokratik sosyalizm çizgisini daha fazla geliştirmesine ihtiyaç var. Ortadoğu’da Kürtler bunun öncülüğünü yapıyorlar. Önder Apo ciddi bir teorik analiz ve formülasyon geliştirdi, ideolojik-politik bir çizgi ortaya koydu. Bunları görmek ve ciddiye almak lazımdı.

Türkiye, Arabistan ve Farslar içerisinde de arayışlar var. Ortadoğu’daki diğer halklarda da arayışlar var, sadece Kürtler de arayış yoktur. Hatta geçmişte Kürtler eksik kalıyordu, yakın tarihte Önder Apo’nun dehasıyla bu durum önemli ölçüde aşıldı ve Kürtler öncü hale geldiler. Bu gerçekliği görerek bunlar ile daha yakınlaşan, bu temelde hem Ortadoğu, hem de Avrupa’nın sorunlarına siyasi çözümler ürüten çaba ve değişikliklere ihtiyaç var. Avrupa’yı böyle bir yönelime çağırıyoruz.

Kürtler ve Ortadoğu toplumları olarak biz bunları tartışmaya da hazırız, birlikte yeni bir Ortadoğu, yeni bir Avrupa ve yeni bir dünya kurmaya da hazırız. Bunun demokratik, özgürlükçü ve sosyalist bir temelde olmasını öngörüyoruz. Doğru olan budur. Şimdi bütün dünyada, Ortadoğu ve Avrupa öncülüğünde böyle bir hamlenin geliştirilmesine ihtiyaç var. Geçmişte özgürlükçü ve sosyalist düşünürler de hep bunu öngördüler.

Şimdi Ortadoğu, Kürt Özgürlük direnişiyle demokratik özgürlükçü bir hamle yapıyor. Demokratik modernite kuramıyla sorunlara demokratik siyasi çözüm yaratıcısı oluyor. Demokratik özerklik ve demokratik konfederalizm projeleri temelinde, Ortadoğu’daki sorunlara çözüm gücü oluyor. AB ise bu maddiyatçı, merkezi, devletçi, iktidarcı yaklaşımların sorgular ve aşarsa; Avrupa demokrasisini demokratik sosyalizm çizgisinde daha da derinleştirirse o zaman Ortadoğu ve Avrupa’daki sol-sosyalist ve özgürlükçü-demokratik gelişmeler birleşerek hem kendi sorunların çözer, hem de dünya için önemli bir çözüm haline gelirler.

Biz Avrupalı sol ve sosyalist güçlerin bunu başarmak için yeteri kadar birikimlerinin olduğuna inanıyoruz. Biz de bu anlamda belli bir bilinç ve tecrübe kazandık. O halde daha fazla dayanışma, ortaklık ve birlikte hareket böyle bir gelişmeyi ortaya çıkarır. Çağrımız bu temeldedir.

Amed’te kapsamlı bir operasyon başlatıldı. Özellikle Lice ve çevresindeki ilçe ve köyleri de kapsayan, büyük bir kuşatma yapılmak istendiğine dönük haberler var. Operasyonun gerillaya dönük olduğu söyleniyor ama operasyonun tarzı, kapsamı, köy meralarının bombalanması ve sokağa çıkma yasakları ile ele alındığında operasyon gerilladan önce halka dönük bir operasyon olarak değerlendirilebilir mi?

Çöktürme Eylem Planı denen, DAİŞ’in 15 Eylül 2014’de Kobanê saldırısı ile başlayan süreci doğru anlayıp doğru değerlendirmek gerekiyor. Bu plan ve sürecin içerisinde, demokratik-devrimci güçleri ezmek ve yok etmek var. Bunun yöntemini doğru anlamak önemlidir. Yöntemi doğrudan demokratik-devrimci güçlere saldırarak, onları ezmeyi ve yok etmeyi öngörmüyor. Tersine onun toplumsal tabanını, yurtsever demokratik kitle tabanını ezerek, dağıtarak, imha ederek; onları toplum tabanından yoksun kılıp yenilgiye uğratmayı öngörüyor. Bu bir kontrgerilla yöntemidir. Bu bir özel savaş yöntemidir.

