Halk dilinde, ‘’Arkadaşı karga olanın burnu bokta olur’’ bir öz deyim var. ‘’Mülkün temeli olan Adalet,’’ Soykırım, Katliam, Talan, Hırsızlık ve soygunun da yetki belgesi demektir.
İnsan hakları, Özgürlük, Demokrasi ve insan onurunu koruma temeli üzerine değil de, mülkiyeti korumanın temeli üzerine kurulan Türk Adalet sisteminden Adalet beklenebilir mi?
Sayın Demirtaş ve Yüksekdağ, ceza evindeyken tekrar tutuklandılar!? Ankara Cumhuriyet savcısı sayın Demirtaş hakkında devleti yıkmaktan, adam öldürmeye kadar bir sürü uyduruk ‘Suç’ unsuru sıralamış. Oysa aynı savcı daha önce sayın Demirtaş hakkında tutulan Dosyayı yetkisizlik kararıyla Diyarbakır’a havale etmişti.
Peki takipsizlik kararı veren bu savcıyı harekete geçiren ne? AYM’nin sayın Demirtaş hakkında verdiği berat kararı sonrası RE, ‘’Öyle kolay kurtulamayacak, çaresine bakılacak’’ tarzında ‘Adalet’ sistemine verdiği emir sonucu, savcı verilen emrin gereklerini yerine getirmek için devreye girdi.
Oyasa uyduruk Türk Anayasasının 138. Maddesinin ikinci paragrafı şöyle diyor: “Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez, genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz”.
Anayasanın bu hükmü savcıyı ilgilendirmiyor, onu ilgilendiren tek şey sarayın emrini en hızlı şekilde yerine getirmek.
Tek Adam rejimi döneminde serseri bir kurşuna dönüşen Türk adaleti, tek adamın direktifi sonucu suç üretme merkezine dönüştü. Önce suç üretiyor, sonra suç faili olarak saptadıklarını biçip geçiyor. Bu serseri saldırının ana hedefi ise, bütün dönemlerde olduğu gibi, yine Kürtler.
Tek adam rejiminin satın aldığı Medya, ’Sanatçı,’ ‘Entelektüel,’ ‘Akademisyen,’ v.b. rejimin propaganda araçları ise, bu faşist uygulamayı güzelleştirerek toplumu uyuşturuyor, yaşayan ölülülere (Zombi) dönüştürüyor. Karşımıza çıkan ‘doğal’ sonuç, yaratılan Zombi toplumun, Sistemin bütün icraatlarını sorgusuz şekilde kabullenmesi.
3 hafta önce Kulp’ta yere yerleştirilen bombanın patlamasının suç failini saptamak, satılmış Medyanın gösterdiği hedef doğrultusunda, çok kolay oldu. Artık PKK ‘ye de gerek yok fail HDP... Topluma HDP düşmanlığı öyle zerk edilmiş ki, bombanın patladığı alanın Jandarmanın kontrolünde arama, tarama noktası olduğu dahi kimsenin umurunda değil!
Gençleri dağa göndermekle suçlanan HDP binası 24 saat Devletin MİT’i, Polisi, Jandarması ve bilinmeyen diğer gizli güçleri tarafından aralıksız gözetlendiği de kimsenin umurunda değil!
Çocuklarının HDP tarafından dağa gönderildiğini iddia eden Annelere servis edilen tek bilgi, “Son olarak buraya(HDP) girerken görülmüş” tarzındaki maniple Bilgi. Anneler, Aileler ya iftiraya
dayanan bu bilgiye inanarak, yada devletin verdiği görevi kabullenerek bu kirli oyuna alet oluyorlar. Devlet, Bakanından güvenlik güçlerine kadar bütün gücünü seferber ederek bu eylemi destekliyor, eyleme giren annelere Polis yemek servisi, İçişler Bakanı Soylu ve bazı satılık sanatçılar ise aralıksız ’Moral’ ziyaretleri düzenledi; ama bu durumu sorgulayanda yok!
Mesela Çözüm Süreci’ni bitirip askerî operasyonları devreye sokmak için, 22.07.2015’te Urfa Ceylanpınar’da evlerinde öldürülen 2 polisin kim tarafından niçin öldürüldüğü de kimsenin umurunda değil.
