Bu deneme sadece deneme sahiplerini vuracaktır. Ne Dünya 1920’lerin, 1930’ların Dünyası, nede Kürtler.
Amed, Mardin ve Wan’da yaşananlar, Türk devlet aklının Kürdistanı gasp etme zihniyetinin tarihsel tekrarıdır.
Ne köle köle sahibiyle gönüllük temelinde birlikte yaşar, nede köle sahibi köleyi kendisinin sahip olduğu haklara layık görür.
”Kardeşlik, birlikte yaşamak,’’ ‘’Türk Kürt kardeştir’’ söylemleri, bugünün Türkiye’sinde, gerçek kardeşliği değil, efendi-köle ilişkisini tarif etmekten öte bir anlam taşımıyor.
1930 yılları Almanya, İtalya, İspanya da faşist diktatörlüklerin devleti ele geçirdiği yıllar.
Aynı tarih kesitinde Irkçı faşist Türk devleti ise, Kürdistanı tamamen işgal etmiş, sindirmiş, Kürdistan’ın özgür kalan son parça olan Dersim için ise, soykırım ve imha politikasını adım adım uygulamaya sokmuştur.
O tarihlerde dönemin Adalet Bakanı olan M. Esat Bozkurt, Kürt ve diğer azınlıkların imhası ve Türklüğün zafer ilanı anlamına gelen şu ırkçı konuşmayı yapar.
"Türk, bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır; hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı".
Dönemin Başbakanı İsmet İnönü ise, “Bu ülkede sadece Türk ulusu, etnik ve ırksal haklar talep etme hakkına sahiptir. Başka hiç kimsenin böyle bir hakkı yoktur.” der.
Peki Türk ve Kürdün kardeş olabilmesi, birlikte yaşaması için o günden bu güne ne değişti?
Tabii değişen bir şeyler var, o da Kürtlerin artık savunmasız ve çaresiz olmayışlarıdır.
Bu gün Türklük adına, köpek ve Kurt bozuntusu bir ideolojinin takipçiliğini yapan Devlet Bahçeli, “Diyarbakır, Mardin, Van Büyükşehir Belediye Başkanlıklarının idaresi egemenliğin yegane sahibi Türk milletinin doğrudan kontrolündedir.” diyor. Devlet aklı için Kürtler hala düşman ve değişen bir şey yok!
Peki bu ırkçı söylem tutar mı? Nafile! M .Esat Bozkurt’un uluduğu dönem, Türk devleti için ırkçılığı engelsiz oynama şartlarının mevcut olduğu bir Dünya ve örgütsüz, çaresiz bir Kürt toplumu vardı. O günün koşullarında gerçekleşmeyenin bu gün gerçekleşmesi mümkün değildir.
Sistematik çeyrek Asır yürütülen Soykırım ve katliamlara rağmen, şayet Kürtler hala var iseler ve ulusal kurtuluş mücadelesi veriyorlarsa, bu saatten sonra, bu sorunu ırkçılık ve soykırımlarla hal etmek mümkün değildir.
Demek ki Bahçeli’nin uluması boşuna, bu ulumayla sadece Kürt ve Türk gençlerinin daha fazla telef olması ve kanın akması hedefleniyor .
Türk devleti, Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesi momentini en olumsuz karşılayan politikanın sahiplerinden.
ABD’nin Irak müdahalesi sırasında, bu yeni duruma karşı Türk devletinin içine düştüğü iç ve dış politika tutarsızlığı, Suriye saldırısı için DAİŞ terörünü örgütleme ev sahipliğiyle zirve yaptı.
DAİŞ terörüne karşı oluşturulan cephede yer almayıp DAİŞ cephesinde kalmakla hem partnerlerine, hem de geri kalan Dünya’ya ters düştü.
Bu politikanın bir sonucu olarak, asırlık partnerleri Avrupa’ya, yarım asırdan fazla partnerleri olan ABD ve NATO‘ya ters düşmüş, bunun yerine, ‘’uyumsuz komşular’’ olarak anılan Rusya ve İran ile ‘yeni’ partnerlikler kurma arayışına girmiştir.
Gerek İran gerekse Rusya Türk devlet politikasının tutarsızlığından sonuna kadar yaralanmış fakat Türk devletini hiç bir zaman ‘güvenilir’ partner kategorisinde görmemiştir.
Türk devletinin Suriye sahasında "Kürtlerin hiçbir hak kazanmaması" temelinde ABD ile Rusya arasında yürüttüğü denge politikası, "Fırat'ın doğusu" ve İdlib'te çıkmaza girmiştir.
Kasım 2015'te Rus uçağının düşürülmesi ve 15 Temmuz darbe girişiminin ardından dümeni Rusya'ya kıran Erdoğan, oynadığı oyunun son sahnesi, belki en ‘acıklı’ sahnesini oynuyor. Türk devleti, şimdi İdlib ve Fırat'ın doğusunda ciddi sıkıntılarla karşı karşıya.
Politikasını Kürt inkarı ve imhası üzerine kuran Türk devleti 5 Ağustos'ta ABD ile Fırat'ın doğusu için "güvenli bölge" görüşmelerine başladı. Ama aynı gün Rusya ve Suriye rejimi İdlib'te Han Şeyhun'a operasyon başlattı ve iki haftanın ardından ilçe rejim ve Rus güçlerinin eline geçti.