Kontrgerilla dilinde buna “balığı tutmak için suyu kurutma” diyorlar. Yani gerilla ve devrimci-demokratik hareketleri yok etmek için halk tabanını yok etmektir. Sri Lanka’nın Talim saldırısının esası da budur. Orada da toplumsal tabana saldırdılar. Gerillayı toplum tabanından yoksun bırakarak darbelemeyi öngördüler. Şimdi Erdoğan yönetiminin Kürdistan’da yürüttüğü saldırının esası budur. Çöktürme eylem planı budur.

Yani gerilladan önce halka yönelik bir saldırı...

Evet, halkı hedefliyor. Bizim demokratik ulus olarak tanımladığımız, yurtsever demokratik kitle denilen, kendini yeni bir demokratik toplum olarak örgütleyen kesimi yok etmek istiyorlar.

Şunu iyi anlamak gerekir: Cizre, Sur, Gever, Şırnak ve Nusaybin direniş olduğu için yakılıp yıkılmadı. Direniş bu yakıp yıkmayı azalttı, birkaç şehre indirdi. Plan ve projelerine göre daha fazlaydı. Kürt demokratik ulusuna taban teşkil eden, demokratik toplum haline gelen bütün mahalleri, kentleri, semtleri, kasabaları yok etmeyi, o toplumu Türkiye ve dünyanın dört bir yanına dağıtarak asimile etmeyi; böylece Kürt varlığını yok etmeyi, Kürt soykırımını gerçekleştirmeyi hedefliyorlardı.

Operasyonun hedeflediği kırsal alanda 1993-94’lerde büyük oranda tasfiye edilmiş de olsa hala bir köylülük var. Şimdi kalanları da yok etmek istiyorlar.

Bu süreçte köylerine dönenler de az değildi..

Tabi geri dönenler olmuş, özellikle Sur’dan dönenler olmuş. Daha önce de ateşkes süreçlerinde, geri dönüş çağrılarına uyarak dönenler, kendi köy ve yurtlarını yeniden imar edip yerleşmek isteyen bir topluluk oluşmuş. Şimdi onları da imha etmek istiyorlar.

Hedefleri Kürt toplumsal yapısını dağıtmaktır. Bunun için halka dönük vahşi saldırılar yürütüyorlar. Halkı savunduğu ölçüde devrimci-demokratik güçlere saldırıyor. Öz savunma güçlerine bunun için saldırdı. Halkı savunuyorlardı, katliamcıları öz yönetim alanlarına sokmuyorlardı. Mesela YDGH ve YPS’ye bunun için saldırdılar.

Şimdi bahar oldu, gerilla harekete geçti. Gerilla toplumu savunan bir güç haline gelmeden, toplumu ezmek istiyorlar. Bu konuda AKP yönetimin yürüttüğü mevcut politika özel savaş ve soykırımda en ileri düzeye gitmeyi hedefliyor. En vahşi, en gaddar, en alçak katliam yöntemlerini uygulamayı ifade ediyor. Hiç kimse Kürtlere ve Türkiye toplumuna Erdoğan’ın yaptığı kadar zulüm yapmadı. Her günü katliam ve hakaret doludur.

Bir hatırlatma, GÖÇ-DER’in araştırmasına göre bu süreçte yaklaşık olarak 1 milyon insan yer değiştirmiş...

Bu istatistikler de esas hedefin kim olduğunu ortaya koyuyor. Biz şimdi savaşmaya başlamadık, PKK 40 yıldır var. 35 yıldır savaşıyor. Büyük bir savaş deneyimi var. Şimdiye kadar toplumu bu kadar yerinden eden bir durum yaşandı mı? 93-94 sürecinde Çiller-Ağar-Güreş çete ekibinin kırsal alanlarda bazı köylere dönük böyle pratikleri oldu. Şimdi Erdoğan bunu bütün şehirlerde uygulamak istiyor. Genelleştiriyor, en vahşi yöntemler ile yapıyor. Ordunun tümünü harekete geçiriyor.