Bu sebeple tutuklanan 9 sanığın tümü, parmak izleri uyuşmazlığından beraat edildiği, evde bulunan Parmak izleri, o eve hiç gitmediğini söyleyen, polislerin B. adlı eski ev arkadaşına ait olduğu, buna ilişkin raporun ise ancak iki yıl sonra dosyaya eklendiği de kimsenin umurunda değil.
HDP Hakkâri Milletvekili Leyla Güven, Urfa Valisi’nin kendisine, “O polisler aslında 3 arkadaşlardı. Onlardan bir tanesinin diğer ikisiyle aralarında bir husumet yaşanmış ve o 2 polisi öldürüp gitmiş. Dolayısıyla bu olay siyasi değil, adli bir olay” dediğini basın yoluyla kamuoyuna açıkladı, buda kimseyi ilgilendirmiyor.
756 haftadır faili meçhule(Fail belli) kurban giden çocuklarını, akrabalarını anmakta olan Cumartesi Annelerin GS Meydanı’nda sessizce oturmasını ‘’Teröristlere destek veriyorlar’’ tarzı yayınlar yaparak anneleri hedef gösteren TRT ve yandaş medya, HDP önünde oturan ailelerin ’mağduriyetini günbegün dramatik yorum ve görüntülerle servis etmesi de kimsenin umurun da değil.
Başka bir gelişme: Oturma eylemine hak sayan bazı vatandaşlar dengi eylemlerde bulunmaya çalışıyor. Bakın devletin bu vatandaşlara karşı uygulaması ne oluyor:
Mesela AKP Diyarbakır İl Başkanlığı binası önünde “Anneler Barış İstiyor” pankartı açarak oturmak isteyen beyaz tülbentli annelerin eylemi yarım saat dahi sürmeden Annelerden 3’ü gözaltınaalınıyor.
Diyarbakır’daki oturma eyleminde cesaret alarak, Askerî okullardaki çocukları 15 Temmuz darbe girişiminin ardından tutuklanan anneler de, AKP İstanbul İl Binası önünde oturma kararı alıyor. Fakat bu eylem başladığı gibi bitiyor. Polis parti binası önünde oturmanın yasak olduğunu ileri sürerek Anneleri engelliyor. Bunun üzerine anneler binaya yakın bir parka geçip oturma eylemini orda devam etmek istiyor, ama polis orda da oturmalarına izin vermiyor.
Diyarbakır’da mahkemeye baş vurarak AKP binası önünde oturma eylemini yapmak isteyen vatandaşa, ‘’Anayasa aykırı’’ cevabı veriliyor.
KHK’lerle haksız yere görevinden alınan Cemal Yıldırım, AKP Ankara İl Başkanlığı önünde açıklamada bulunmak isteyince polisler tarafından apar topar gözaltına alınıyor.
Fakat İBB’nin torpil gerekçesiyle işten çıkardığı bir grup, CHP İstanbul il binası önünde oturma eylemini başlatmasına, polisin herhangi bir engelleme ile karşılaşmıyor.
Adaleti sağlayan toplumun vicdanıdır. Toplumun hakka, hukuka, demokrasi ve özgürlüklere karşı olan hassasiyetidir! Eğer toplum bu meziyetlerden yoksun ise, Adalet denen mekanizma insan öğütme değirmenine dönüşür; Türkiye’de olduğu gibi.
Adalet mekanizmasını faşizmin kıyım aracı olmasını engelleyen öncü güç Demokrat, Sosyal demokrat, Liberal, bir bütün toplumun aydını ve entelektüelidir. Aydını, demokratı, sosyal demokratı, liberali, entelektüeli ve sanatçısı korkak olan toplumlar, bu öncü güçleri tarafından faşizmin ve gericiliğin zulmüne teslim edilmiş demektir.
Türkiye toplumunun ezici çoğunluğu ne kadar yaşayan ölü ise, Türk Aydın, Demokrat, Liberal ve entelektüellerinin ezici çoğunluğu korkak ve devlete teslim olmuş iktidar sevicileridir.
