Diyarbakır’dan Nusaybin’e doğru yol alıyoruz. Her köşe başı polis, özel harekatçı ve askerler tarafından tutulmuş. Kimlik kontrolleri ve araba aramalarına maruz kalıyoruz. Her birinin suratı kin, nefret, öfke dolu, hepsinin yüzünden tebessüm alınmış. İlk soruları, “nereden geliyorsunuz?” oluyor. Arkasından “ne iş yaparsın, niye geldin? soruları geliyor. Bırakalım seyahat özgürlüğünü kendi vatanınızda bile izinli dolaşıyorsunuz.
Sömürge devlet anlayışının Kürdistan’da neler yaptığına birçok kere tanıklık etmişiz, o yüzden bilmiyor değiliz. 90’lı yılları çok daha fazla aşan bir politika izlendiğini Nusaybin’e girince daha iyi anlıyoruz. Yine aynı özel harekatçıların kafalarına taktıkları Amerikan kovboy modeli şapkaları, siyah güneş gözlükleri ile ilçeye girerken “dağdan geldim ama bağdakini kovarım” edasıyla keyfi tutumlarını da görüyoruz.
Bir yıl önce Nusaybin’de özyönetim ilanları yapıldı, bunun üzerine bir yıl boyunca tankla, tüfekle, obüs toplarıyla, havan toplarıyla bombalandı Nusaybin.
8 defa sokağa çıkma yasağı uygulandı. Şu an 6 mahalleye giriş hala yasak ve mahallelerin etrafı tel örgülerle çevrili.
70’e yakın sivil insan hayatını kaybetti. İnsanlarla birlikte doğa, kültür, tarihi de yok etmek istediler.
Nusaybin’i bilenler veya gidenler bilir. Musa Anter Parkı vardır ve orada 17 yıllık 7 bin ağaç vardı, şu an yok. Yakıp, yıkmışlar.
Nusaybin Belediye Eşbaşkanı Sara Kaya ile görüştüm. Sayın Kaya tutuklandı ve 4 aya yakın cezaevinde kaldı ve şu an görevinden uzaklaştırılmış durumda. Kaya, “Özyönetim, özgür kimliğimiz. Kendimizi ve kentimizi biz yöneteceğiz diyerek seçim kampanyaları yaptık ve bu halk bize oy verdi. Şu an bile çarşı merkezinde seçim sloganlarımızın afişleri duruyor" derken anlıyoruz ki mesele hendek meselesi değil, mesele AKP Hükümetinin savaş arzusudur.
Yine Nusaybin’de avukatlar Gülbin Şahin ve Kamuran Tarhan ile görüştüm. Avukatların anlatımı 12 Eylül’ün, 90’ların ruhunun dolaştığını bir kez daha hatırlattı. Avukatlar birçok gözaltının ve tutuklamanın keyfi olduğunu, gözaltına alınan insanların avukatlarıyla uzun bir süre görüştürülmediğini ve belki de en korkuncu gözaltına alınırken fiziki ve psikolojik işkenceye maruz kaldıklarını anlatıyor.
Yine tanıkların anlatımı, gözaltına alınan son grubun polis kameraları önünde yasal bir şekilde alındıkları hatta polislerin top kek ikram ettikleri ama sonrası yakınlarını görmeye gittiklerinde birçoğunun yüzlerinin tanınmayacak halde olduğu ve vücudundaki birçok kemiğin kırıldığı yönünde.
OHAL’i sorduğumda ise alaylı bir tebessüm beliriyor insanların yüzünde. “Bizler OHAL’e yabancı değiliz. Geçmişten biliriz ve zaten uzun zamandır yaşıyoruz” dediler.
Sokağa çıkma yasakları hala devam ediyor ve saat 21.00’den sonra yasak başlıyor. Hastaneye dahi gidemezsiniz, sadece ambulans çağırıp gidebilirsiniz, eğer ambulans engellenmez de gelirse, şanslısınızdır.
Nusaybin şu an yaralarını sarıyor. Kardeş aile kampanyasını çok önemsiyorlar. Kampanyanın sürdürülmesinin hayati olduğunu bilmekte fayda var. Nusaybin’in özelikle Avrupa’da yaşayan Kürtlerden beklentileri var. Halktan görüştüğüm insanlar, “AKP hükümeti biz Kürt olduğumuz için, burada başka halklarla ortak yaşadığımız için, onurumuza, tarihimize sahip çıktığımız için, boyun eğmediğimiz ve teslim olmadığımız için evimizi başımıza yıktı” diyorlar.
Doğru bir tespit, Nusaybin’e boşuna Nisebîna Rengîn (Renkli Nusaybin) demiyorlar; çok kültürlü, çok dilli bir şehir.
Nusaybin halkı bunca zulme karşı yerini, yurdunu terk etmedi. Ne olursa olsun Nusaybin halkının namerte muhtaç edilmemesi lazım. Kardeş aile kampanyasının sürdürülmesi, Nusaybin’in yeniden inşa edilmesi için herkese sorumluluk düşüyor. Ayrıca içeride ve dışarıda hukuki mücadelenin yürütülmesi için hukukçulara da büyük iş düşüyor. Sur’da olduğu gibi kamulaştırma ile insanların malına mülküne el koyuyorlar. Buna izin verilmemelidir. Altı mahalle üzerindeki kuşatmanın kaldırılması için de yapılması gerekenler var.