Sözde iftar sofralarında bunlara “yakın, yıkın, korkmayın, ezin” diyordu. Tam bir vampir olmuş, kan için diyordu. Ellerinden ve ağzından kan damlıyor. Böyle bir saldırganlık durumunda Kürt işbirlikçilerini kullanmak istiyor. Sözde kanaat önderleridir, bunlar hain işbirlikçilerin önde gelenleridir.

Psikolojik savaş en ileri düzeydedir. Gerçeklerin topluma ulaşmasını engellemek için, özellikle de Türkiye ve dünya kamuoyuna yansımasını engellemek için her türlü tedbiri alıyor. Doğan Grubu’na da yazıklar olsun. Yarın faşizm yıkılacak, o zaman Doğan Grubu Türkiye toplumunun yüzüne nasıl bakacak? Aydın Doğan, AB’nin aldığı kararı eleştireceğine Avrupa ile ters düşen Erdoğan yönetimini biraz eleştirseydi. O zaman Aydın ismine layık olurdu.

Onun dışında özgürce haber yapmaya çalışan birkaç tane basın kuruluşu kalmış. Onları da tutukluyorlar. Özgür Gündem ve Cumhuriyet’in yazarlarını ve çalışanlarını tutukluyorlar. Bir profesör birkaç şey söyledi diye tutukluyorlar. İktidarlarında hiçbir gedik olmasın diye bunu yapıyorlar. Eğer soykırım suçu işlediğini bilmese bunu yapmazdı.

Eğer sadece silahlı güçler ve insanlar ile savaşıp, onlara saldırsalardı bu kadar psikolojik savaş yürütmeye ihtiyaç duymazlardı. Buna zaten hakkı var. Yani silahlı güçler birbiriyle savaşırlar. Bunu PKK de kabul ediyor, dünya da kabul ediyor. Bütün dünya da PKK’ye karşı savaşına onay verdi. Gerillanın üzerinde zaten askeri üniforması var, elinde silahı var. Onunla savaşırsın, ona karşı savaştığı için psikolojik savaş yürütmeye, basın özgürlüğünü engellemeye gerek yok. Ancak uluslararası norm ve yasalara göre suç işlerse bunu yapma gereği duyar. O da halka karşı yürüttüğü savaş ve katliamlardır. Çünkü temel hedefi toplum ve halktır.

Suç işlediğini bildiği için basını bu kadar engelliyor, bunun için bu kadar psikolojik savaş yürütüyor. Bütün çabaları suçlarının açığa çıkmamasıdır. Zaten bu katliamları yapanlar yargılanmayacaklar diye kanun çıkardılar. Milletvekillerinin dokunulmazlıkları kalktı, ama özel savaş çetelerinin, Kürt halkını katleden güçlerin hakkında dokunulmazlık getirildi. “İstediğiniz kadar Kürt, demokrat ve devrimci katledebilirsiniz. Bunun için yargılanmayacaksınız” denildi. Bütün bunlar için güvence verdiler.

Saldırı bu temeldir. Bu saldırı, varlığını Kürdün yokluğu üzerine ayakta tutmaya çalışan faşist iktidarın ve diktatörün saldırılarıdır. Erdoğan öyle bir noktaya geldi ki, kendisini yaşatmak için Kürtlerin yok edilmesini öngörüyor. Dehak böyleymiş. Tarih canlanabiliyor. Mesela Dehak canlanıyor. Dehak’ın ne olduğunu, kırda ve kentlerde Kürt gençlerinin kanını içen Erdoğan’a anlıyoruz.

