İktidarı ve Erdoğan’ı sinirlendirenlerin başına pek de hayırlı şeyler gelmiyor. Var mı öyle, "barış, kardeşlik, eşitlik, demokrasi" diye sesini yükseltmek? Haddimize mi düşmüş bizim? Bu kavramlar iyi bir şey olsaydı, devletimiz bize kendi söylerdi ve uygulardı. Demek ki söylenmemeli, cızzzzz!!!
Erdoğan o kadar bize "susun" diye parmak sallıyor, "konuşursanız ağzınıza biber sürerim" diyor, "benim bir bildiğim var" demekten sakınmıyor ve hala içimizde anlamayan insanlar var. Anlamadıkça da gözaltına alınıyor, tutuklanıyor, işsiz kalıyor, hedef gösteriliyorlar.
Laf aramızda, ben anlamayanların tarafındayım.
Yapılan bu kadar zulmün karşısında iktidara ve onun başındaki adama, "sen ne yapmaya çalışıyorsun?" demek gerek. "Sen bu kadar zulmü sadece kendi saltanatının devam etmesi için yapıyorsun" diye söylemek gerek. "Senin aslında bildiğin hiçbir şey yok zulümden başka" demekten de asla korkmamak ve itiraz etmek gerek.
AKP devleti savaş ısrarını sürdürerek, her geçen gün suç işliyor ve biz anlamayanlar da her seferinde onları suçüstü yakalıyoruz.
Türkiye devleti bugün kendi hukukunu dikkate almadığı gibi her geçen gün hukuk dışına çıkıyor. Uluslararası sözleşmeler rafa kaldırılmış durumda. Kürdistan’da devam ettirdikleri savaşla beraber halka karşı her türlü silah kullanarak, her türlü öldürme biçimini uygulayarak vahşet yaşatıyorlar. Suçlarını ne kadar saklamak veya meşrulaştırmak isterlerse istesinler her şey ayan beyan ortada.
Erdoğan ve AKP savaşa yükleniyor yüklenebileceği kadar. Savaş ısrarlarını daha ne kadar sürdürebilirler, muamma. Elbet hiçbir savaş ilelebet sürmez. Dolmabahçe mutabakatının ret edilmesi, 7 Haziran seçimlerinde HDP’nin yükselişi, Suriye’deki dengeler AKP’nin itibarının her gün geçen gün zayıflamasına neden oldu ve savaşı bir tercih olarak Erdoğan’ın önüne koydu.
Fakat bu toplum Kürt meselesinin şiddetle çözülmeyeceğini 40 yıldır görüyor, belli ki bugünkü devlet çözümsüzlükte ısrarlı.
Özellikle Türkiye’nin batısında yaşayan insanların muhakeme yeteneklerini gittikçe kaybettiklerini düşünüyorum. Daha düne kadar toplumun neredeyse yüzde yetmişi çözümden, eşitlikten yanaydı. Bugün ne değişti? Elbet medyanın, hükümetin, Erdoğan’ın, Davutoğlu’nun ve onların etrafında bir araya gelen tecavüzcü Ensarcıların etkisi büyük olmuş olabilir.
Bunun yanı sıra 1 Kasım seçimleri sonrası özellikle üniversitelerin, sokağın, sivil toplum örgütlerinin, medyanın kriminalize edilmesi de etkilemiş olabilir.
Her ne etkilemiş olursa olsun, bugün Kürdistan’da savaş psikolojik harp olarak devam ediyor. Bunu göremeyecek kadar kör, sağır, dilsiz olamaz kimse.
Acil rasyonel tercih yapacak topluma ihtiyaç var. Kürt tarafı ısrarla "çözüm" derken, Erdoğan karşılığında "seferberlik" diyor. Bu iki söylem arasında ayrım yapabilecek bir toplumsal algının bir an önce yaratılması gerekiyor.
Barış, demokrasi ve eşitlik içerisinde yaşayacağımız toplumsal birlikteliğe her zamankinden çok daha fazla ihtiyacımız var. Toplumun çoğunluğunun yaşamış olduğu bu stres, mutsuzluk, huzursuzluk, gerginlik ve en önemlisi ayrışma durumundan bir an önce sıyrılıp, elimizden alınmak istenen birlikte yaşama koşullarını yaratmak gerekiyor.
Savaşta ısrar eden muktedirleri anlamamakta ısrarcı olup, barış talebimizi daha gür sesle haykırmamız gerekiyor.