AKP-MHP faşist iktidarı Kürt halkı ve demokrasi güçlerine karşı yürüttüğü saldırının bir parçası olarak Kürdistan’daki 3 büyükşehir belediyeye karşı darbe gerçekleştirdi. AKP-MHP faşist iktidarı Kürt halkının demokratik siyasi iradesini tanımayacağını ilan etti. Açıkça bu şehirler ve topraklar sömürge topraklarıdır ve sadece sömürgeci irade var olabilir demişlerdir. Belediye eşbaşkanlarını zorla uzaklaştırmanın tek gerekçesi vardır. Düşüncelerinden dolayı devletin zorba güçleri tarafından görevlerini yapmaları engellenmektedir. Kürt halkının özgür ve demokratik yaşamlarını savundukları ve Kürt halkının siyasi iradesi olmak istedikleri için 3 belediye gasp edilmiştir.
Kürt düşmanı kirli savaş elemanı olan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu utanmazca bir yalan söyleyerek Kandil’e para gönderiyorlar, demiştir. Bu adam Kürt soykırımını hedefleyen özel savaşın kirli, soysuz, şerefsiz, yalancı ve kalitesiz bir adamıdır. PKK ve KCK yöneticileri defalarca belediyelerin beş kuruşunun kendilerine gelmediğini ve gelemeyeceğini dile getirmişlerdir. Bu konuda en küçük bir kanıt bulamayacak olan İçişleri Bakanı dünyanın en ahlaksız, en namert, en soysuz ve en yalancı bir insan müsveddesi olarak tarihe geçmiştir. Zaten şimdiye kadar düzmece hazırlanmış hiçbir iddianamede de bu yönlü bir kanıt ortaya konulamamıştır. Bu adamın yapacağı kirli ve insanlık dışı işleri normal bir insan yapamayacağından böyle ahlaksız, soysuz ve kalitesiz bu insana bu iş havale edilmiştir. O da hiçbir insanlık, ahlak, vicdan ve toplum terbiyesi bulunmayan bir adam olduğundan bu kirli işleri zevkle yapmaktadır. Özcesi Kürt’e zulüm ve işkence yapmaktan zevk alan pespaye bir adamla karşı karşıyayız.
3 belediyenin gasp edilmesi Kürt halkına yönelik bir darbe olduğu gibi demokrasi düşmanlığıdır. Zaten Kürt düşmanlığı bitmedikçe demokrasi düşmanlığı da bitmeyecektir. Çünkü demokrasinin olduğu bir yerde Kürt’e yönelik bu düşmanlık ve saldırılar yapılamaz. Bu açıdan Kürt düşmanlığı yapanlar, Kürt halkına soykırım uygulayanlar demokrasi düşmanlığı yapmak zorundadırlar.
Belediyelere uygulanan bu yol ve yöntem demokrasi düşmanlığıdır. Amed, Mêrdîn ve Wan belediyelerine yönelik kullanılan darbeci yöntem ve tarz demokrasi düşmanlığıdır. İstanbul, İzmir ve Ankara’ya yapılmamış olması bu saldırının karakterini değiştirmez. Eğer Wan, Amed ve Mêrdîn Türkiye sınırları içinde olan büyükşehir belediyeleri ise bu saldırılar doğrudan Ankara, İzmir ve İstanbul’a yapılmıştır. Bunu böyle görmemek tarihi bir gaflet olur. Bu belediyelere yönelik saldırı demokrasi düşmanlığı olarak görülüyor ve seçimler anlamsız hale getiriliyor, deniliyorsa o zaman buna karşı tüm demokrasi güçlerinin mücadele etmesi gerekir. Bu açıdan CHP genel başkanının sokaklara çıkmayı doğru bulmuyoruz, demesi tarihi bir gaflettir. Hem bu belediye eşbaşkanlarına darbe yapıldığı söylenecek hem de sokağa çıkmayın denilecek! Bu yaklaşım Kemal Kılıçdaroğlu’nun demokratik zihniyette olmadığını yada özel savaş tarafından rehin alındığını gösteriyor. AKP-MHP faşist ittifakını karşısına almamak için sokağa çıkmayı doğru bulmuyorum, demiştir. Açıklamaları kaşıkla verdiğini kepçeyle almak anlamına gelmektedir.
CHP içinde birçok milletvekili ve belediye başkanı Amed, Wan ve Mêrdîn belediyelerine yapılan darbeye açıkça karşı çıkmışlar ve demokratik tutum göstermişlerdir. CHP Gençlik Kolları bu saldırıya karşı çıkmış ve demokrasi güçlerinin de karşı çıkmasını istemiştir. CHP’nin tabanı da Amed, Wan ve Mêrdîn’deki kayyum rejimini demokrasi düşmanlığı olarak değerlendirip karşı çıkmışlardır. Herkesi karşı çıkmaya çağırmışlardır. CHP tabanı ile HDP tabanınının yerellerde, İstanbul, Ankara, İzmir ve Çukurova’da yakınlaşmasının sonuçları bu darbeye karşı tutumda kendini ortaya koymuştur. Bu çok olumlu bir gelişmedir. Yerellerdeki bu ilişkinin geliştirilmesi, faşizme karşı ortak mücadeleye dönüştürülmesi önemlidir. Ancak CHP genel başkanının açıklaması bu olumlu ilişkiyi ve tutumu geriye çeken bir yaklaşım olmuştur. Hatta CHP tabanı ve CHP’nin içindeki demokratik dinamizme ayar vermek anlamına gelmiştir. Türkiye’deki demokrasi mücadelesine zarar veren ve demokrasi düşmanlarını rahatlatan bir tutum olmuştur. Açıklamasında sokağa çıkmayı doğru bulmuyorum, cümlesini kurmasaydı doğru tutum takınmış olur ve Türkiye’deki demokrasi mücadelesi açısından hayırlı bir tutum göstermiş olurdu.