 

Bu süreçte tutuklanan Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı’nın hazırladığı rapor basına yansıdı. Fincancı, Cizre’de araştırmalar yapıyor ve örneğin “Bosna’dan daha vahim bir görüntü” tespiti yapıyor. İkincisi, yakılan insanlardan birinin kemik yapısını inceliyor “en fazla 12 yaşında bir çocuktur” diyor. Kendisinin bir adli tıp uzmanı olduğunu düşündüğümüzde, bu araştırma ve açıklamaları yaparken tutuklanması ne anlama geliyor?

Zaten Erdoğan açıkladı ve “bunun hesabını verir” dedi. Fincancı, mahkemeler tarafından tutuklanmadı. Erdoğan’ın kararı temelinde tutuklandı. Fincancı’yı suçlu ilan eden Erodoğan’dır. Hesabını verir, diyen Erdoğan’dı. Şimdi hesabını soran da Erdoğan’dır herhalde.

Ortada yasa-hukuk, yargı, yürütme yoktur. Tek adam diktatörlüğü var. Çünkü Erdoğan herkesten korkuyor. Zaten en son itiraf da etti. ABD ve AB’yi uyardı, “benden kurtulmak istiyorsunuz” dedi. Öyle bir histeriye kapılmış. “Bu dünya benden kurtulmak istiyor, benim ile siyaset yapmak istemiyor” diyor. Zaten nereye gitse kimse görüşmek istemiyor. Çünkü iktidardan düşmek istemiyor. İktidarı için her türlü savaşı yürütüyor.

Türkiye toplumuna bir kere daha şunu söylemek istiyorum: Bu savaş Erdoğan’ın savaşıdır. Bu savaş sarayın savaşıdır. Erdoğan’ı iktidarda tutmak için yapılıyor, Erdoğan da iktidardan düşerse kendinden hesap sorulacağından korkuyor. Çünkü insanlık suçu işledi, yolsuzluk yaptı, bu kadar yoksunluğa yol açtı. “Benden hesap sorulur, çalıp çırptıkların elimden alınır, canımda elimden gider” kaygısıyla hareket ediyor.  

“Herkes yok olsun, ben var olayım!” diyor. Onun için Türkiye’nin imkanlarını herkese pazarlıyor. Her yere yalvarıyor. Rusya’ya, İran’a, İsrail’e, Esad’a, Avrupa’ya, Amerika’ya yalvarıyor... “Bu Kürtlerde ne buluyorsunuz! Benimle ittifak kurun size her şeyi vereyim. Türkiye’nin bütün imkanlarını peşkeş çekeyim. Yeter ki, beni Türkiye’de yönetim olarak kabul edin” diyor.

Kimse yanlış hesap yapmamalıdır. Tayyip Erdoğan’ın sonu geliyor. Tayyip Erdoğan yönetimi bitiyor. Tayyip Erdoğan o kadar toplantıyı güçlü olduğu için yapmıyor. Kimse Erdoğan’ın görüşleri doğrultusunda iş yapmak istemediği için, devlet adına zorlamak için yapıyor. Muhtarı, basını, ekonomisti, kadını, özel savaşçıyı herkesi zorluyor.

Erdoğan çok zor durumda. Herkes de hesabını doğru yapsın. Tayyip Erdoğan üzerine yatırım yapanlar kaybedecekler, hem de çok yakında! Tayyip Erdoğan’a tüm dünya karşıdır ve İran’la İsrail de dost olmaz. Erdoğan kaybediyor, kaybeden ata oynamasınlar. Yoksa kendileri de kaybederler.

Erdoğan’dan siyasi ve ekonomik çıkar sağlamak isteyenler bilsinler ki, deniz bitti! Artık hesap verme zamanıdır. Kim Erdoğan’a ortak olursa hesap verecektir.

