Beklenti içinde, diktatöre dalkavukluk, yalakalıktır bu. Hitler rejimi, dalkavukların sefaleti konusunda en somut örnektir.
Hitler rejimi, daha iktidar varoşlarındayken, ne mal olduğu dünyaca malumdu. O suçlar labirentlerinde ilerlerken, “ben çıkarıma bakarımcılar“ gözlerini yumuyorlardı. İçeride kanlı el, cehennem bekçisine dönüşerek, 1938 Kasımında “kristal gece“ ile “yer yüzü cehennemine hoş geldiniz partisi“ düzenlerken ve etrafı şantaja boğup tehdit ederken bile Fransa, Britanya başta olmak üzere, bütün devletler onunla dostluk, dayanışma ve saldırmazlık anlaşmaları imzalıyordu. Rusya’daki Stalin rejimi “geç kaldım“ telaşıyla yanına koşuyor, Amerika İTT şirketi de ileride savaşın haberleşme düzeneği olacak alt yapıyı yaratıyor, iletişim kabloları döşüyordu.
Hitler, daha sonra tek tek hepsinin gırtlağına sarıldığında ise artık vakit, geçti.
Dünya savaşından sonra, pıtırak gibi dipten biten Latin Amerika diktatörleri, batı destekli olarak yaşayıp cinayetler işlediler. Her devlet ya da kutbun diktatörü kendince güzeldi.
Uzağa gitmeye gerek yok. TC, gözümüz önündeki örnektir. Darbeciliğin doğurduğu askeri darbelerin kanlı diktatörlüklerinin tümü, (1960, 1971, 1980, 1997) şırınga ettiği can suyu ile yaşadı.
Günümüz Türk diktatörlüğü Hitler modeli. Hitler de, seçimle gelmiş, sonra parlamento binasını yangına verip bunu, düşmanlarına mal ederek “vaziyete el koymuş“, “Führer“ olmuştu.
Recep Erdoğan ise komik bir darbe müsameresinden “hikmetinden sual olunmayan bir darbe“ çıkarmış, “Reis“ olmuştu. Ali’yi de bertaraf eden “cami entrikaları“ kültürüyle sarmal, sokak hayatından geliyordu, Reis. Her türlü ayak oyununu, özellikle de entrika gergeflerinin dokunuşunu, mafya cinsi tehditleri çok iyi biliyordu.
Bilgisi sermayesiydi. Bu sermaye ile elinin altındaki avanta bohçalarını da açarak uluslararası sulara açıldı: Ortaya konan ihale ise Kürt kellesiydi.
Kürtlerin kökünü kazıyacak, kalanları “bû urt û bê mal“ bırakmaya katkı sunup yardım edecek devletleri, büyük kazanç vaat ediyordu.
Hitler’in doğuşu ve yükselişi sürecinde, sergilediği vaadlere başlayan koşuya benzer bir manzara çıktı, ortaya. Diktatörlüğün kıyıcılığı ve Kürtlerin Yahudilerin başına gelenleri andıran şartlara maruz kalmaları, hiç umursanmadı. Reisin ihalelerini kapma, ona silah satma yarışı başladı.
Almanlar silah satışına ek olarak, avantalı oto montaj hakkını elde ettiler. Ama Rusya, ışığa kanatlanan gece kelebeği gibi nimetlere doğru vızıldıyordu. En büyük payı kapmada avantajlıydı, üstelik. Çünkü, Suriye’nin resmen ilan edilmemiş efendisiydi. Kürtlerin kellesine giden yolun bekçisiydi.
Reis ve adamları da Rusları iştahlandırmak için, resmen “NATO’yu, Amerika’yı da bırakıyor, sana geliyorum“ demiyor, ama bu yolda imalarda bulunuyorlardı. Karşılıklı gülüşmelerle süren pazarlıklar sonunda Reis, yeni geline “yüz görümü“ hediyesi niyetine, Suriye’nin el Bab, Azez bölgelerini IŞİD’den devir ve teslim alırken, Rus Putin gözlerini yumdu. Ardından, Efrîn’i işgal izmini verip askeri katkı sundular. Bunlara karşılık olarak, Reis rejimine 2,5 milyar dolarlık füze sattılar.
Bunlar olurken Amerika, ateşe basmış gibi kızgındı. Ama “ne oluyor lan? Malım olan savaş teknolojimi alıp nereye gidiyorsun“ diyemiyor. Çünkü, Amerika Suriye’de Kürtlerle müttefik ama, Reis Mafyavari tehdit ve şantajla karşısına dikiliyor:
“Suriye Kürtlerinin canı, kanı ve malı konusunda bana yardım etmezsen, NATO da, silahların da senin olsun. Moskova’ya giderim. Ama onden önce İran’la birleşirim.“
Oysa Amerika, İran’la savaş eşiğinde. Bu aşamada güçlenmesini istemiyor. Moskova ise tazeliğini koruyan eski düşman. Dünün sınır bekçisi TC’nin, ona gitmesini istemiyor.
Ancak Reis, karşısındaki modern Samson’un güç sırını ve de korkusunu biliyor ve bunu karşı silah olarak kullanıyor.
Elbette erdemli, onurlu bir tavır, duruş değildir bu. Dünya, ortalıkta “vit“ gibi, dönen bir mafya şantajına tanıklık ediyor. Amerika, şantaja boyun eğip savaş müttefiğini satar mı? Bilemiyorum. Peşin olarak, zamanın ruhuna nüfuz edip bir yargıya varmak zor.
Ancak, ne olursa olsun, Kürt gerçeği farklıdır. Onlar, savaşın küllerinden yeniden doğanlardır. İhanete karşı, boyun eğmeyeceklerdir.
Soykırımcılar, yurt hırsızı istilacılara karşı ölümüne savaşacaklardır. Palavra değil, dünya en son, onları Kobanê’de, Rêqa’da seyretti.
Ne olsa onlar, “çi dibê bila bibê” diyen düelloculardır. Soykırımcıya boyun uzatmazlar. Yeni bir savaş tetiklenir.
Politika