Arap basınında son günlerde Suriye savaşını, Rusya’nın, daha doğrusu Rusya-İran-Suriye ittifakının kazandığı yönünde yorumlar görülmeye başladı. Temel amacını ‘Esad iktidarına son vererek yeni bir Suriye kurmak’ biçiminde açıklayan ABD öncülüğündeki Batı İttifakı’nın aradan geçen 7 yıl sonra da bu amacını gerçekleştirememesi, Suriye’nin cihatçı örgütlerce işgal edilen topraklarını geri kazanmaya başlaması Arap basınında Rusya’nın savaşı kazandığı yönündeki yorumların görülmeye başlamasının en başta gelen nedeni. Bu yorumlarda Batı İttifakı’nın başarısı olarak gösterilen tek şey var: IŞİD’i geriletmek, etkisini zayıflatmak... Bu başarı da başını YPG ve YPJ’nin çektiği Suriye Demokratik Güçleri’ne (QSD) mal ediliyor ki her QSD sözcüğünde YPG ve YPJ ya da Kürt vurgusu, bir şekliyle yapılıyor. Yani bu başarı da bir biçimiyle Batı İttifakı’na değil, QSD ve Kürtlere mal ediliyor.
Tüm bu yorumlarda dikkati çeken noktalardan biri ise Türkiye’ye ilişkin... Bölgeyle ilgili yapılan yorumların azımsanmayacak bir kısmında Türkiye’den artık bir oyun kurucu, oyuncu gibi değil de daha çok iki cami arasında beynamaz kalmış bir oyun bozucu gibi söz ediliyor. Türkiye’nin bıkmadan usanmadan çektiği esamesi okunmayan kırmızıçizgilerini, son dönemde giderek artan bir uçtan diğer uca savrulmalarını, günü birlik değişen söylemlerini göz önüne getirince, Arap basınında çıkan bu yorumlara şaşırmamak gerek.
Hiçbir hesabı tutmayan Türkiye, bir kez daha çark edip yeniden Batı İttifakı’nın ‘en güvenilir müttefiklerinden’ biri olur mu, bu yönde çaba harcar mı bilinmez; ama bilinen şu ki Batı, Türkiye üzerinden yürüttüğü ilişkilerin bir kısmını adım adım Mısır’a devretmeye hazırlanıyor. Bu ilişkiler arasında İdlib'deki bazı cihatçı gruplarla ilişkileri sürdürmek de var. Yani Mısır, Batı İttifakı adına Suriye’de giderek daha fazla görünür olacak bir aktöre dönüşüyor.
Türkiye’nin Arap basınında kârlıymış gibi göründüğü tek nokta, Rusya ittifakının yanında yer alması. Şunu biliyoruz; bu ittifakla ilişkilerinde ağırlıkla Rusya-ABD karşıtlığını ve iki taraf arasındaki güç savaşını kendi lehine kullanmaya çabalayan Türkiye, artık ikili oyununun sonuna geliyor. Bir diğer deyimle önümüzdeki dönem, artık Türkiye’nin iki arada bir derede kalabileceği, her tarafı idare edip kendi keyfince hareket edebileceği dönem olmaktan da çıkıyor. Bu böyle ama Arap basınındaki bazı yorumcular yine de Türkiye’nin son dönemlerde Rusya’yla çok içli dışlı olmasını, stratejik bir ilişki gibi değerlendirip Türkiye’nin kazançlı çıkma olasılığını da buna bağlıyor. Tabi bu kazancı, Rusya’nın jeopolitik olarak İran’a olduğu gibi Türkiye’ye muhtaç olmasına bağlayanlar da var.
Rusya, Ortadoğu’daki çıkarlarını uzun vadeli korumak istiyorsa elbet İran’ın yanı sıra Türkiye’yi de yanına çekmekten zarar görmez ve yaptığı da bu. Hele Türkiye’yi bu kadar avucunun içine almışken bunu yapmaktan imtina etmez. Kabul etmek gerekir ki Rusya, uzun yıllar sonra geri döndüğü Ortadoğu’da oyunu tam da bölgenin kurallarına göre ve ustaca oynadı. Ancak bu durumun Türkiye’ye kazanç olarak döneceğini hiç sanmamak lazım…
Suriye, Türkiye açısından bugün daha önemli bir politika belirtecidir. Türkiye geçmişte, bölgedeki gelişmeleri kontrol edecek oyun kuruculardan biri olacağını varsayarak politika belirliyordu. Tüm politikaları çökünce artık yönünü Suriye’deki, daha geniş anlamda da Ortadoğu’daki gelişmelere göre belirlemek durumunda. Bir diğer deyimle Türkiye politikayı belirleyen değil, belirlenen politikaya göre kendini dizayn etmek zorunda olan bir ülkedir artık. Bunun aksi Türkiye açısından büyük bir maceradır.
Bunun aksi maceradır da; unutmamak gerekir; Türkiye’nin, daha doğrusu Erdoğan’ın da üstesinden o kadar kolay gelemeyeceği handikapları var. Çünkü Erdoğan, neredeyse bölgedeki her gelişmeyi iç politikaya endeksledi. Bu nedenle Kürtlere düşmanlık temelinde hem içte, hem dışta ırkçı politikalarla atbaşı sürdürülen bölge politikalarındaki değişiklik, iç iktidarı riske eder.
Bugünlerde, “Artık parlamenter demokrasi yok, yüzde elli artı bir lazım” diyen Erdoğan, bir seçim yapıp kendini garantiye almadan bu riski göze alır mı?
Almaz!..
Bu da gösteriyor ki ilk yapılacak başkan ve parlamento üyeleri seçimine kadar düşmanlıkla beslenen politikalar sürecek. Zamanın daraldığını hissettiği anda da önünde iki seçenek var; ya kazanmayı garanti edebileceği bir erken seçime gidecek, bu olmaz yani kaybedeceğini anladığı anda da maceraya atılıp Afrin, İdlib, Girê sipî, Şengal artık Allah nereyi verdiyse orayı işgal edip sıcak savaşın aktörlerinden biri olarak iktidarı uzatmanın yollarını zorlayacak.
artigercek