 

Tüm baskı politikalarına rağmen Erdoğan ve AKP’ye karşı çıkışlar da az değil. Son olarak Türkiye’de liseliler hareke geçti ve AKP’nin eğitimi de içine alan gerici politikalarına karşı durdu. AKP’nin bu eylemlerden bu kadar rahatsız olmasını neye bağlıyorsunuz ve bu eylemleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Tayyip Erdoğan’ın talimatlarını gönüllü yapanlar çok azdır. Bir kısmını menfaat karşılığı satın alarak yaptırmaktadır, bir kısmını da zorla, tehditle yaptırmaktadır. 24 saat hiçbir açık bırakmamak üzere çalışıyor; çılgına dönmüş. Erdoğan’ın yüzüne, göz çukurlarına bakıldığında bile görülecektir ki, artık uyuyamıyor. Bir korku ve telaş içerisinde. Bu da düşme-yıkılma telaşıdır. Çünkü dostu kalmamıştır.

Küçük bir gedik açılırsa büyür diye korkmaktadır. Gezi düşmanlığı da oradan ileri geliyor. Gezi kabusları olmuş. Ağzını açtı mı, “Yeni Gezi yaratmak istiyorlar... Geziciler böyleydi...” diyor.

Bir gazeteci haber yapıyor, kıyamet kopuyor. Ki o kadar lisede birden ortak protestoların yapılması büyük bir kuvvettir. Ben o eylemi çok önemli görüyorum. Liseli gençler bu kadar uyanmışlarsa, üniversitelilere yazıklar olsun! O liseli gençliğe başarılar diliyorum. Çok önemli bir tutum gösterdiler. Toplum daha çocuk diye sayıyor ama Türkiye toplumunun nabzını tuttular. Erdoğan yönetiminin Türkiye’yi nasıl bir felaketin içine sokmuş olduğunu gördüler ve buradan çıkışa onlar öncülük yaptılar. Halbuki bunu üniversite gençliği yapmalıydı. Görev ve sorumluluk onların omuzlarındaydı. Şimdi eskisi gibi az da değil, yüzbinlerce üniversiteli genç var. Nerede kaldı 1970’lerin Fikir Kulüpleri Fedarsyonu, DEV-GENÇ’leri, ADYÖD’leri... Bunlar hep yüksek öğrenim gençliğiydi.

 

Tüm gençlik açısından böylesi bir dönem görev alma zamanı değil mi?

Evet. Büyük sorumluluk onlardadır. Lise gençliğinin gerçeği görmesi Erdoğan’ı korkulara gark etti. “Oradan bir gedik çıkar, büyür ve yıkılırım” korkusu içerisindedir. Bir kişi sadece Erdoğan’ın sözlerini ve davranışını desteklemeyen bir söz mü söylüyor, hemen cevap veriyor. Onu mutlaka sindirmek istiyor. Çünkü oradan gedik açılabilir.

Gerillacılıkta şu vardır: Bir keçinin geçtiği yerden bir gerilla geçer. Bir gerillanın geçtiği yerden ise bir gerilla ordusu geçer. Şimdi ufak bir gedik olursa, örneğin liseli gençler yürürse, arkasından üniversiteli gençlik, bütün emekçiler, kadınlar yürür ve isyan çıkar diye korkmaktalar. Tayyip Erdoğan’ın bütün korkusu kendisine karşı bir isyanın çıkacağı korkusudur. Çünkü yaptıkları isyanın bütün zeminini yarattı. Bu kadar baskı, sindirme, kan, katliam...

Kendisi açıklıyor: Bu kış boyu Cizre ve Sur’da insanları öldürmek için 600’den fazla genç (asker-polis) öldürmüş. Bir de bu kendi bilançosudur. HPG Merkez Karargahın bilançosunda ise bu sayı 2 bin 300’ün üzerindedir.

Geçen yıllar boyunca kırsal alanda aynı zaman dilimi içerisinde yürütülen savaşların tamamından fazla şehirde yürütülen savaşta kayıp vermişlerdir. Bu kadar genci parayla satın aldı, kanları üzerinde kendi sarayını kurdu ve yaşatıyor. Bunun toplumda karşılığının büyük bir tepki birikimi olduğunu iyi biliyor.