Kılıçdaroğlu bir taraftan belediye eşbaşkanlarına yönelik darbeye karşı çıkıyor, diğer taraftan bu darbeyi normalleştiren bir yaklaşım içine giriyor. Tüm demokrasi güçleri Kılıçdaroğlu’nun bu tutumunu kabul etmemelidir. Çünkü bu yaklaşım AKP-MHP faşist iktidarının rahatlıkla tamamen hakim olması, yerleşmesi ve kurumlaşmasına hizmet edecektir. Sokağa çıkmadan, protesto etmeden bu faşist saldırılar ve darbeler engellenemez. Dünyanın hiçbir yerinde demokrasi mücadelesi sadece açıklamalar ve parlamentodaki konuşmalarla gelişmemiştir. Demokrasi bu tür açıklama ve konuşmalarla gelmemiştir. Demokrasi sokaklar ve meydanlardaki protestolar ve direnişlerle gelişmiş ve gerçekleşmiştir. Faşist bir iktidara karşı ise sadece açıklama ve konuşmalarla mücadele verilemez. Faşizme karşı mücadele sokaklara ve meydanlara çıkılarak verilebilir. Faşizme karşı mücadelenin açıklamalarla yada parlamentodaki bazı konuşmalarla olacağını sanmak faşizme teslim olmaktır.
Kılıçdaroğlu sokağa çıkmayın açıklamasıyla demokrasi mücadelesi açısından bir saptırma ve çarpıtma içine girmiştir. Bunun yanlış olduğu açıkça ortaya konulmadan Türkiye’de demokrasi mücadelesi geliştirilemez. Bu yaklaşım aslında Gezi Direnişi de yanlıştı; bundan sonra gelişebilecek yeni Geziler de yanlıştır anlamına gelmektedir. Türkiye için sokağa çıkmak doğrudur, Kürtler yaparsa yanlıştır, demek zaten söz konusu olamaz. Böyle bir anlayış Kürtler üzerinde yürütülen baskıyı doğru görüp destek vermek anlamına gelir ki bunu demokrasi ahlakı ve vicdanı olan hiç kimse kabul edemez.
Kılıçdaroğlu’nun bu açıklaması talihsiz ve yok hükmünde görülerek Türkiye’de her yerde demokrasi güçleri sokağa çıkmalıdır. Herhalde İstanbul, İzmir, Ankara’da böyle bir şey olsaydı CHP tabanı, HDP dahil tüm demokrasi güçleri sokağa çıkardı. Zaten bundan korktukları için bu belediyelerin el değiştirmesini engelleyememişlerdir. Dolayısıyla HDP tabanıyla CHP tabanı ve tüm demokrasi güçleri tüm sokaklarda ve mahallelerde kayyumcu sisteme karşı ortak mücadele içine girmelidir. Çünkü böyle bir uygulama karşısında sokağa çıkmadan demokrasi mücadelesi geliştirilemez; hele hele faşizme karşı mücadele verilemez.
Bu faşist iktidar tabi ki şu anda İstanbul, Ankara ve İzmir’e kayyum atamaz. Kürt halkının mücadelesi sürdüğü müddetçe böyle bir adım atmazlar. Ancak Amed, Wan ve Mêrdîn’deki saldırıya karşı çıkılmazsa bu tüm Türkiye’ye kayyum atanması anlamına gelecektir. Bu açıdan İstanbul’a da kayyum atarlar, demek yerine; bu saldırı İstanbul, İzmir, Ankara ve Çukurova’daki kaybetmenin yarattığı sonucun saldırısı olarak görülmelidir, demek daha doğrudur. 31 Mart ve 23 Haziran’daki kaybetmeye yönelik ilk saldırıyı Kürt illerinde yaparak Türkiye genelindeki demokrasi mücadelesi zayıflatılmak istenmektedir. Türkiye’nin batısı ve demokrasi güçleri bu gerçeği görüp Amed, Mêrdîn, Wan ve tüm Kürdistan’daki halkın direnişine Türkiye’nin batısında da ayağa kalkarak demokrasi mücadelesi dayanışması içerisine girilerek cevap vermelidir. Yerel seçimlerde oluşan demokrasi ittifakı da bunu gerektirmektedir.
Kürt halkı her sokağı serhildan alanı haline getirmelidir. Sadece merkezler ve belirli yerler değil her sokak ve mahalle serhildan alanı haline getirilerek bu saldırılara cevap verilmelidir.
Hüseyin Ali / Y.Özgür Politika