‘’ ABD’nin yeni Başkanı Donald Trump, ilk yurtdışı ziyaretini gerçekleştirdiği Suudi Arabistan’a silah satışı için 110 milyar dolarlık anlaşma yaptı.’’
Ziyareti konu alan Gazetelerin başlıkları.
Bu sorunun cevabını, birincisi, İslam dünyası olarak tabir edilen alemin farklı mezhep çatışmalarının tarihsel gelişiminde aramak lazım.
İkincisi, İsrail’in hem inanç, hem de devlet olarak Orta Doğu da karşı karşıya olduğu sorunlarda arakam lazım.
Suudiler, Türkiye, Katar ve geri kalan diğer Suni İslam dünyası için İran, Suriye, bugün ki Irak yönetimi ortadan kaldırılması gereken, İslam’a aykırı, İslam’ın düşük ‘doğumu’ olarak görülürler.
Bu çevrelere karşı savaş, bunların ortadan kaldırılması, aynı zamanda İslam’ın bir gereğidir. Bu savaşta kendilerine yardımcı olabilecek her imkanı, bu Hıristiyan da olsa, kullanmayı Tanrının kendilerine bir lütfu olarak görürler.
İsrail için İran, Filistin’in Şii kesimi, Suriye, bugün ki Irak , parmağa batmış, sürekli rahatsızlık veren dikene benzer.
Suni İslam ve İsrail’in ortak noktası, Suni İslam’ın Şii karşıtlığı, İsrail’in ise, Şiilerle toprak sorunu ve devlet olarak siyasi legitimasyon meselesi.
ABD için ise, Sovyet kuşatmasına karşı oluşturduğu(Daha çok Şii İslam çevrelerinden oluşan), daha sonra kendisine yönelen ‘’Yeşil Kuşak’’ ile hesaplaşması yanında, ‘’BOD(Büyük Orta Doğu) projesine engel olanların bertaraf edilmesi meselesi hala aktüel.
Anlaşılan Ortadoğu savaşında hedefler, partner ve karşıtlar yeniden düzenlenecek. Bu yeni düzenleme, daha geniş savaş sahaları ve daha potansiyel savaş cepheleri esasına göre olacaktır.
İsrail için Orta Doğu sorunu içindeki payında her ne kadar dini açıdan İslam bir yer alsada, esas olarak İslam’ın içinde de kendileri için birinci derecede ortadan kaldırılması gereken çevreler var. Bu çevreler şöyle sıralanabilir
Suudiler, Mısır, Katar, sorunları olsa da Türkiye, İsrail için beraber hareket edile bilinecek partnerlerdir. İran, Suriye, Filistin, Irak ‘tehlike’ arz eden düşmanlardır.
Trump ve Erdoğan öncülüğünde oluşturulması planlanan ‘yeni’ Orta Doğu savaş konseptinin şematiği, hem Suni İslam’ı, ama hem de İsrail’i motive etmeye yetiyor. Hedef, ortak düşmandan kurtulmak!
IŞİD’in bertaraf edilmesiyle beraber uygulanılması planlanan bu senaryonun ilk ip uçlarını, Erdoğan Trump görüşmesi sonrasından, Trump’ın sözcülerinin, Erdoğan’ın kendisinin, basına yansıyan değerlendirmelerinden çıkarmak mümkün.
Trump’ın Avrupa ve Avrasya ilişkilerinden Sorumlu Müsteşar yardımcısı Jonathan Cohen’in bugün Basına düşen açıklaması, yeni partner kümelenmesinin işaretlerini veriyor. Buna göre Kürdler ve Demokratik Suriye Güçleri devre dışı. Açıklama şöyle:
‘’ABD’den PYD açıklaması: İster gönüllü ister başka şekilde oradan çıkarılacak’’
‘’ABD Dışişleri Bakanlığı’nda Avrupa ve Avrasya İşlerinden Sorumlu Müsteşar Yardımcısı Cohen, Washington’da faaliyet gösteren düşünce kuruluşu Ortadoğu Enstitüsünde düzenlenen “ABD-Türkiye İlişkilerindeki Gerilimler” başlıklı panele katılarak ABD ile PYD arasındaki ilişkiler hakkında değerlendirmelerde bulundu. Jonathan Cohen, “Savaş ortamının getirdiği şartlardan dolayı YPG ile bir ilişkimiz var. Çünkü Suriye’deki Suriye Demokratik Güçleri (SDG), Rakka’nın (IŞİD’ten) geri alınmasında önemli bir role sahip. YPG ile ilişkimiz geçici ve taktikseldir.”
Çok alçakça, her tür diplomatik ve siyasi nezaketten uzak, Kürdleri direkt hedef alarak yapılan bu açıklama, Kürdlere açık bir hakarettir.
Bu alçak cesaretin arkasında duran sebep birinci derecede Kürdlerin darmadağınıklığı olurken, egemen güçler açısında ise, birinci paylaşım savaşında olduğu gibi, Kürd kavramı ve Kürdlerle olan ‘’İlişki,’’ sadece Kürdleri masada ‘’Koz’ olarak kullanmaya ihtiyaç duymalarıdır.
Bu alçak oyunu bozmanın anahtarı Kürdlerin elindedir. Orta Doğunun muazam bir gücü haline gelen Kürdler, ulusal birliğini yaratmadıkları müdetçe masada ‘Koz’ olmaktan kurtulamayacaklardır.
Kürdler birinci planda ulusal birliğini yaratmalı; bunun bedeli ne olursa olsun! Ve buna eş zamanlı olarak da ‘’Devlet istemiyoruz’’ nakaratını bozup bir ulusun doğal hakkı olan bütün haklarının listesini hem egemenlerin, hem de onların uşağı bölgesel güçlerin gözüne sokmalarının tam zamanı.
Dünya bir üçüncü Dünya savaşını an itibarıyla yaşıyor. Ulus olarak bütün hakları gasp edilmiş Kürdlerin kendi doğal haklarını istemeleri kimi ne kadar kızdıracağı, kimi ne kadar gücendireceği o kadar önemli değil.
Dünya yeniden paylaşılıyor. Bu bölüşmede her kes kendi payına düşeni garantilemenin hesapları peşinde. Egemenler ve bölgesel güçler başakalarının hak gaspı üzerinde hesap yapmaktan çekinmezken, Kürdlerin kendisinden alınan doğal haklarını isteme konusundaki çekimserliği niye?
Bir dizi Bilim İnsanı, düşünce kuruluşu ve tarafsız Akademik Kurumlar son zamanlarda, dünya İnsanlığının bir üçüncü Dünya savaşının eşiğinde olunduğundan bahis ederler.
Şu anda zaten bir Dünya savaşı fiilen sürüyor. Bu savaşı kendi öncelerinden ayıran, bu büyük Devletlerin bu savaşta direk değil de, kullandığı aracılar vasıtasıyla işin içinde olmaları. Bir nevi vesayet savaşı yürütülüyor. Anlaşılan o ki, bu yeni konseptle buna son verilerek, aktörlerin işbirliğine dayanan bir savaş stratejisi oluşturulacak.
Bu konseptin kayıp edenleri başta kürdler olacak, şayet ulusal birliğini oluşturup, ulusal hak talepleriyle Dünya siyaset ve savaş siyaseti gündemine kendilerini dayatmazlarsa!