Erdoğan diktatörlüğüne CHP-MHP bir alternatif değildir. HDP-HDK bir alternatiftir. Böyle olduğu için 7 Haziran seçimleri sonrası büyük korkmuştur. HDP yüzde 13 oy alınca kıyamet kopardı. İlk anda bu seçimi reddetti ve yeni bir seçimi gündeme getirdi.

Şimdi HBDH kurulunca ne kadar korktu! Gördü ki, devrimci demokratik cephede alternatif çıkıyor. CHP-MHP iki koltuk değneğidir. Devlet Bahçeli de artık değnek olamaz hale gelmiş. İkisi çökerse Tayyip’in kendisi de çökecek. Bunlar birlikte çökecek üçlülerdir. Ama bunun dışında Tayyip Erdoğan’ın faşist tek adam diktatörlüğüne karşı oluşmuş bir devrimci-demokratik alternatifi vardır. Demokratik Türkiye-Özgür Kürdistan için mücadele eden bir alternatif ortaya çıkmıştır. Bunun için son gücünü kullanıyor.

Güncel olarak ise bu saldırı ciddidir ve tahrip etmektedir. Yakıp yıkmaktadır. Bazıları alçakça hala “PKK’den dolayı böyle oluyor” diyor. Ne alakası var! Yapanlar ortadadır. Biraz vicdan ve insaf lazım. Dünyanın gözü önünde olanı sivil toplum örgütleri daha çok belgelemeliler. Tayyip Erdoğan’ın emriyle Kürt kent ve kasabalarında nelerin yapıldığını herkes belgelemelidir.

Stratejik olarak Erdoğan diktatörlüğünün sonu geliyor ve yıkılacak. Ama yıkılmamak için de tüm gücüyle saldırmaktadır. Buna karşı da direnmek gerekir. Bugün Erdoğan’ı yıkılma noktasına getiren de direniş oldu; kentlerdeki özyönetim direnişi oldu.

Bu bakımdan direniş daha da gelişecek ve güçlenecek. Şimdi gerillanın direnişi var ve bu fazla yansıtılmıyor. Önümüzdeki yakın süreçte bu direniş daha da gelişecek. Özsavunma kendini ispat etti. Kır-kent-ova savaşı gelişecek. Serhildan gelişecek. Erdoğan’ın yaptıklarının hesabı misliyle sorulacak. Yakın dönemde direniş yükselecek ve Erdoğan yönetimini yıkacak. Yıkmak için de herkes bu direnişe katılmalıdır. Faşizme karşı durulmaz, seyredilmez, ötekinden beklenmez. Faşizme karşı hiçbir mevzi terkedilmez. Her mevzide sonuna kadar direnilir.

Haziran direniş ayımızdır. Zilan direnişçiliğinin 20. yıldönümündeyiz. Sadece gerilla değil bütün Kürt toplumu fedaileşmiş, herkes Zilanlaşmış durumdadır. Bu dönem direniş çizgimiz Zilan’ca olmalıdır. Bu bakımdan başta kadınlar ve gençler olmak üzere Zilan gerçeğini daha iyi anlamaya, daha çok Zilanlanlaşmaya çağırıyorum. Zilan eylemciliğini; mutlak başarı kazanan, düşmana kahredici darbeyi vuran kahramanlığı esas almaya çağırıyorum.

Özellikle HPG ve YJA-STAR güçlerinin, yine YPS ve YPS-JIN güçlerinin Zilan çizgisinden çıkaracakları önemli dersler var. Zilan tarzı ile savaşmak, düşmanı kahreden bir tarz ve taktik güç haline gelmek gereklidir. Onları da Zilan fedai tarzını başarı getirecek bir şekilde uygulayan bir hale gelmeye ve AKP faşizmini, Erdoğan diktatörlüğünü Zilan direnişiyle yenmeye davet ediyorum.

