Kandilin köyleri bombalanıyor. Katledilen sivil sayısı 7. Bunların içinde çocuklar var.
Türkiye’de asırlar boyu devlet zulmüne mahkum kalan halklar, son 17 yıllık AKP-MHP faşizminin cenderesinde yaşadıkları zulmün İstanbul seçim ittifakıyla bir sonun başlangıcı olacağı umudunu taşıdılar.
Görünen o ki, oluşan ‘’Umut’’ havası bütün tarihi dönemlerde olduğu gibi, iktidar kanatları arasındaki iktidar kavgasının manivelası olarak kullanıldı.
Kürdistan’ın güneyine işkal harekatı, Rojava’da senesini dolduran fiili işkal, Kürdistan’ın kuzeyinde yürütülen sınırsız ve kuralsız savaşa karşı ‘’ittifakın’’ sessizliğini başka nasıl yorumlayabiliriz?
Birde ‘’ittifakın büyük adayı CHP’nin Ankara Büyük şehir Belediye Başkanı Mansur yavaş Kürdistan’da operasyon esnasında çıkan çatışmada ölen askerleri ‘’şehit’’ ilan ederek, geleneksel Irkçı milliyetçi duyguların sinir uçlarını okşuyor. Bu zat yaşanan çatışmanın sebebini, askerin orada kime ve niçin bir operasyona gerek gördüğünü, bu operasyonla kimi öldürmek istediğine hiç değinmiyor.
Hele hele köyleri bombardıman edilerek katledilen Kürt ve Kürt çocuklarına hiç değinme gereği duymuyor. Neden böyle bir şeye gereksinim duysun ki, sömürge ordusu, sömürgecinin tahakkümüne başkaldıranları etkisiz hale getiriyor.
‘’Su testis Su yolunda kırılır’’ misali, İstanbul ittifakı da sınırları belli olan hedefine ulaşınca, tekrar eski dünyasına geri dönüyor.
Efrin işkaline, Güney Kürdistan’ın işkalı eklendi. Türk ordusu Güneyi aralıksız bombardıman altında tutuyor. Güney Kürdistan’daki Türk askeri sayısı 10 bini geçi.
Kuzey Kürdistan’ın her karışında, devletin resmi sivil cinayet çeteleri katliam yapıyor. Siverek katliamı devletin himayesinde olan katil çeteler tarafından işlendi.
Dersimde 30 bölge askeri alan ilan edildi. Bu bölgelerde yaşan insanların evini ve köyünü derhal terk etmeleri için süre biçildi.
Devletin suç listesine eklenecek daha binlerce Hak, Hukuk ihlali, katliam cinayet ve soykırım girişimleri vardır.
Türkiye’de AKP-MHP faşizmi tarafından gasp edilen demokrasi ve özgürlükleri tesis edeceği iddiasıyla toplumun karşısına çıkan ‘’Millet ittifakı’’ , bütün bu olan bitenlere karşı sessiz ve hatta gelişmeleri zevkle izliyor.
Kürtler, defalarca dostluk ve eşitlik için uzattıkları ellerinin havada kalmasına rağmen, demokrasi, özgürlük ve eşitlik için uzanacak her eli mutlaka tutmalıdırlar. Fakat unutmamaları gereken çok önemli iki nokta var: Birincisi, Türk devlet ideolojisiyle yoğrulmuş hiç bir parti, kurum ve guruptan bu elin uzanacağı beklentisi içine girmemeleri. Biraz daha ‘’Provokatifçe’’ söylersek, bu alanlardan uzanan el, mutlaka kendi şıkışmışlığını atlatmak, sonrada Kürtlere daha acımasızca yönelmek hesaplıdır.
İkincisi ve en önemlisi de, ulusal birliğini oluşturamamış, siyasi üst yapıda bir toplumsal kuruma kavuşmamış Kürtler, bölgesel sömürgeci güçlerin kendi aralarındaki düşmanlıklarda, geçicide olsa, anlaşmanın gerekçesi, uluslararası egemen güçlerin masasında ise, kendilerinin bölgedeki işbirlikçilerine karşı şantaj kozudur.
Kürtlerin ‘’Koz’’ ve ‘’şantaj’’ malzemesi olmaktan çıkmaları, bölgesel ve uluslararası sahada ya Partner, yada düşman(‘’Partner’’ yada ‘’Düşman’’ önemli olan güç olarak görülmesi) olarak bir statüye kavuşmaları gerekiyor. Buda ancak Kürt ulusal birliğiyle mümkündür.
Peki İstanbul’da ortaya çıkan ‘olumlu’ hava neden devam etmiyor? İmamoğlu’na yapılan haksızlığa gösterilen tepki ve direniş neden Kürtlere karşı sürdürülen katliam ve soykırım politikalarına karşı gösterilmiyor? Türk toplumu Türkiye’de yaşayan ama Türk ve İslam olmayan halkların katliam ve soykırımına neden sesiz?
‘’Türk ve suni İslam olmayan, Türk ve İslam düşmanıdır’’ zihniyeti, ne yazık ki Türk toplumunu esir almıştır.
Türk toplumunu yönlendireneler, başları derde girince demokrasi ve insan hakları, birlikte yaşam gibi sloganlara sarılırlar. Bu tarz sıkışık dönemlerde, toplum nezdinde ötekileştirilmiş diğer halkları koltuk değneği olarak kullanırlar. Kısa bir yolculukta olsa, Türk halkı ‘’düşman’’ gözüyle baktığı bu insanları ‘sevmeye’ başlar. Fakat zorluk aşıldıktan sonra tekrar her şey tersine döner. Bu ‘’Gel-git’’ olayı bir asırdan beri devam ediyor.
