Bütün savaşlara toplumsal karakter kazandıran medyadır. Hitler, Musolini, Franko, Mustafa Kemal, Stalin ve ötekilerin ırkçı ve soykırımcı savaşlarını, toplumsal ve uluslararası desteğe medya kavuşturmuştur.
Marcel Gauchet medya için ‘iktidar-ötesi'( méta-pouvoir ) diyor. Demokrasinin kesintisizliğinin güçlendirilmesi fikrini takip edersek, medyanın bu süreç içerisinde önemli bir rol oynayacağını söylemek doğrudur. Fakat medyanın bir nevi ‘karşı-iktidar’ (contre-pouvoir ) olarak görüldüğü zamanlar geçti artık. Belki, düşünür Marcel Gauchet medyaya, mütemadiyen politika faaliyetlerini şartlandırdığı, alt ve üst yapılarını oluşturduğu için ‘iktidar-ötesi'( méta-pouvoir ) diyordu. Oysa günümüzde medya, iktidarı, gözlemleyip, kontrol edip, eleştirip izah edeceğine, iktidarla içli dışlı bir şebeke, bir kurum haline gelmiştir. Dolayısıyla bu medyadan topluma ulaşan, ulaştırılan haber, bilgi v.b., bu ekonomik modelin metaları olduğunu da unutmamak gerekiyor.
İnsan hakları esaslı demokrasinin, birkaç ayrılma prensibine dayandığı oranda daha iyi geliştiğini, demokrasisi gelişmiş ülkelerdeki uygulamalardan biliyoruz. Bundan ötürü siyasetin ve dinin, karşılıklı olarak kendi öznel ideolojik düzenlemelerinden muhafaza edildiği; kamusal ve özel yaşamın birbirlerine karıştırılmadığı ve nihayet, yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerinin ve ilaveten, medya ve finansal kuvvetlerin dengeli bir biçimde birbirlerinden ayrı tutulduğu ülkelerde; göreceli iyi işleyen bir demokrasiden bahis etmek mümkündür.
Fakat günümüzde bütün iktidarlar, medyayı ve gazetecileri, kendilerinin açtığı düşünce şantiyelerinde görevlendirdikleri birer memur gibi kullandıklarını biliyoruz. Demokrasi sistem olarak, demagoji ve safsatanın vatanıdır. Bu nitelikleri başka siyasi rejimlerle de paylaşır. Bu paylaşımı, demokratik olmayan ‘Demokrasilerle’ de yapar!?
Bu günün medyası iktidar hizmetine öyle girmiş ki, çıkarı iktidarla o kadar iç içe geçmiş ki, Sosyal ağları ve medya haber sektörünü demokratikleştirseler, amatör ve profesyonel haberciliği birbiriyle karıştırsalar, hatta sektörü daha çoğul kılsalar dahi, yine de doğruluğu denetlenemeyen, sistem eksenli habercilikten ileri gidemeyen bir kurum olmaktan kurtulamayacaktır. Zira sistemle iç içe geçmişliği çok derin ve tarihidir.
Medya, iktidarın sadece silahı değil, direkt iktidarın önemli bir partneridir. Devletin Kürd mücadelesine karşı yürüttüğü son 30 yıllık haksız soykırım savaşı politikalarına karşı medyanın aldığı tavır, bunun en açık öreğidir. Bu savaş artık medya savaşıdır. Devlet istese de savaştan geri adım atamıyor. Devlet zaman zaman kendisini de medya karşısında ‘tehlikede’ görüyor. Savaş, devlet kadar medyanın da geçimliği haline gelmiştir.
Türk medyasının Saray soytarılığını ve savaş kışkırtıcılığını anlamak için 2011 yıllarına uzanmak gerekir.
2011 yıllında PKK Gerillaları Çukurca da Türk ordu birliklerine karşı etkili bir eylem koymuşlardı.
O eylemden sonra basının hemen hemen tümüne yakını şu başlıkları manşet yapmıştı.