 

Bir süredir hem KDP, hem de MİT’e yakın bazı çevrelerin yeni bir Rojava karşıtı organizasyona gittiği yönünde bilgiler geliyordu. Son olarak 11-12 Haziran tarihinde Urfa’da bir toplantı oldu. Toplantıya katılanlar arasında ENKS’in de olduğu belirtildi. KDP desteğini açıkladı. Bu toplantıyı TEV-DEM de teyit etti ve konuya ilişkin açıklamasında “Rojava düşmanlığı üzerinden provokatif ve rezilce bir girişim” dedi ve kınadı. Siz bu toplantıyı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bir defa Rojava’daki sorunların, MİT eliyle Antep’de, Urfa’da yapılması bir şeyi kanıtlıyor: DAİŞ ile ortaklığı. Bunları DAİŞ yaptı. Buralarda örgütlenip çalışan El Nusra, El Kaide ve DAİŞ’ti. Şimdi oralarda çalışmak El Kaide ve DAİŞ ile ortaklık yapmak anlamına geliyor. Bir tür suçüstü yakalanma durumudur. Bunun içinde yer alan Kürtleri nasıl Kürt olarak tanımlayacağız!

İki de bir “Rojava devrimi rejim ile işbirliği halinde” diyorlar. Kimin rejim ile işbirliği halinde olduğu açığa çıktı. AKP’nin rejim ile işbirliği çıktı. Bu güçler fırsatını bulduklarında ellerini KDP’ye de atacaklardır. Ben bu belirtilenleri ihtimal olarak değerlendiriyorum. Onun için buradan KDP’yi de uyarıyorum: Eğer ENSK ve KDP böyle bir şey içinde yer alıyorlarsa, tehlikeli olur. Bu bakımdan herkes bundan uzak durmalı.

Bu gerçekliği de bütün Kürt toplumu görmeli; tarihi bir imkân ve fırsat oluştu. Kürdistan’ın Rojava, Başûr ve Bakûr parçalarında birlikte bir çözümü ortaya çıkarma ve geliştirme fırsatı var. Şimdi bazı maddi çıkarlar için, savaş ortamından para kazanıp vurgun yapmak için, bu kadar imkân ve fırsatı heba eden, Kürtlerin birlik ve ittifak fırsatlarını heba eden bir tutum içerisine giriyorlar. Tarihi olarak çok kötü bir durumdur. İşbirlikçilik ile izah edilebilecek bir durum değildir. Bunun hesabını vermek çok zor olur.

 

TEV-DEM toplantıyı “Rojava düşmanlığı” olarak tanımlıyor...

Evet, bu Erdoğan’ın çizgisidir. Bunlar Erdoğan’ın askerleridir. Gever, Sur, Cizre, Nusaybin ve Şırnak’ta Kürtleri katleden çeteler neyse, onu ifade ediyorlar. Bu Erdoğan’ın askeri olmaktır. TEV-DEM’i terör örgütü ilan eden ve Avrupa’ya ilan ettirmeye çalışan kimdir?

 

Bu toplantıya katılanlar arasında Xebat Derik’in katledilmesinde rolü olanların da varlığından bahsedilmesini nasıl değerlendirirsiniz?

Eğer öyleyse değerlendirme yapmaya da gerek yok. Katildirler. Ama bunlara karşı Kürt halkı uyanık olmalı, bütün Kürt örgütleri tutum almalıdırlar. Özellikle Güney’deki KDP yönetiminin bu konularda tutum sahibi olması çok önemlidir. Katillerle hareket etmeyi, DAİŞ ve El Kaide’nin uzantısı olmayı doğru buluyor mu? Bu konularda tutumunu netleştirebilmeli.