Cumhuriyet, bu halklara verilen boş vaadler sonucu kuruldu. Kurulduktan sonrada mücadele ve yol arkadaşı bu halkları katliam ve soykırıma tabi tuttu.
Yakın tarihte, bugün Türkiye’nin başına bela olmuş Erdoğan’da bireysel hakları ihlal edildiğini gerekçe göstererek, uğradığı haksızlık için hem içerde halklara seslenmiş, hem de devleti Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine şikayet etmişti. Fakat Başbakan olunca davasını geri çekmişti.
Neden böyle? Bu toplumsal ruh halinin, daha doğrusu paranoyanın sebebi ne? Bu sorunun cevabını Kemalist ideolojinin yarattığı ulusu olmayan devletin niteliğinde aramak gerekir.
Osmanlı dağılınca Türklerde İmparatorluk içindeki diğer halklardan farklı bir önceliğe sahip değildi. Hata sayısal olarak diğer halkların çok gerisinde idiler.
Kemalistlerin devleti kurması o kadar zor olmadı. Onlar için en zor olanı devlete bir ulus bulmaktı. Bu ‘zor’ görevi ifa ederlerken karşılaştıkları en büyük zorluklardan biri, hem sayısal olarak kendilerine denk düşen, hem de İmparatorluk döneminde yönetici(Eyalet ve Beylik) konumda olan Kürt faktörü oldu.
Yeni Türk devleti, Türkiye olarak isimlendirdiği Anadolu topraklarının kadim halklarını, ayrı etnik ve inanç kimliğinden(Ermeni, Rum, Laz, Asuri-Süryani, Keldani)ötürü, bir şekilde yok edebildi.
Ermeni, Asuri-Suryani ve Rumları, kırım ve dağıtma yoluyla, ulus statüsünde olamayacak orana düşürebildi. Lazların katliamdan kurtulanlarını ise teslim alarak Türkleştirdi. Fakat Kürtleri ne toplu katliam ve soykırımlarla, nede yüz yıla yaydırılan süreklileştirilmiş etnik, kültürel, sosyolojik ve coğrafik soykırım politikasıyla, bitiremedi.
Türk, ve Türkleştirilen toplum ırkçı, bağnaz, ötekileştirici ve kendi ırkı ve inancı dışında olan her kesi, hata bütün dünyayı düşman görmeye başladı.
Bu durum, Kemalist ideolojisinin hakimiyetinin egemenliği uğruna Türkiye’de var olan bütün Kültürlerin, Kimliklerin ve İnanç Kimliklerinin inkarını toplumsal hafızaya dönüştürdüğü oranda, toplumda demokrasi, sağ duyu, tolerans, ötekinin hakkına saygı zihniyetinin gelişmesine de set oluşturdu.
‘’Türkün Türkten başka dostu yoktur,’’ ‘’Bir Türk Dünyaya bedeldir,’’ ‘’Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur’’ zırvaları bu topluma yedirilerek toplumsal zihniyet oluşturuldu.
Türkiye’nin bir türlü demokratikleşmemesi, Demokrat, Liberal, Sosyal demokrat, hatta ‘Sosyalist’ akımların bir türlü bir araya gelememeleri, bir demokrasi cephesi yaratamamaları, bu kesimlerin, devletin Türkiye’deki her ‘kötülüğün’ sorumlusu olarak gösterdiği Kürtlerden ve diğer azınlıklardan, en azından devlet kadar mesafeli durma gayretlerinden kaynaklanıyor.
Türk devleti, şayet Kürtleri de diğer halklar gibi yok edebilseydi, yada bir halk topluluğu olma sosyolojisini bozabilseydi, belki Türkiye bugün daha ‘Demokrat’ olur, Sosyal demokratları daha ‘iyi’ sosyal demokrat olurlardı?!? İlginç bir denklem ama gerçek.
Hemojen olmayan toplumların toplumsal barış ve uyum içinde yaşamalarının tek koşulu, her farklılığı bir zenginlik ve beraber yaşamanın güvencesi olarak kabul etmeleridir.
Bu tür toplumları teklik etrafında şekillendirmek, sonu gelmeyen toplumsal patlamalara ve cepheleşmelere zemin sunmaktan başka bir işe yaramaz.
Irkçılık ve teklikle inşa edilen devlet, cumhuriyetin yüzyıllık tarihini bu bu strateji üzerinden sürdürdü. Bu politika, kendisine ‘solcu’ ‘demokrat,’ ‘Sosyal, ‘Demokrat ve ‘Liberal’ diyen bütün çevreler tarafından savunuldu.
Gelinen aşama orta da. Bu politika Türkiye’yi tekleştirdi, ama ortadan kaldırmaya çalıştığı hiç bir halkı tamamen yok edemedi.
Türkiye’nin ‘’teklik’’ politikası sadece Türkiye’yi yalnızlaştırmaya yaradı. Yüz yıllara dayanan dış ilişkilerini gerilimler üzerinden, müttefiklik ilişkisini ise, ancak ülkeyi pazarlayarak ayakta tutabildi.
İstanbul’da, defakto şartların sonucu varılan ittifak bu lanetlik tarihi ters yüz etmenin bir adımı olabilirdi. İstanbul ittifakının, bugüne kadar oluşmuş ve heba edilmiş onlarca, belki yüzlerce ittifaktan biri olmaması gerektiği iyi niyetini korumak gerekir. Fakat bu iyi niyet, iyi niyet sahiplerine acı bir reçete olarak dönmemesi için, İstanbul ‘’ittifakının’’ ana omurgasını oluşturan güçlerin de, ırkçılık ve tekçilik hamurunda yoğrulduğu gerçeği unutulmamalı.
30.06.2019
Ali Çatakçın
DİK Eş Başkanı