Akşam : Havadan karadan Kuzey Irak, Cumhuriyet : 22 taburla kara harekâtı, Haber Türk : Katiller, Milliyet : Kamplara kuşatma, Radikal : Kuzey Irak’a 5 noktada operasyon, Star : Sonuç alınana kadar, Şok : Gazanız mübarek olsun! Taraf : Yirmi altıncı operasyon, Türkiye : Bu defa bitecek, Vatan :Kuzey Irak’ta amansız takip, Yeni Çağ : Bitirmeden dönmeyin, Yeni Şafak : Harekat başladı netice …, Zaman : Kuzey Irak’a özel harekat… bu ve devamı başlıklar, Türk Medyasının Çukurca eyleminden sonra manşete çıkardığı başlıklar idi. Yorumlar ise daha kan ve intikam kokuyordu. Bazı yorum başlıkları: 7 terörist bakın nereli çıktı? Şehidimin kanı yerde kalmadı Teşekkürler, Demokrasi ve hak talebi C-4 ucuna bağlanamaz, İspanya’dan terör dersleri, ‘’Kürtler de bir ‘One Minute’ bekliyor,’’ ‘’Türkiye’deki tarihi değişime medya ayak uydurabilmeli’’, ‘’CHP terör örgütünü değil AK Parti’yi hedef gösterdi,’’ ‘’Saraybosna’dan teröre lanet,’’ ‘’Biz de bedel öderiz El ele protesto,’’ ‘’Goller şehitlere armağan BDP binasını bastılar’’ ‘’Sözleşmeliler için 17 bin başvuru’’ ‘’32 terörist öldürüldü’’ ‘’85 terörist öldürüldü’’ ‘’Teröristler sıkıştı operasyon sürüyor’’ ‘’Kürtlerin PKK isyanı Ölümlü barış ‘Ben Kürdüm, Türkleri sevmeyecek miyim’’, ‘’İş dünyasından teröre karşı uzun soluklu adım’’…..,
O gün bu savaş kışkırtıcılığının faturası, Türk devletinin Kürt özgürlük gerillalarına karşı kimyasal silah kullanarak, toplu katliama yol açan Kazan vadisi katliamı olmuştu.
Bugün Kürdistan’ın kuzeyinde devletin yürüttüğü fiziki ve siyasi soykırımı meşrulaştıran, Suriye ve Irak’taki Kürd ve demokrasi güçlerine karşı savaş halinde olan devletin, ‘’DAİŞ’e karşı savaş’’ sahtekarlığını toplumu yediren, yine, sarayın emir erlerinden daha aşağı bir konuma düşen, bu Türk medyasıdır!
Bu Medyanın ve böyle bir Medya ettiğinin hakim olduğu bir yerde, tek adam diktatörlüğüne dur demek, Türkiye’de yaşayan tüm halkların özgür ve eşit birlikteliğini sağlamak, zor değil, çok zor! Bu çok zoru ancak çok zor ve sürekliliği olan bir mücadele ile, toplumun her kesiminin içinde yer alacağı, ‘Demokrasi için birlik cephesi’’ ile mümkündür.
Mevcut medyanın büyük bölümü halkların düşmanlaşması, kin ve nefret dolması, birbirini kırması için elinde geleni fazlasıyla yapıyor. Hakim ulus ‘adına,’ devletin borazanlığını yaparak diğer halkların katledilmesini ve inkar edilmesini hakim toplum nezdinde meşrulaştırıyor. Böylece hakim ulusu da devletin katliamcı ve soykırımcı politikalarına ortak ediliyor.
Türk medyası, en Liberal basınıyla dahi, bir savaş medyasıdır. Tek görevi savaş kışkırtıcılığıdır. Reklam alır gibi Devlet’ten savaş haberlerini alıyor. Bu haberlerin yüzde doksan dokuzu uydurma ve yalan. Ama kaç yazar. Aslında Türk medyasını, savaş sucunu işlemekten ötürü, yetkili uluslararası kurumlara şikayet etmek gerekir. Bu savaş aygıtıyla başa çıkmak, başka türlü, mümkün görünmüyor.
Devleti savunan bir Medya toplum çıkarlarını savunamaz! Sarayın denetimine girmeyen, Demokratik bir devlet formundan yana olan bütün medya (Gazete ve TV’ler) ya susturuldu, yada kendilerine oto-sansür uygulamak zorunda bırakılmış durumda.
‘’Tek Adam’’ diktatörlüğüne hayır diyebilecek kitlelere öncülük yapacak bir Medyaya acilen ihtiyaç vardır. ‘’Hayır’’ sadece Erdoğan ve kliği AKP’yi hedef alırsa, esaslı bir demokrasi ve toplumsal dönüşüm zihniyetine yol açmaz.
Erdoğan ve kliği AKP’ye ‘’Hayır’ kampanyası, son iki yıldan beri Erdoğan ve kliği AKP tarafından susturula toplumun, haksızlığa karşı rahatsızlığının bir işareti olması açısından çok önemli.
Fakat bu adım Türkiye’nin 100 yıllık anti-demokratik sistemini hedef almadığı takdirde, ne kadar diktatörlüğün önlenmesi açısında önem taşıyorsa, sistemin demokratikleşmemesi, hak ve özgürlüklerin toplumsal güvence altına alınmaması ve çoğulcu bir toplumun tesis edilmemesi açısından o kadar önemsiz kalacaktır!
Türkiye yeni bir Medya, Basın-Yayın ve yeni bir muhalefet forumu yaratmak zorunda. Bu adımın öncülüğünü, sürgündeki Türkiyeli gazeteciler, Aydınlar, Yazar, Demokrat, Liberaller bir platform birleşerek, yapabilirler.
Mevcut olanla, bir şekilde devletle şöyle veya böyle ilişkili olan bir Medya, Basın-Yayın ve muhalefet ile bu iş yürümez!
28.01.17