Operasyon devam ederken, bölgeye takviye güç gönderen Türkiye'nin konvoyu da Rusya-Suriye'ye ait uçaklar tarafından vurularak durduruldu. Han Şeyhun'un düşmesiyle ilçesinin güneyindeki Morek'te bulunan Türk gözlem noktası ise rejim ve Rusya'nın çemberinde.
Bu gelişmeler üzerine Türk Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, 7 Eylül'de Ankara'da Rusya Devlet Başkanı V. Putin ve İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'yle yapılacak olan üçlü zirveyi beklemeden Moskova yolcusu. Kremlin, Putin ve Erdoğan'ın 27 Ağustos'ta bir araya geleceğini duyurdu.
Türkiye'nin 2016'dan sonra dümeni Rusya'ya kırmasının sebebinin de Kürt fobisi olduğunu politik süreci anlama açısından not etmekte yarar var.
Dış politikanın iflası, içerde ekonomik çöküş, topluma dayatılan faşist uygulamaları hat safhaya ulaştırmış durumda.
AKP-MHP faşizmi yarattığı bu kaos ortamından, Kürdistan’da savaşı tırmandırma, savaş hukukunu dahi hiçe sayan terör eylemlerine baş vurma, başta Adalet mekanizması olmak üzere, devletin bütün kurumlarını, Polisi, Askeri, ve para militer terör guruplarını Kürtlere karşı devreye sokarak ve toplumu Kürt düşmanlığıyla doldurarak, çıkış yolu arıyor.
ABD, AB ve Rusya yanında sıfırlanan güvenirliğini ise Kürtler üzerinden Türkiye’yi pazarlayarak tesis etmeye çalışıyor.
AKP-MHP’nin 31 Mart İstanbul yenilgisinde kilit güç Kürtler idi. Bu yenilgiyi olanaklı kılan Kürtlerin AKP-MHP faşizmi tarafından hedef seçilmesini anlamak, yaşananın doğası gereği, kolay. Fakat defakto oluşan muhalefeti dağıtmak için iktidarın seçtiği yemliğe muhalefetin yanaşmasını anlamakta o kadar zor.
Zira iktidar Kürtleri düşman ilan ederken hedef embriyon halindeki muhalefeti katletmektir. Muhalefete sunulan Kürt düşmanlığının büyük resmi olan Rojava işgali propagandası bunun içindi!
Bu büyük resimdeki Kürt düşmanlığına muhalefet de memnuniyetle tebessüm etti.. Kemal Kılıçdaroğlu’nun destek açıklamalarını, İYİ parti ve SP’nin işgalin yanında oldukları açıklamaları takip etti. Uluslararası dengeler müsaade etmediği için bu hesap şimdilik boşa çıktı.
Rojava’ya giremeyen ırkçı devlet, hazırlığını önceden yaptığı ve ikinci opsiyon olarak el altında hazır tuttuğu, kuzey Kürdistan’da Belediyelere girdi.
Türk devleti, önü alınması zor bir depremin fay hatlarıyla oynadı. Bu deprem dalgalarının fay hattı Kürdistan. Bu depremin yaratacağı ağır yıkıntılar, eninde sonunda Türk devletinin mezarı olacak.
Peki buna rağmen bu devlet neden hala ayakta?
Bir uluslararası çıkar hesaplı destek; iki ırkçılık ve Türk olmayanlara karşı düşmanlık duyguları; üç İslam inancı dışındaki inanç çevrelerinin Din düşmanı ilan edilmesi ve dört Kürt düşmanlığı.
Dördüncü faktör, devletin bütün cinayet, soygun, katliam ve soykırımlara varan suçlarına rağmen ayakta kalmasının en önemli dayanağı.
AKP-MHP faşist devleti, kendi uygulamalarına karşı çıkan her kesi Kürt ilan edip, Kürtlere uyguladığı muameleye tabi tutmakla tehdit ediyor.
Devlet Kürtleri hem bütün kötülüklerin sebebi, hem de bütün insanlık dışı suçlarının örtüsü ve toplumla buluşmanın ‘ortak’ gerekçesi olarak kullanıyor.
İşin acı tarafı ise, toplum bütün muhalifliğine rağmen bu noktada devletle bütünleşebiliyor. Bir yüzyıldan beri bu böyle devam ediyor.
Gelinen aşamada Türkiye muhalefeti iki seçenekle karşı karşıya: Ya ‘Kürt’ olup Türkiye’yi felakete sürükleyen bu ırkçı faşizme karşı duracak, yada beyaz Türk olup ırkçı faşizmin yanında durarak onun bataklığında boğulacak.
Kürtlerin yapması gereken ise, Amed’de polisin, dipçik darbeleriyle ağzını yüzünü darmadağın ettiği gencin bu darbeleri alırken haykırdığı, ‘’ Yaşasın Kürdistan, kahrolsun kölelik’’ sloganını yeni dönemin mücadele görevi olarak anlaması. Bugün ki Kürt, 40 yıl önce atılan bu sloganın ürünü
Kürdistan’ı özgürleştiremeyen Kürtlerin Türkiye’yi demokratlaştırması mümkün değil!
Kürdistan ve Kürtleri kabul etmeyerek bir yüzyılı askeri darbeler ve diktatörlük altında geçiren Türklerin, Türkiye muhalefetinin, demokrasi, insan hakları ve evrensel hukuk devletine kavuşması da mümkün değildir.
Ayrılıklar kabul edilmezse kalıcı birlikler kurulamaz. Kuralsız ve ilkesiz bütün ‘birlikler’ telafisi zor tahribatlarla sonuçlanmaya mahkumdur.
22.08.2019