Erdoğan, Birleşmiş Milletler Genel Kuruluna giderken ellinde salladığı işgal planını orada kuracağını iddia ettiği evlerle ambalajlayıp pazarlamaya çalıştı. Uluslararası çevreleri ve AB’yi, ‘eğer işgale mali destek sağlanmazlarsa kapıları açmak ve mültecilerin AB ülkelerine serbest geçişine izin vermekle’ tehdit etti.
Bütün bunların hepsi derin bir sıkışmışlığın dışa vurumuydu aslında; ülke kaynaklarını ranta dönüştürüp yandaşa peş keş çeken Erdoğan Rejimi içerde deryayı tükettiği için; dışarıda yeni rant ve talan alanları arayışına girmişti, Rojava’nın sahip olduğu ekonomik kaynaklar Erdoğan’ın iştahını kabartıyordu.
Bir taşla iki kuş vurmuş olacaktı; bir yandan savaşın yarattığı olağan üstülük üzerinden iktidarını güvenceye alacak, diğer yandan da Rojava’nın işgali üzerinden ortaya çıkacak yeni rant alanlarını etrafında kümelenen asalak rantiye çevrelere dağıtarak onların desteğini almaya devam edecekti…
Bu yolla hem muhalefeti geriletecek; hem de daha şimdiden iktidarını tehdit etmeye başlamış olan iç muhalefeti susturmuş, daha doğmadan boğmuş olacaktı. Fakat Erdoğan’ın evdeki hesabı çarşıya uymadı…
Erdoğan ve etrafında çöreklenmiş bir avuç rantiye çevrenin Rojava işgalinden beklentisi gerçekten çok büyüktü. BM’deki konuşmasında “Şu güvenli bölge ilan edildiğinde, bu güvenli bölgeye 1 ila 2 milyon göçmeni, mülteciyi yerleştirme şansına sahibiz, hatta bu bölgenin derinliğini Deyrizor-Rakka hattına kadar indirebilirsek ülkemizden, Avrupa’dan ve dünyanın diğer bölgelerinden kendi topraklarına geri dönecek Suriyeli sayısını 3 milyona çıkarabiliriz” diyordu.
Konuşmasına Avrupa’dan gelebilecek Suriyeli mültecileri de katarak AB ülkelerinin işgale desteğini ama olmuyorsa en azından tarafsız kalmalarını sağlamaya çalıştı. Daha önce yine kendilerinin yaptığı hesaplamalara göre 1 milyon nüfus için 151 milyar TL gerektiğini veri alırsak; Erdoğan burada 453 Milyar TL’lik bir inşaat ekonomisinden bahsediyordu.
Fakat AB ülkelerini “harekata işgal derseniz sınır kapılarını açar, mültecilerin size gelmesini sağlarız!” tehditleri ile durduramadı; hatta tam tersine birçok Avrupa ülkesi ve halklarının Rojava işgaline olan tepkisi daha da arttı…
Erdoğan’ın tehditleri AB ülkelerinin tahammül sınırlarını zorlamaya başlamıştı; bütün bu olanlardan sonra AB ülkeleri Erdoğan’ın tehditlerine boyun eğer, hatta bununla da kalmaz Rojava’da sözüm ona inşaat projelerine parasal destek vermek zorunda da kalırlarsa bir daha asla bağımsız politik bir aktör olarak varlıklarını sürdüremez, kimse tarafından ciddiye alınmazlardı…
İlk tepki AB komisyonu başkanı Jean Claude Junker’den geldi. Junker, sadece Türkiye’nin Rojava işgalini kınamakla kalmadı; ayrıca orada Türkiye’nin demografik yapıyı tamamen değiştirmeyi hedefleyen inşaat projelerine de asla finansal destek vermeyeceklerini daha en baştan itibaren kesin bir dille ortaya koydu.
Onun hemen arkasında neredeyse bütün AB ülkelerinin özellikle de; Almanya ve Fransa’nın işgal karşıtı kararlı tutumu Erdoğan’ın bütün inşaat hayallerini suya düşürdü. Üstüne üstlük Türkiye’nin uluslararası yatırımcı açısından zaten yerlerde sürünen değeri daha da azaldı. Birçok uluslararası finans kuruluşu bundan sonra Türkiye’ye finansal destek vermeyeceklerini açıklamaya başladılar.
Böylece “Midyat’a pirince giden Erdoğan evdeki bulgurdan da oldu!” Zaten krizde olan Türkiye ekonomisi işgal girişimi nedeniyle büsbütün kötüleşme eğilimine girdi. Muhtemellen bu süreç bundan sonra daha da kötüleşerek devam edecek.
Savaş Türkiye’yi ve Erdoğan’ı yok oluşa götürecek; Erdoğan kazanamayacağı bir savaşı sürdürmeye çalıştıkça kendisiyle birlikte bir halkı da felakete sürüklüyor. Türkiye’nin Erdoğan’la birlikte çöküşünü Kürtler ve Aleviler değil bizzat rafine Türkler engelleyebilir.
Bu saatten sonra Erdoğan’a son sözü sözlemek Türk halkının işidir; ya bunu yapacaklar ya da Erdoğan’la birlikte ağır bir felakete doğru sürüklenecekler…
(Politika)