Kürtler her dönem devletin zulmü ile baş başa bırakıldı. Türk aydını ve demokratının Kürtlere yaklaşımı dahi sorunlu. Fakat Kürtler bütün tarihi dönemlerde uçurumun başında olan Türk halkına el uzatmış, kendi önceliklerini onun kurtuluşuna feda etmiştir.
’’Seni Başkan yapmayacağız’’ sloganının HDP’ye ve Kürt halkına maliyeti ortada. Barış Masasının devrilmesi, HDP’nin 10 bine varan üye, seçilmiş ve eş Başkanlarının esareti bu faturanın bedeli. Bütün bu yaralar taze iken İstanbul ve Ankara belediye seçimlerini kaybettirmenin de tabii ki bir bedeli olacaktı.
Kürtler bir bütün kurumlarıyla devletin saldırı hedefi. Bu yeni de değil ve sadece AKP’nin tasarrufları sonucu yaşanan bir durum da değil. En azında yüzyıldan (Cumhuriyet dönemi kadrolarının Kürtlere karşı geliştirdiği ilk soykırım denemesi olan Koçgiriyi baz alırsak) beri bu böyle. Devlet, Kürtlere karşı geliştireceği her katliam ve soykırım politikaları için, önceden bir alt yapı hazırladığı bilinir.
Şimdi HDP il Binası önünde başlatılan ve süren eylem 2014’de tezgahlanandan farksız.
Peki 2014’de ne olmuştu?
2014’te Diyarbakır’da Barış ve Demokrasi Partisi’nin (BDP) Diyarbakır il binasına saldırı olmuş, bazı partililer yaralanmıştı. Gerekçe ise, ayarlanan 11 ailenin, ’’çocuklarımız BDP tarafından dağa gönderildi’’ iddiası olmuştu. Bu günün iddiasının tek farkı, HDP il örgütü yöneticilerinin hedef alınması.
Bunun üzerine dönemin Başsavcısı Ramazan Solmaz açıklama yapmıştı: "Çocukları Lice’ye götürenler ve alıkoyanlar hakkında 2014/16234 numarasıyla açılan soruşturma devam etmekte olup, safahatı ve sonucu hakkında kamuoyuna bilgi verilecektir."
Söz konusu soruşturma, "Soyut olan iddiaların, her türlü şüpheden uzak olması" nedeniyle takipsizlikle sonuçlanıştı. Başlatıldığı söylenen kurgu soruşturmanın sonucu da bugüne kadar kamuoyuna yansımadı. İlginç olan ne çocuklarını arayan Anneler, nede başka birileri soruşturmanın sonucu hakkında bilgi edinme hakkını kullanmadı.
Rejim, HDP’yi kapatmak istiyor, ’’Kürtlere hiç bir alanda yaşam hakkı tanımam’’ diyor. Muhalefetin hastalıklı hali sadece Kürtleri faşizmin amansız ırkçı uygulamalarıyla karşı karşıya bırakmakla kalmıyor, aynı zamanda faşist Rejimi alternatifsiz de kılıyor.
Kürtler Kürdistan’ın Kuzeyinde amansız faşist bir kuşatmanın altında. Görünen o ki, bu kuşatmayı dağıtmak, ne Adalet mekanizmalarını kullanma yoluyla, nede Kürtlerin beraber yaşadığı coğrafyanın toplumu ve demokrasi güçleri ile başarması mümkün değil. Zira gerek bölge toplumu, gerekse demokrasi güçleri, Kürtleri sadece sıkışmışlıklarının yardımcı gücü olarak görüyor.
Kürtler Bölgedeki faşist kuşatmayı yıkacak ve bölge halklarına da özgürlük ve demokrasi getirecek tek güçtür. Fakat bu muazzam dinamik enerjisinin de hayati bir eksiği var. Kürt Ulusal Birliği... Kürtler kendi ulus birliğini yaratamazsa, ulusal birleşik bir irade olarak ortaya çıkmazsa, faşizmin Kürt çemberini kökten dağıtmak mümkün olmayacaktır.
Kazanımlar olacak, açık faşizm yıkılacak fakat Kürtler özgürlüğü ve demokrasiyi istedikleri gibi tadamayacak.
Bugünün acil görevi Kürt ulusal birliğini kurmaktır. Diğer siyasi ve politik saptamalar sadece bu işin teferruattır.
01.10.19