Birlik ve ulusal kongreden dem vuruyorlar. Biz KDP ve diğer Kürt örgütlerinin hepsine çağrı yaptık. Bu konuda ısrarlıyız: “Gelin ulusal kongre temelinde, bütün imkan ve fırsatları birlikte değerlendirelim. Bütün ırkçı, faşist Kürt düşmanlarına karşı, Kürt demokrasisini geliştirerek karşı duralım. Kürt sorununu kendi aramızda Kürdistan’da çözelim ve Kürdistan çözümünü bütün Ortadoğu’ya dayatalım. Bu Kürtleri 21. yüzyılın öncü gücü haline getirir, Kürtlerin varlığı ve özgürlüğünü garantiler; Ortadoğu’yu demokratikleştirir dedik. Şimdi bunun imkân ve fırsatları var. Bu birliği yaratalım diye bu kadar çaba harcıyoruz. Bütün Kürt örgütleri bu gerçekliği görmelidir.

 

Minbic operasyonu da başarıyla devam ediyor. Bir hafta 10 gün içerisinde Minbic’ın tamamen kurtulacağı yönünde bilgiler geliyor. Bundan sonra Rojava ve Suriye özgürlük güçleri yönünü nereye çevirmeli ya da ne yapmalıdır?

Ben tekrardan Demokratik Suriye Kuvvetleri’ni başarılarından dolayı kutluyorum. Bu yönlü bir iki uyarı yapabilirim. El Kaide ve DAİŞ ciddi bir biçimde Türkiye’den destek görüyor. O saha sadece askeri olarak değil, siyasi ve toplumsal olarak da karışık bir bölgedir. Orada her türlü tehlike olabilir. O bakımdan YPG de QSD de her zamankinden daha fazla dikkatli olmalıdır.

Attıkları adım doğrudur ve bunu mutlaka gerçekleştirmelidirler. O mayın tarlasını temizlemek gerekiyor. DAİŞ ve El Kaide faşizminin o sahada tehlikeli olmasına fırsat vermemek gerekiyor. Bu, demokratik Suriye ve özgür Kürdistan için gereklidir. Ortadoğu’da istikrar kurmak isteyen bütün güçler için gereklidir. ABD, Avrupa ve DAİŞ’e karşı savaşan diğer güçler için de burası çok önemlidir.

Kuzey Suriye hareketi yürütülüyor. QSD Kuzey Suriye federasyonu temelinde hareket ediyor. Minbic operasyonu bunun bir parçasıdır. Efrin’e kadar bütün Kuzey Halep’e yayılmak durumundadır. Önemli merkezlerden birisi Halep’tir.

QSD’nin Efrin hattından Kuzey Halep’i alması ve Rakka’ya kadar uzanması önemlidir. Bu şekilde demokratik bir Kuzey Suriye sahası ortaya çıkarılır. Bunun koşulları ne kadardır ve ne kadar gerçekleşir, bilemiyorum. Ama önemli olduğunu belirtebilirim.

Böyle bir gelişmeyi yaratmak, ırkçı ve ulus devletçi Suriye’yi yeniden diriltmek isteyenlere; El Kaide ve DAİŞ faşizmini Suriye’de egemen kılmak isteyenler için en iyi ders olur. Böyle bir adım ile Demokratik Suriye garantilenir. Şuan Minbic’in özgürleştirilmesi, Kuzey Suriye Demokratik Birliğinin yaratılması için çok önemlidir. Mutlaka onu başarmalılar. Suriye’de faşizme karşı demokrasi mücadelesi veren herkes de bunu desteklemelidir.

Rojava Kürtleri, Suriye’de yaşayan bütün halklar ve demokratik güçleri kendi mücadele ve güçleri ile kazanacaklardır. Özgüçlerine güvenmelidirler. Başarılı olacaklarına inanıyorum ve başarı dileklerimi bir kere daha ifade ediyorum.

ANF

Bu haber 642 kere okundu
  • Bu haberi paylaşın:
UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik ve tamamı büyük harfle yazılan yorumlar onaylanmamaktadır.
Kategorisindeki Diğer Haberler
Dersim İnşa Kongresi (DİK) dahil Avrupa'daki 8 sivil toplum kurumları, ..